Kayıtlar

Ekim, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

kabuk

Sansürlendik geldik. Suçlu gibi hissettim kendimi, aslında suçluyum tabii... Anlattığım için. Aslında susup bi köşemde otursaydım kimseye zarar vermeyecektim. Kabuğumdan çıkma denemelerim elime yüzüme buluşarak son buluyor. Sinirler-gerginlikler-öfkeler-hayal kırıklıkları-korkular üretiyor dışarıda gezip tozmalarım, bana ve herkese... "Beceriksiz ve korkak bir hayvan" olduğumu daha ilk postta söylememiş miydim? hmm... Kabuğa geri dönüp, insanları rahat bırakmam gerek sanırım.

gelenek

Kılıç kalkan ekibiyle karşılamak yaklaşan hayatı ve ona dikenli elbiselerimle sarılmak, en sevdiğim geleneğimdir. Ardından, hazmedilemeyen bir geçmişin verdiği ağız kokusuyla öpersin yanaklarından konuğun. Salya sümük izler bırakırsın bağrında; bir avuç kusmuk onu doyurmaya yeter de artar bile; ne de olsa içimiz dışımız birdir; biz bizeyizdir. korku ve kaygı, pirimizidir; belirsizlik, daimi duamız.

ararım tadını eve dönmenin yolu bilmenin

ben hala ölürüm plastik çiçekli gizli bahçemde sessizlikten kaçar sığınırım yorgunluğun koynuna, apansız uyanır düşlerin tek güzel yerinde ararım tadını eve dönmenin yolu bilmenin kimin kimin bu sessiz eller mor halkalı yaralı gözler kıyılarıma vuran sen misin? kimin kimin bu kör gözler bu varışsız yalan sözler adını unutan sen misin? ben hala ararım bilinmeyenin ulaşılmaz balını kaçarım kalabalıktan yalnızlıktan dostumuz ölümden... apansız uyanır düşlerin tek güzel yerinde ararım tadını eve dönmenin yolu bilmenin (Teoman/sessiz eller/papatya)

anlamak

"Non ridere, non lugere neque detestari, sed intelligere" (spinoza) "Gülmemeli, kaçmamalı, horlamamalı ama anlamalı".

film

Aynı konuyu, başka oyuncularla oynatıp başarıya ulaşmaya çalışan bir yönetmen edasıyla kurguları ne derecede farklılaştırabileceğimi sorguluyorum. İyi yaptığı işi sürekli yapmakla, yeni denemeler yapmak arasında gidiyorum-ki ikisi de sonuçta korkunç oluyor. Aynı filmleri çekmekten sıkılmam gerekir oysa ki...

isim

Bazı isimler peşinizi bırakmaz, dönüp dolaşıp karşınıza çıkar. Halbuki siz o ismi, bir veya birden çok sıfatla karşılamaya başlamışsınızdır; yani o isim sizin kafanızda tanımlı ve betimlidir; basit bir cins ad değildir. Yolda karşınıza çıkıveren bir tabela, evde televizyon keyfinize turp sıkan bir reklam; interneti kapatıp bilgisayarı dışarı fırlattıran, banka hesaplarınıza bile sızan, velhasıl ensenizden ayrılmayan bir gölge...

the mirror

Nedensiz bir öfkeyle uyanıp, kendimi dışarı attığım, yolda kaşlarımı çatıp ne bakıyorsun ulan diye birilerine dalma sınırında dolaştığım, biri bir şey dese de patlasam diye arandığım ama sonra kös kös, öfkemi yutarak eve geri döndüğüm anlar... Öfkemi kusamadığım insanlar yerine aynada kendime kusmak, duvarlara kusmak, içime kusmak ve sonuçta bir bataklığın içinde takılı kalmak... Böyle anların şarkısı; The Mirror (Dream Theater / Awake): temptation- why won't you leave me alone? lurking every corner, everywhere i go self control- don't turn your back on me now when i need you the most constant pressure tests my will my will or my won't my self control escapes from me still... hypocrite- how could you be so cruel and expect my faith in return? resistance- is not as hard as it seems when you close the door i spent so long trusting in you i trust you forgot just when i thought i believed in you... it's time for me to deal becoming all too real l

