Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Muhasebe #18

Bir blog klasiği olarak yılın muhasebesi yazısı; diğerleri farklı sanki, bize her gün muhasebe ve her gün hesap kitap. Bütün yıllar aynı. Gün geçtikçe gazı kaçan hayatta tatsızlık baki. Bu yılın en çok uğraştıran işi, ekonomik krizdi. Her şeyin indirimini  ucuzunu aramaktan takatim kesildi. Hayat ucuzladıkça kalitesizleşti, ucuzlayan hayat kalitesizdi. Kelime oyunları karın doyurmaya yetmedi. Üzerine bir su içip kendimize geldik. Haftalık birayı azaltıp onda da ucuzu bulma dertlerindeydim. Belki de kaçacak delikler tükendi. Bunu hesap kitap başlığında incelemiştik zaten. Para kadar insanlar da dertti. Hep o twiti hatırladım, İsa'nın 30 yaşında nasıl dokuz arkadaşı vardı? İnsanlardan yana hayalkırıklıklarım hayata dair umutlarımı da azalttı. Mesleğim de keyif vermiyordu. Yazmaktan başka ne biliyordum? Belki toprağa yeniden dokunmak gerekiyor. Ben de babam gibi köyün yolunu mu tutacağım? Armut dibine mi düşer? Filmde olduğu gibi, Elmaların gideceği yer diğer elmaların yanı mıdır?

yeni müzikler

spotify'in bana önerdiği şarkıcıların/grupların aylık dinlenme oranları, her bir öneride düşüyor. 800'lerden 400'lere oradan 100 küsüre kadar indi. Her seferinde sanırım en düşük olanı buldum diyorum ama şaşırmaya devam. Kuzey Avrupa'nın evde (mi?) kaydedilmiş kimi caz albümleri... Dönüp dolaşıp benim kulaklarıma kadar geldi. Oradaki sıkıntılarla buradakiler bir mi? Can sıkıntısının caz albümü yaptırdığı gençler. Caz albümlerinin can sıkmadığı bünyeler. Yerli ürünler de var dikkatimi çeken. Memlekette bir şeyler üreten çokça genç var, ne güzel. Çoğu kolej/özel üniversite birlikteliği, İstanbul sokakları hovardalığı, 90 sonrası kuşağın dert olmayan dertleri... Uzaya gönderdikleri sesler, birilerine ulaşıyor. Tabii eğer kişisel albüm değilse, garip isimli her biri. Ansızın Bi' İnfilak, Gözyaşı Çetesi vb. Bunların dinlenme sayıları, kuzeydekilerden yüksek. Bi yandan da anlattıkları hayatları bana en az kuzeydekiler kadar uzak. Varoluşsal dertler artık ilgimi çekmese de

hesap kitap

Boş duvarda takılı gözler ve bir muhasebe hesabı: 100 kaya hesabı kalbime; 200 kankalar hesabı beynime yazılsın. Girdiler ve çıktılar, gelenler ve gidenler, yatanlar ve çekilenler yerli yerine gelsin. Çekilip giden kanımın hesabını sonra vereceğim. Önce akanlar: nereye? Hüzünlü bir taşra sonbaharına, dökülüp giden yapraklara... Gelecekler mi geri? Yeniden olacak mı? Yeniden insan olabilecek miyim? Yatıp gidenler hesaba, kafalarına kadar çekmişler yorganı. Görünmüyor. Burada bir insanın hayatından kesitler sunulmakta. Farklı bir şey akla gelmesin. Kurguyla gerçek karışmış değil. Sadece olan biten anlatılıyor. Çıkan kısmın özeti sunuluyor. Sonuç: olan ve olmak istenen arasındaki açık büyüyor, hesaplarım tutmuyor.

