Kayıtlar

Öyküler

Bir kısmı bu blogta yayınlanan ya da blogtaki çeşitli pasajları içeren öykülerim, şu adreste açık erişim okunabiliyor:  https://drive.google.com/file/d/1rFTUs8pkxQKRtx3MrMeik68jz2dGXfiW

41'den

 20'li yaşların ortalarından beri devam ettiğim bu blogta hala ne yazabilirim bilmiyorum. Yaşıyorum ve ölüyorum. Her nefes beni sona yaklaştırıyor; o yüzden nefesimi tutuyorum. Denizin altında tabi, 20 bin fersah altında; bambaşka bir yerde, gidemediğim, olamadığım, bulamadığım herhangi bir yerde. Burada. Alıyorum ve veriyorum. Hayatta kalıyorum.  Eski yazdıklarıma bakıyorum. Bugün olsa yine yazardım Elimde olsa 20'lerde kalırdım. O zamanlar 40'lar nasıl olur diye bir soru aklıma gelmiyordu. Ölümü ya da yaşlanmayı pek aklıma getirmiyordum. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, gördüğüm güzellikler daha önemliydi. Şimdi bakınca görüyorum ki anı yaşamışım. Sanki yaşamıyor gibiydim ama yaşamışım. Daha iyi günler özlemi hep vardı; demek ki yarın daha güzel bir günmüş. "hep yarın olsun."  Bugün yeniden 20'lere dönseydim yine aynı şeyi yapardım, cebimdeki bozuklarla İmge'den kitap alıp, çok satış yapıyor zaten diye Dost'tan dergi çalardım. Yakalandım ama ols
 Bakmayın burada ağlak bir moruk olarak takıldığıma; kendi çapımda neşeli, enerjik, yaşamaya hevesli biriyimdir. Sorun çapımın biraz dar olması olabilir. Kendi çapımda yaptığım işler, sağa sola çarpa çarpa bende morluklar oluşturdu. Alım al, morum mor oturdum yerime. Keyfimi kaçıranlara karşı elimi kolumu uzattığım yerlerden biri, burası. O'su bu'su, şu'su; öyle böyle yaşıyoruz işte, ölümüne... Şen şakrak, kakakikiri, espriler, şakalar. Spritüel kaçışlar. Uçtuğumu zannedip götümün üstüne çakılmalar. Buradan bir yere gidememek. Gittiğinde de bile gitmiş gibi olmamak. Güldüğünde de içinin gülmemesi gibi bir şey bu. Bak yine keyifsizleştim birden. Başka biri olmak istemem. Dengesizliklerimle birlikte kendim olmakta bile zorlanıyorum. Dengemi tutturmak zor olduğu için yerimde oturuyorum. İçten içe şakalar espriler devam ediyor... Gülelim ağlanacak halimize. Bak yine ağlamaktan bahsettim; bırak bu moruklukları adamım!    
 Kendi çapımda normalleşme çabalarım devam ediyor. Dün çorapsız yattım mesela; bir iki gündür eşofmanın üstünü de giyiyorum ince kazak yerine. Evde daha çok vakit geçiriliyor. Kolay yapılıp hızlıca yenen yemeklerden, hazırlaması biraz daha zaman alan yemeklere geçildi.  Ama hala salondayız; arada bir yatak odasına gidip alıştırma çalışmalarım devam etse de... Hala koridorun ışığı açık yatıyoruz, önceden her biri itinayla söndürülürken... Telefonun şarjını çok aşağı düşürmeme, şarj aletini ve telefonu yakınlarda tutma işi de yerleşti. Önceleri telefona çok bakmamak için kendimden uzağa koyarken, şimdi iç içe olduk.  Yatana kadar dışarı kıyafetleriyle oturmaya da devam ediyoruz. Ne oldum deme, ne olacağım de'nin pratik haliyiz. Daha beterinden korkarak... 

Çaresizlik

 Deprem nedeniyle müthiş bir çaresizlik içinde geçiyor günlerimiz. Evimiz ayakta ama bir diken gibi batıyor her yanımıza. Çeşitli düzeyde çatlakları içimizden geçip gidiyor sanki. Bir şey olmaz dediler, sağlam dediler ama artık kafamız sağlam değil gibi. Bu tip durumlarda hep en kötüsünü düşünme eğilimi güçlenir; üstesinden gelip kendimizi toparlamaya çalışsak da bitmeyen malum sarsıntılar hep en başa götürüyor bizi... Pek çokları böyle biliyorum; Rüya ve Ebru için de daha fazla dirayetli durmaya çalışıyorum. En kötüsünü atlattık diyorum. Umarım daha da kötüsü olmaz... İlk günlerde arkadaşlar yanımızda oldu, onların evine sığındık; sonra İzmir'de geçirdik bir haftayı da. Dönüne yine bizi bulan sarsıntı tekrar filmi başa sardı. Arkadaşlarımızın kayıpları ve yıkımları oldu. Televizyonlar zaten izlenecek gibi değil. Onlara göre iyi durumda olsak da kötüyüz işte. "İyi kötü geçinip gidiyoruz" oyalanmasında iyi kısmı uçtu gitti sanki. Kendimi parasız ve kaygılı hissediyorum. He