Kayıtlar

Mart, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

adres

yeni bir sürekli adres bulmam için zaman daralıyor. geniş düzlüklerde top koşturmayı kim sevmez... ikametgah il muhaberimin, reykjavik ya da santa cruz'a nakli için, hayatımda nasıl bir değişiklik gerekirdi acaba? eminim honululu'da ya da tallinn'de atlastan yer bulmaca oyunundaki çocuklar için, niğde karizmatik bir isim gibi duruyordur. zaten artık önemli olan, keyifle yaşayacak bir yerden ziyade keyifle takip edecek bloglar bulmak değil mi? ikincisinin heyecanı bazen daha yüksek olabiliyor. yine de günün birinde karar verip latin amerika'ya yerleşsem, karnımı doyuracak bir iş bulabilirim. ayrıca sürekli hayatımın köklü biçimde değişmesi isteğini umarken, gidilecek yerlere dair rehber kitaplar okumuyor değilim.

another permanent address

sometimes i wanna sleep in the street but it feels a little funny without you down in the basement feeling the pavement holding my stomach. and sometimes i can't believe my own feet so i found another permanent address sold the old mattress keeping the changes talking to strangers.. i knew i could forget you, that's what i'm gonna do now i'm staring at a stop sign, just like the last time hey you're everything you dreamed you'd be what a civilized way to be angry locked in the attic, starting to panic wait, that's me... always it's the same situation it's got to be somebody's fault but i never know what to do so let's say we put the blame on you standing in a phone booth waiting for the punch line trying not to call you just like the last time. ( chroma key/another permanent address/you go now )

olan biten

Resim
* Diş fırçalarken altdudağımı ısırdım; kanadı. Nasıl oluyor böyle şeyler, anlamıyorum. * Bu seferki karnabahar acı çıktı, yine de yedim. * Uzun süre sonra süt içtim. * Hafta sonu ikisi statta, biri halı sahada, biri tv'de olmak üzere 3 (değil, 4) maç izleyerek çayıra çimene doydum. * Arka pencerem çiçek açtı. * Yine 3 numarayım.

katkı

türk futbolunun en üst seviyesine yapabileceğim katkıyı yaptım. yener umuduyla bursaspor'un maçını izlemeye gittim. benden bu kadar. sıra oligarşide. "kaptan yeter artık, bu kaçıncı ölümüm?"

kainat kestirmelerle doludur

"Tutarlılık, şahsiyetsizliği kamufle eder. Buna karşılık, muktedirler de kendilerini hakkında kolayca yanılırlar. Sıra dışılık da, sıradanlık da hayatın sonsuz gizeminin ayrılmaz parçalarıdır. Ivır zıvır peşinde koşan bir açgözlü mü olacaksın, paha biçilmez şeylere burun kıvıran bir müşkülpesent mi? Kulağa hoş gelen yalanlar seni yufka yürekli bir köleye çevirebilir. Kısacası, karara varmak için elimizde yalnızca sezgi ve hislerimiz vardır. Fikirler, düşüncelerden doğmaz. Bilginin asıl fonksiyonu, duygularımızı değiştirmesidir. Zihniyet, hissiyata tabidir. Çaktın mı köfteyi?" (M.M/K.B.V/s.314)

high violet

Resim
The National 'ın yeni albümü High Violet, 11 Mayıs'ta çıkıyormuş. Albümden iki şarkı, biri (Terrible Love) canlı performans, burada ; diğeri albümün resmi sitesinden indirilebilen Bloodbuzz Ohio, şurada . Albüm Kapağı:

dayı#2

Resim
4 dayım var. Onların hikayelerini kitaplaştırsam, Adana Futbolu'ndan çok satar eminim. En büyüğü, mühendis. Tarsus'tan çıkıp üniversite sınavında derece yapmış, ailenin gurur kaynağı. ODTÜ-İTÜ, güreş, çapkınlık, kariyer, zenginlik derken aileyle bağlar kopmuş. Adana'da yaşıyor; yengemin tabiriyle annemin bıyıklısı. Uzun süredir görmüyorum ama masmavi gözleriyle, kıkır kıkır gülüşüyle hatırlıyorum. Bir sonraki, tam tersi; haylazlığın kralı. Sık sık sınıfta kaldığı için dedem ayağından tavana asmış bunu. Nenesi, ağzından bok gelecek çocuğun diye kükremiş dedeme. Bunun hikayeleri iki gruba ayrılır. Çoğunluğu "ya ilkokul 1'deyim ya 2'de" diye başlayan köy hikayeleri ya da mavraları, ikincisi meslek hikayeleri: Berberlik. Özellikle askerlikte meslek bilgisiyle yan gelip yatması, ordu evlerinde komutan eşleriyle makaraları... Şimdilerde babamın yayla yoldaşı; envai çeşit bitkinin otun suyunu çıkarıp çay niyetine içer ya da yağını yapıp sürer. Bi ara baş ağr

zorla denize sürüklenen kara kaplumbağası

"Akşam güneşine markaj yapan suratsız binaların arasında, derisi yüzülmüş bir maymun gerginliğiyle turluyorum. Çaresizliğin promosyonu olan bir dirayetsizlik ve endişeyle dopdoluyum. (...) Ilık ve yumuşak porselenden yapılmış genç kızlarda, şehvet hezeyanları çınlıyor. Maaşı ancak yoksulluğunu sürdürmeye yeten üçüncü lig bekarları, kravatlarını gevşetmiş. Dişinden tırnağından artırıp dişçiye giden, manikür yaptıran plaza amazonları umutsuz bir kibirle yalpalıyorlar. Emekli memurlar rüşvet ve iltimasla dolu yılların lağım şelalesinden tamtakır bir cehalet referansıyla buz gibi bir hüzne terfi etmişler. Altın dişleriyle demir leblebi yiyen sentetik kabadayılar, cinayet pozları veriyor. Kalabalık, intikam alamadığı için suça yönlen ilkel bir yaratık. Muğlak bir töhmet altında kalmak pahasına, şu karmaşık dünyada basit bir yaşama tarzı. Reklamlarla fişteklenen yığınların tek bildiği, örümcekle sinek arasında pazarlık olmayacağı. Kitleleri etkileyen her söz yalan. Peki ya ben? Bu a