patika

Evin önünden geçip giden ve ileri doğru uzayan bir toprak patika var. Bir tarafı hala bahçe, ağaçlar ve yeşillik, diğer tarafı koca binaların önünde onu taklit eden küçük bir çimenlik. Tam anlamıyla bir vaha. O sol taraftaki bahçeye ne zaman kazma vuracaklar endişesindeyiz. Toprak patika/yol romantizmi, iki taraf arasındaki sıkışmışlık, tabii ki hemen kendime döndürüp kullandığım bir metafor. Zaten kendimden bahsetmiyor muyum burada? Biraz benden bahseden kim kaldı? Yolun üzerine asfaltı döküp, bahçeye de inşaata başladıklarında, hıh tam bana benzedi diyeceğim. Eskilerden kalan bir esinti... Üşütük. Kim kaldı eskilerden? Ben ve metaforlarım, anaforlarım. Dönüp durduğum dalgalarım.  Patikanın çıktığı yerde kesemedikleri ceviz ağacı. O zaten başlı başına şarkı. Yolun beri yanında, bizim tarafımızda da ceviz ağacı var.  İki sınır işareti. Arada kavaklar ve bir yıkıntı. Büyük ihtimalle eski bir bahçe evi. Eskilerden kaçıp gelinen, belki hangi işlerin döndüğü, belki hiç bir şey yapmayıp otu

kitaplar-devam

Ernest Hemingway-Klimanjaro'nun Karları ile klasiklere devam ettikten sonra yaz başında aldığım ama şans eseri okuma sırası sona kalan Elizabeth Harrower'ın Gözetleme Kulesi'ni okuyorum. Hemingway'in bedeni yaralı kahramanlarıyla Harrower'ın ruhu yaralı kahramanları arasında bağlantı kurabilirim. Aslında varoluşsal meseleler, kendi arayan insanlardan edebi anlamda sıkıldım; kendimden sıkıldığım gibi. O durum, zaten bir şey üretebilmenin temeli gibi, bunun üstüne çıkabilmek önemli. Bu temelin üstüne başka bir şeyler koyabilenleri beğeniyorum artık. Edebiyatta başka konular, farklı olaylar ilgimi çekiyor ki bu yazki kitaplar aslında bu açığımı kapattı. Kaçıp gidemeyip burada kalmış, kalakalmış, yaralanmış beden ve ruhlardan, karamsarlıktan başka bir şey yansıdığı zaman daha iyi oluyor o metin. Ayhan Geçgin'in Son Adım'ında da yine benzer bir yaralı hal, çekip gidememe, gidince de neyle karşılaştığını bilememe durumları vardı. Yani bir mevzunun içinde yer almal

geçmiş ışıklar

Yıldızların altında, dağ başında, yıldızımın parlayacağı günleri beklerken bana gelen ışıkların çok eskilerden olduğunu biliyordum. Geçmişin parlak anları beliriyordu aslında önümde. En güzel günlermiş; geleceğim, kayan yıldızlardan biri olma ihtimalinde. Kurgularla aram metinleri kurgularken iyi değil. Her zaman gerçeğe yakın oldum, tersini istesem de. Bamya ya da salatalık toplarken batan dikenlerle o gerçeği hissettim. Elimi uzattığımda hep oradaydılar, beni hoş karşılamadı geleceğim. Aslında farklı hayatlar arasında salındım, tercih yapma şansım çoktu. Tercihlerimi yaşıyorum. Bu kadar geniş marjda dolanmak şizofrenik salınımlar yarattı, durumlara adapte olma yeteneği dengede kalmak kadar sürekli tedirgin kalmayı da beraberinde getirdi. Yıldızların yanıp duran sempatiklikleri bana bir mesaj mi vermek istiyorlar sorusuna dönüştü. Bir başıma kalıp düşündüğümde, bir başıma yapabileceklerimin bu olduğuna karar verdim: Geçmişten size ışıklar getirdim.

yaz geçişleri

Ayhan Geçgin'in etkileyici son adim'indan sonra klasik arası verip jack london-martin eden okudum. Kendini arayan insanin trajik sonlarına farklı zamanlardan farklı yorumlar... memleket batarken hala nefes alabildiğime şükredip biraz denizkiyisinda takıldım, kendi batışlarım sadece beni ilgilendiriyordu. karadan denize son temasları ve küçük gemilerin kendini suya atmalarını tekrarladım. Delisin. Şıpıdık terlik, tuz ve şort. Şimdi dağ başına çıkmak için uzun bir yolculuk öncesindeyim. Yaz geçişleri, sert ve derin. Farklı hayatlara temas. Deliyim.

