Kayıtlar

Ekim, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

kitaplık

Resim
Yeni kitaplığıma geç de olsa kavuştum. Trabzonluların attığı dirseğin ağrısı içinde şekil verdim kiraz ağacı parçalarına. Sonra en keyifli olacağını sandığım kısma giriştim ki her şey karıştı. Meğerse odanın düzensizliği kendinde bir ritmmiş; üst üste kitaplar aralarındaki tozlar ve anılar tarafından tutkallanmış. Yerinden kalkan her bir nesne anlamsız parçalara dönüştü. Aslında karmaşık halleriyle anlamlı bir kümeydi, hepsinin bir konsepti vardı. Tekrar eski haline getirip karıştırıp raflara dizsem de bir şeye yaramadı. Neyi nereye koyacağımı bilemedim. Gazetede C. Abinin masası o kadar karışıktı ki temizlikçi bey abi oraya hiç ilişmezdi. Ben de mi öyle yapmalıydım bilemiyorum. Şimdilik yayınları, yazıları, (ah, iki kitabı tabii!), Express ve Birikimleri sınıflayabildim.
Resim
(safranbolu/25.10.'09) "Orada, taş binanın önünde, öylece, sallanarak duruyordu, ağır ağır aralanan, kapanan, aralanan bir göz gibi. Yeryüzünün kırış kırış derisinde eski bir yanık izi, bir doğum lekesi gibi. Son biçimine, insan biçimine ulaşmadan önc katılaşan, üzerine basıldıkça sınırlarından dışarı akan bir gerçeklik lekesi. Şaşırtıcı derecede öfkesizdi-herşeyi anlamış, herşeyi bağışlamıştı. (...) Oysa yaraların diliydi onda konuşan, yaraların ve yalnızlığın, terk edilmiş pazar yerlerinin, sokakların, ranzaların, içinden kimsenin geçmediği öykülerin... Suskunluktan koparılmış sözcüklerin, aşılmaz bir sessizlik halesiyle çevrelendiği ve suskunluğa geri döndüğü, kimsenin işitmediği, kimsenin istemediği bir dil." (Aslı Erdoğan/Taş Bina/Taş Bina ve Diğerleri/s.66-67)

let me go

Resim
(amasra-safranbolu yolu) "let me go let me go let me seek the answer that i need to know let me find a way let me walk away through the undertow please let me go (...) let me break! let me bleed! let me tear myself apart i need to breathe! let me lose my way! let me walk astray! maybe to proceed... just let me bleed" ( Pain Of Salvation/Undertow/12:5 )- Orjinali Remedy Lane albümünde olan şarkının, akustik albümdeki müthiş canlı performansı.

balıkçılar

Resim
(amasra balıkçı barınağı/25.10.'09) "bildiklerim bilmediklerimden azdı, kainatta bir yerdeydim; bir türkü söylemekteydim..."

gün doğmadan

Resim
"gün doğmadan, deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola... geride bekleyenin varmış, aldırma."

amasra-safranbolu

Resim
Dün güneşi Amasra'da doğurup, Safranbolu'da batırdım: 10.yıl kutlamalarına yeni bir halka; görülmedik yerlerin sayısında azalma; tek başına orada burada olmanın bildik tadı...

tek eksik

Aslında tek eksiğim, a. O olmadan, bcçdefgh işe yaramıyor. Sert sertsizler yumuşuyor ve kaynaştırma harfleri arada kalıyor. Benzeşmeler ise keyifsiz. Tüm dünya a'nın etrafında döndüğü ve bütün her şeyi kapsadığı için o olmadan da olur diyemiyorum. Bir yere kadar denebiliyor ya da... Başka şeyleri yerine koysam da onun tadı bir başka. Diğer pek çok şeyi düzgün bir şekilde idare edebiliyorum tek kişilik hayatımda. A ise bazen oluyor, bazen olmuyor. Evet, sanırım tek eksiğim a. Onun dışında her şey yerli yerinde ve olması gerektiği gibi.