olan biten

* Korkma Ben Varım 'ı okumaya başladım. Uzun süredir böyle keyifli kitap okumamıştım. Bir süredir kendisini aldırmak için diretiyordu zaten, hislerimde yanılmadım. Yarın buraya alıntılayacağım kısmı, kitabın genel ruh halini yansıtmıyor gerçi... * Film festivalinde, Orada 'yı, Kara Köpekler Havlarken 'i izledim ve beyaz gece seansına gittim. Son filmin -kore filmiydi- yarısında çıktım, sabah 5 buçuk gibi evdeydim. * Kızartma yaparken, önce sıçrayan yağları engellesin diye koyduğum gazete yandı, ardından da ikinci partiyi atarken bileğimi yaktım. Az pişmiş rosto kıvamında, iki orta boy pembe-siyah lekem oldu. * Halı sahada bozguna uğramaya devam...

ama ne gezer...

"(...) Bekler mi beni Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen Bir sürü yaz gününün içinde Acaba bekler mi beni? Uykularım, o sonsuz uykularım... Yanmış bir limonluktaki - Ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde Sesini hiç eksiltmeyen - Ama bilmez miyim ben Bilmez miyim hiç, Böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine Kısacık bir zaman olmalıydı elimde Turfanda meyva gibi bir zaman Yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği Geçerek erguvanların dönemecinden Leylakların dörtyol ağzından Yapıştırıncaya dek beni dudaklarına Acının dudaklarına ve geçmişin Bir yaban gülü yaprağı gibi beni Ama ne gezer. (...)" (edip cansever/ben ruhi bey nasılım)

hani bi ara...

hani bi ara muhabbet, eğlence gırgır vardı, birkaç kadeh içince hele çenemiz düşerdi, laylaylom, şarkılar türküler, öyle olmasa da öyleymiş gibi söylenen sözler, tavırlar edalar, bakışlar ve gülüşler, yandan çarklı gidişler ve dönüşler; ne oldu ne bitti, hangi ara sular aktı gitti, tıkanık lavabo mu çekti, bir şeyler değişti, durdu ve bekledi. insanları mı ciddiye almaya başladım, burnum mu sürtüldü yeterince-bilmiyorum. kimseye dert anlatacak mecalim yok. "üşeniyorum, öyleyse yarın". yarın veya ertesi gün... ama iki çift laf etmek zor geliyor; zaten saatlerce konuşmamaktan sesim ergen çatlağı gibi çıkıyor ilk seferde. nesnelerin ve kişilerin adını unutuyorum sıkça; tekrar etmemekten belki; ama misal, yıllar önce dinlediğim ve bir daha hiç duymadığım bir şarkıyı bulaşık yıkarken dillendirebiliyorum. ya da "o an"lar hala aklımda. demek ki birikenler çıkıyor bir süre sonra. umarım bugünlerde biriktirdiklerimi de çıkarırım. umarım kimsenin üzerine değil... henüz kimse

faaliyet raporu

Sokakta ne varsa stadyumda da o var. (Radikal internet sitesi, Tartışı-Yorum, 15.03.2010)

hiç kimse istemez istenmez olmayı

"kadıköy çarşısında, sinema çıkışında yağmur, ıslattı beni sana olan güvenimi, iki adet biletimi attım, attım yere yağmurda ıslanmış bir kedi gibi hiç kimse istemez istenmez olmayı, kırılmayı haketmedim yağmur, yağmur yağ üstümüze yağmur, yağmur sev beni, sev beni düne kadar herşeyi unutmaya razıydım oysa, en azından bir haber, ya da bir telefon... neyse boşver, boşver." (kesmeşeker/yağmur/tut beni düşmenden)

beyaz ve beyaz

Resim

kitap ve ezber

yıllardır açılmamaktan kesif bir nem kokusu sarmış bir kutu burun deliklerini mi sızlattı yoksa temizlenmeye bile üşenilen köşelerdeyken biriken tozlar ciğerlere mi yapışmaya başladı bilinmez; unutulan kitaplarım, tam da arakımın beyazlığı vücudumun kızılına karışmaya başlamışken ve hafiften musiki mırıldanırken dudaklarım, kulaklarımı çınlattı. herhangi bir yere bırakılmak isteniyorlardı, "sonra şey olmasın"dı. okunup bitirilmiş hikayeler, elbet bir gün bir yerlerde yeniden anlatılır tabii ki, bir şey olmaz ama çok şey olabilir. yeniden anlatılışta yeniden yazılır ve yenilenen her şey gibi eskisini aratır. şimdi kitapsızlıktan, eskileri karıştırıp dururken, bunu okuduğumda neydim-ne yapıyordum da okuyorum. gidiş yoluma puan berilen ama hoca anlamasın diye küsüratlı uydurulan sonuçlar, sonuçta beni kanaat notuna mahkum bırakıyor. neyse ki genel hal ve gidişat, muallimlerin nezdinde umut verici nitelikte. 4,5'tan 5'le paçayı kurtarıyoruz. öyle veya böyle hikayeyi anl