Ayhan Geçgin/Son Adım

Oldukça etkilendim Ayhan Geçgin'in Son Adım'ından, baştaki durgunluk yavaş yavaş içine alıyor okuyanı.  "Niçin böyleyim diye soruyorsun, neyi göremedim? Yapamadığım, beceremediğin şey ne? Böyle birine nasıl dönüştüm? Bir kötürümlük, ama kötürümlük dediğinin gerçekte ne olduğunu dahi bilmiyorsun. Bir yıkım duygusu doluyor içine. İçinde bir şeyin bozulmuş olduğunu duyuyorsun. Bozulmuş? Nasıl bozulmuş? Bir arabanın, motorun ya da bir aletin bozulması gibi mi? Yoksa bir etin bozulması gibi mi? Bozulan yer neresi? Bunu nasıl onaracağını bilmiyorsun. Onarılabilir mi? Yoksa bu noktayı geçtin mi? Sana öyleymiş gibi geliyor: içinde bir şey onarılmayacak biçimde biçimde bozuldu." Syf 106

Platonov/Çukur

"Çiklin, uyuyanların ortasında oturmuş susKunca ömür sürüyordu; kimileyin sessizlikte oturup görünürde ne varsa gözlemlemeyi severdi. Düşünmek zor gelirdi ona ve bundan pek müteessirdi - ister istemez hissettiği ve içi sıra heyecanlandığıyla kalırdı. Ne kadar uzun süre oturursa hüzün o kadar kabarırdı hareketsizlikten, o yüzden Çiklin ayağa kalktı ve elleriyle barakanın duvarına dayandı, yeter ki bir şeyi itsin, kıpırdasın. Uyumayı hiç istemiyordu- aksine ... kırlara çıkıp çeşitli kızlar ve insanlarla dalların altında oynamak isterdi şimdi". Syf 46

yaz okumaları '18

Bu yazın ilk düzlüğünde kitaplarla aram iyiydi. Aradaki açığı kapama isteği midir yoksa mesleki deformasyonla tarama okuması yapmaktan mı bilmiyorum, edebi okumalar konusunda yaza hızlı bir giriş yaptım. Geçen yaz olduğu gibi Metis ve Ayrıntı'nın kendi sitelerinden almıştım kitapları. Daha önce Ola Bauer/Acemi Pezevenk ve Peter Carey/Bir Sahtekar Olarak Hayatım'dan pasajlar eklemiştim; aşağıda bulmak mümkün, diğerlerini de yavaş yavaş ekleyeceğim. Bauer ve Carey'nin kitaplarına notlarım 3/5. Bauer'inki bir üçlemenin parçası, kitabın başlarında denizci olan kahramanımızın sormadan Paris'te başladığı yeni hayat ve bu hayata adaptasyon çabası anlatılıyor.  Oldukça kısa cümlelerle anlatılan gerçekçi bir hikaye.  Carey'de ise takip etmesi daha zor bir kurgu var. Anlatıcının kurguları mı yoksa yaşanan bir olay mı kestiremiyorsunuz ki zaten mevzu da biraz buna odaklı; yaratılmış mı yoksa gerçekten var mı bilinmeyen bir karakterin hatıraları üzerinden edebi eserler da

Peter Carey / Bir Sahtekar Olarak Hayatım

Yaz okumaları, devam. Takip etmek, neyin kimi anlattığını oturtmak zordu ama hikaye ilginçti. Gerçekten olup olmadığı belli olmasa da bir şairin başka bir karakter yaratarak ünlü olduğu iddiası. "Ne berbat bir şey bu, Christopher, bu noktaya gelmek. Ölümün hepimize geldiğini söyledim. Hayır, hayır. Şu lanet hayatım boyunca bir sanat eseri yaratmaya çalıştım. Ve şimdi sonum gelince, onu verecek yalnızca sen varsın. Eski düşmanım. .... Bu ne? Onu yok etmeyeceğine yemin et, dedi. Kitabın adını taşıyan ilk sayfasında o yırtıcı, alaycı, iğneleyici başlığı gördüm: Bir Sahtekar Olarak Hayatım. Onu yakmayacağına yemin et . Bu nedir? İnsan ruhu, dedi. Kendi kendiyle alay ettiğini sandım. Ne bekliyordum ki? Elbette sanat değildi. Yemin ediyorum, dedim ona, buna hiçbir şekilde zarar vermeyeceğime yemin ediyorum. Gerçeği söylüyordum. Bir paranoyak şizofrenin sabuklamaları da olsa -ki tam da öyle düşünüyordum- onu muhafaza edecektim." Syf 226.