geçmek süresi

Bu sabah  küfrederek uyandım; nedenini bilmiyorum. Geçip gitmeyen şeylerle ilgili olabilir, beklemenin beyhudeliği ya da... Sonra şu şarkıyı dinledim ve tüm gün mırıldanıp durdum: "hayatından çekip gitmek benim için zor oldu. her şey iyi olacak sanma, yanılmak gündelik oldu. seni ezip gitmek,senin için zor olurdu. her şey iyi olacak sanma fedakarlık dost oldu. düşünden bir ur gibi geçtim dilinden bir yara aklından bir sır gibi geçtim bugünden yarına... iyi olur diye beklemek benim için zor olurdu. her şey kötü olacak sanma yaşanan en kötü buydu. düşünden bir ur gibi geçtim dilinden bir yara aklından bir sır gibi geçtim bugünden yarına... yalnızım çünkü razıyım!" (Kargo/Geçmek Süresi/Yalnızlık Mevsimi)
"beklemek"ten bahsetmiştim ya; boşuna değilmiş takılı kalmam bu kavrama-Aslı Erdoğan da bahsetmiş; soğuk bi Ankara öğleden sonrasında titreyen elleriyle benim için imzaladığı kitabı-Hayatın Sessizliğinde'yi yeniden karıştırırken (eski acıları tazelerken ya da) aynen buna benzer bir şeyi yakaladım: "Beklemek...Kıyameti, Mesih'i, sınır boylarından dönen habercileri, karların erimesini, havanın aydınlanmasını... İlk kıpırtılarını bir bebeğin, bir çağrıyı, bir mahkeme kararını... Saatlerin sonunu, uykuyu, yeniden doğmayı. Bir sözcüğün, boşluğa onu boydan boya kat etmesini, binlerce ışıltıya dönüştürmesini... (...) 'Neyi bekliyoruz, böylesine toplanmış?' Hiçbir ve herşeyi. Daha sıcak, daha serin mevsimleri, çağları, hayatımızın en güzel yıllarını, barbarları, gelenleri gidenleri... Bir mucizeyi. (...) 'Ne zaman dönecek! Sorma!' Her bir an, içinden geçmem gereken bir iğne deliği sanki, koskoca geçmişim, darmadağınık bütün ben'lerimle, bir kere

gilmour

David Gilmour'un son albümü-On An Island'ı uzunca bir süre keyifle dinledim; yaşlılık dönemine yakışan müthiş bir olgunluk, sakin ve dingin-demlenmiş-tam tadında akustik bir albüm-sakin bir döneme müthiş bir partner... Ama lanetli bir günün anısına sanki cezalandırmıştım üstadı; koca bir yalanı öğrendiğim an o albümü dinliyor olmaktı suçu; o ana geri dönememek için hiç dinlemedim bir süre ama bu akşam dream tv'de canlı performansı izleyince,tekrar ziyaretin zamanı gelmiş dedim; işte canlı bir kayıt: On an Island

beklemek

Günler bir şeyleri beklemekle akıp gidiyor. Arayı dolduran ve çerçeveyi tamamlayan şeye de sıkıntı deniyor. Sıkıntı, yalnızlığı besleyip sıkılaştırıyor-onu çözeceği yerde. Ya sınavı bekliyorsun, ya tatili, otobüsü veya ya sevgilinin gelmesini, ya terfiyi, ya maçın başlamasını veya bitmesini; aslında en basitçe ölümü. Bekleyip elde ettiğin sonucunda, bir ölüm ve sonra yeni bir başlangıç. El öpmeler, ziyaretler, gülücükler, iyi dilekler, hoşgelip hoşgitmeler; bekleyip geçersin sen olmadığın bir sürecin içinden. Gelmeyeceğini bilerek, beklersin kendini; seni sen yapan şeyi, seni senden alıp götüreni. O uzun bekleyişin araduraklarındaki küçük bekleyişler, hayatı biraz çekilir kılmak için umut verse de, baki kalan o derin sıkıntı, çerçeveyi sıkılayan...

yalnızlık kurşun geçirmez

"O kitaplardaki yalnızlığı çok gösterişli bulurdum. Aynı zamanda da korkutucu. (...) Ama artık biliyorum yalnızlığın o kadar da korkutucu bir yanı olmadığını. Tabii ruh sağlığı yerinde ve içlerinde bir tek kişi taşıyanlar için söylemiyorum. Sözüm benim gibi içinde binlerce ruh taşıyanlara, Uzakdoğu efsanelerindeki canavarlar gibi yedi kafalı tek bedenli insanlara. Ben hep kalabalık oldum. Şehrin uzağındaki bir semte giden, günün tek otobüsü kadar kalabalık. (...) Dolayısıyla iyi geldi bana yalnızlık. Kendime yeterince zarar veriyordum. Ve bir de dünyanın vereceği zararları ortadan kaldırmanın imkanı olmadığına göre, yoklarmış gibi davranarak yalnızlığı seçmek en doğrusuydu. Yalnızlık kurşun geçirmez. Dostluk, aşk, aile geçirmez. Hiçbir şey geçirmez. Dışarıdan sokmadığı gibi içeriden de çıkartmaz. Cerahat yapar. Antibiyotiğini de kendine besler. Yeter ki nerede olduğu bulunsun..." (Hakan Günday/Kinyas ve Kayra/syf152)