Ola Bauer

Yaz okumalarına Ola Bauer-Acemi Pezevenk (Magenta) ile başladım. "kötü yalancılar her zaman gerçeği anlattıklarının altını çizerlerdi. iyi yalancılar bunu yapmazlardı. yapamazlardı. iyi yalancılar birlikte olmaktan hoşlanmazlardı. onların kendi kodları ve sinyalleri vardı. yalnızca anlatıcının kulağına ulaşan kısık, köpek düdüğü gibi bir gülüş anlatıcıya sipere yatması gerektiğini; çünkü orada sıradan , geçeği arayan, ortalama insandan daha fazlasını isteyen, kendisine benzer birinin bulunduğunu anlatırdı. Tom kendini bildi bileli yalanlara bayılırdı. Onu yalanlar ayakta tutuyordu. İnsanların sırtı dik bir ahlak yasasıyla tepeden tırnağa içine büründükleri dinsel bir totemle dolaştıklarını görmüştü. Eğer gerçeği söylerlerse her şeyin iyi gideceğine inanıyorlardı. Tom da denemişti bunu. Batağa gömülmüştü. Dürüstlükte ölüm tehlikesi vardı, çünkü yolun sonuna kadar dayanmıyordu." syf 78. 

yalçın tosun / onat'ın odası

"o odada bir şey olmuştu hissediyordum, ama ne olduğunu çıkaramıyordum. bir şey olmuştu ve bundan sonra sanki hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. içimde bir yerlerde daha önce hissetmediğim, coşkuyla karışık ince bir acı vardı. Zevk veren, küçük ve bir an önce soyulması gereken bir yara kabuğu kendisini kaşımamı, kurcalamamı hatta kanatmamı istiyordu. (...) sanki o zaman bir şeyler tam olması gerektiği gibi olacaktı, bu benden kurtulup aradığım öteki bene kavuşacaktım. bu olabilirdi, inanıyordum. Ama bir yanım burada, Onat'ın odasında kalarak uyumaya çalışmamı söylüyordu. uykuya dalmadan önce neden buraya geldiğimi, onun neden ya da nasıl bu kadar değişebildiğini, hayatımda her leyin mümkün olabileceği hissinin bir anda içime nasıl giriverdiğini ve sonunda sersem gibi neden ağladığımı rahat rahat düşünebilir ve belki bir sonuca varabilirdim." (peruk gibi hüzünlü/onat'ın odası/syf. 72)
Pek konuştuğum yok bu aralar, konuşma fırsatı olunca arayı kapatmak için fazla konuşuyorum gibi geliyor. Ağzımı çok sık açmadığımdan kelimeler ancak dişlerimin arasından yer bulabiliyor çıkmaya; rahat çıksınlar diye fazla açılınca da dökülüyorlar. Sınav kağıtları, biraz kitap, biraz müzik, yaz kitapları için araştırma, biraz düşünme ve kahveyle birlikte sessizlik arayışı... Uzun süredir dinlemediğim şarkıları hatırlamak istedim. Kimi öğrencilerin ziyaretleri ve sözleri mutlu etti. Bir de ilk baskı kitap hediyesi aldım, ilk kez. Yaz aylarının gelişi, parasızlık hissini artırıyor. Doyasıya ve umarsızca içtiğimiz günleri özlüyorum. Şimdilerde neredeyse çakırkeyf bile olmuyorum. Boşluğun içinde dalgalanmayalı çok oldu. O yüzden öylece durup boşluğa bakmak bile iyi geliyor. O anda bir şey düşünmediğim için. Olmak istediğimden çok uzakta bir adam olarak elimdekiyle iyi geçinmeye çalışıyorum.

ayfer tunç/aşıklar delidir

"Uçsuz bucaksız kumsal bomboştu. İkimizden başka kimse yoktu. O sıcak ve kalabalık yazdan ne bir şezlong ne bir şemsiye kalmıştı. (...) Dünyanın sürekli uğuldayan bir yer olduğunu hatırlatan dalgaların ve kışın geldiğini haber veren sert rüzgarın sesi sayılmazsa derin bir sessizliğin içindeydik. Öylesine yalnızdık ki ve ikimizdik ki sanki bütün dünya çok eğlenceli bir partiye gitmişti de biz davet edilmemiş gibiydik. Zaten biz ne zaman ikimiz olsak dünya bizi terk etmiş, kimse bizi aralarında istememiş gibi oluyorduk. Birbirinin acı dolu bedenleriyle yetinen iki yoksul aşık, aşık olduğunu bilmeyen ve bilmek istemeyen." (Ayfer Tunç / aşıklar delidir ya da yazı tura, syf. 187-188).

uğultu

Buralardan geliyorum aslında diye düşündüm kenarda duvara yaslanmış dururken; ışıklar, renkler, sahne önü ve arkası, gürültü ve kulak uğultusu. Şimdi kenara çekilmiş olsam da, kenarda köşede kalsam da oralarda buldum bir şeyleri, bulundum ve görüldüm. Işık başka yana dönük ve karanlıktayım; ama bu yok olduğum anlamına gelmiyor.  Arada bir yokluyorum sağımı solumu, varım; daralsam da. Yanımda yöremde az kişi kaldığının da farkındayım, herkes ışığa bakıyor ya da dönüyor, malum. Onlara kızamıyorum, kimseyi karanlıkta kalmaya ikna edemem. Yine de iyi kötü ayaktayım. Kitaplar, müzikler, fikirler, cümleler ve yazılar arasında bir yerlerdeyim. Boşluğun etrafını öylece dolduruyorum. Eşim ve kızım, tamamlıyor çemberi. Buralarda, sizden uzakta, ışığın tersi yönde yaşam devam ediyor. Bağrış çağrış duyuluyor merak etmeyin, sesleriniz geliyor ve bizi yakalıyor. Sizden kaçmak mümkün değil. Kaçacak bir yerimiz de yok. Duvara yaslandık duruyoruz. Duvarın bir figürü oluyoruz belki de yavaşça. Duvarın b

Delinin Yıldızı/Kadıköy

2017 sonlarında çıkan albümlerden Vega'nınkini (Delinin Yıldızı) Kesmeşeker'den (Kadıköy) daha çok tuttuğumu söylemeliyim. Kayıtlar ve düzenlemeler açısından daha iyi bir albüm olmuş. Delinin Yıldızı, Hafif Müzikteki çizgiyi devam ettiriyor belki bu açıdan avantajlı. Kadıköy'de ise yeni denemeler var; belki onları oturtmak zaman alacak. Bir anda Kesmeşeker'in en iyi albümlerine arasına girmedi benim için; Kum'un liderliği o konuda devam ediyor. Sözler konusunda Cenk Taner hala üstün olsa da sanki grup olarak yapılan işler de diğer başka detaylar öne çıkıyor. Daha önce MŞŞ'nin, Demirhan Baylan'ın, Veys Çolak'ın katkıları yadsınamazdı. Bu kez bu katkılar az kalmış gibi duruyor. Vega'da ise özellikle davul kayıtlarındaki bilgisayar etkisi kulakları tırmalıyor bir parça. Albümlerde her zaman hit olacak şarkıları değil de (bu grupların hit şarkısı olmaz gerçi) arkada kalmış şarkıları bulup çıkarmaya çalışırım. Huyum kurusun. İki albüm de son düzlükte, son

şöyle bir bakacak olursak

şöyle bir bakacak olursak geçmişe; hevesliydim, öğrenci kulübü yönettim, dergi çıkardım, yazılar yazdım,  insanlarla konuşmaya inandım, duvara yazılar astım, fanzin çıkarttım, siyah ve beyazdım, nettim, mesaj vermek istedim, fotokopiciler ikinci evimizdi, makinelerin sıcaklığında ısındım, gruplar kurdum, insanları bağladım, insanları ağırladım, yazılar yazdım (söylemiş miydim?) müzik gruplarının peşine düştüm, fan oldum, sahne ışığı, bira satışı, kulüp kurdum, imza aldım, sarıldım, konserleri takip ettim, beş bin kişiyle omuz omuzaydım, sıcaktı, yoruldum, uykum geldi, insanlarla konuşmaya inancımı kaybetmeye başlamıştım, yazılar yazdım (orasını biliyoruz) trenlere bindim, uzun uzun yollara düştüm, insanlar etrafımdaydı, konuşmadım, seyrettim, dinledim, dinlenmedim, kendi başımaydım, başka binler de oldu, misafirlerim oldu, ev sahipliğim ve konukluklarım, kafam iyi oldu, kötü oldu, iyi kötü yaşıyordum, gezip dolaştım, otobüs koltuklarında ısındım, vagonlarda terledim, uçaklara yetiştim,