e-süpürge

Resim
Uzunca süre, eşyalar için tutulan evlerde yaşadım. Yaşadık. Biz onlar için vardık, onlar bizim için değil. Onlar sığsın diye kendimizden ödün verdik. Birçoğu benden yaşlıydı, hepsine hürmet ettim. Çünkü evin en yenisi bendim. Özellikle elektronik eşyalar, abaküsün bilgisayar sayıldığı devirdendi. Koltuklar, bilmem kaç kez yüzünü yenilemiş; televizyona arada kumanda cilası çekilmişti. Her şeyden iki üç tane vardı, biri henüz olmayan yayladaki eve, biri henüz olmayan emeklilik sonrası eve... Bir kısmı depoda, bir kısmı inşaatı yaklaşık on yıl süren bir evde. Hiçbirine amortisman ayırmadık. Amortisman bizdik. Kendimizi onlar için sakladık. Onlar kendini yeniletmek zorunda bırakırken ben de o evlerden uzaklaşıyordum. Artık onlar, saygı duyduğum büyük abilerim-ablalarım olmaktan çıkıyordu. Eve yeni gelen misafir gibilerdi. Aslında misafir bendim. Hiçbir eşyamın olmadığı kente geri dönecektim. Zaten gri kentin beyaz eşyası olmazdı. Olsa olsa gri olurlardı onlar da... Hatta gün gelecek, b

yeni bir dünya keşfet kendine

don kişotluğa giden yolda, içerdeki şövalye kıpırdıyor, yeldeğirmenleri bekliyor: "sessizce kuruyor içinde soluk renkli çiçekler, asfaltlanmış mutluluğa giden bütün kestirmeler. yeni bir dünya keşfet kendine bu kez hiç durmayan... bir şövalye var içinde seni koruyan küfretme hayata güzelliğini kirleteceksin, bir gün sen de kırılmaz kalpler icat edeceksin. yeni gözler uydur yüzüne, bu kez hiç ağlamayan... bir şövalye var içinde seni koruyan" ( redd/bir şövalye var içinde/21 )

telif

Yazarak para kazanmak ne güzel. İki aydır kontrol etmediğim bir banka hesabımda, yaz aylarında çıkan yazıların teliflerini görünce, ki birikmiş olunca kayda değer oluyorlar, pek bir sevindim. Yıllar evvel Kıvanç Bey Abi'ye bu isteğimi dile getirdiğimde, "e olur tabii" demişti. Yavaş ve geç ve güç ama oluyor. Hayat kurtarmıyor ama hayat veriyor. Aylardır yapmadığım birkaç ödemeyi gönül rahatlığıyla yaptım. İlk kitabın telifi de borçharç dengesinde elimi güçlendirdi ve ay sonunda ikincisi de öyle olacak. Onca çaba sadece durumu sıfırlamaya yetiyor. Hiçbir zaman artı değil. Sıfırdan başlamak gerek bazen. Yazıp, çizip ömür tüketmek...

falan filan

"yormadan yorulmadan kimseye dokunmadan duymadan konuşmadan kendi dünyamda yaşarım ben. dilim acıtır konuşursam şeklim uymaz boşluğuna elim gitmez sevmezsem kelepçe takmam boşu boşuna. manzaraya daldım, ses çıkarma; gerçek can sıkar, beni uyandırma... (...)" ( Redd/Falan Filan/Kirli Suyunda Parıltılar )

korkusuz kirpiye övgü

"dikenliyim, yaradılışım öyle. Yanıma yaklaşıldı mı tortop olurum. Bu yanıma yaklaşanlar, ister kedi, ister köpek, ister insan olsun... Bir kez, insanlara akıl erdiremiyorum. Cırnakları gözükmüyor, yok belki de. Sonra öbürlerinden çok daha ağır kanlılar. Ama bu yüzden ne yapacaklarını hiç mi hiç kestiremiyor, apışıp kalıyorum karşılarında. Onların başka bir gücü, bir savutu, ya da dikenleri var ama ben yerini çıkaramadım... (...) Dikenlerini kabartmadan beklemek gerektiğini, gelenin dost mu düşman mı olduğunu anlamadan dikenlerini kabartmanın eski kafalılık sayılması gerektiğini söyleyen bir komşumuz vardı burada. Ben de inanmağa başlamıştım dediklerine. İşin tuhafı inanıyorum da hala. Geçen kışın başında o canavarın dişleri arasından sarkan kanlı ölüsü, düşüncesinin yanlışlığını göstermez bana kalırsa. (...) Ama bildiğim birşey var: Korkumuzu azaltmalıyız. Azaltmak için de dolaşıp gezmeli, gerçek tehlikelerden kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Yola çıkarken, yalnız düşmanla kar

köprü

Ay doğar mavi mavi Rüyamda gördüm seni yar (Haluk Levent/Köprü/Bir Gece Vakti) Anneler Günü için aldığımız Zeki Müren kasetini saymazsak (Sorma), ablamın aldığı ve dolayısıyla ilk gençliğimin ilk kasetiydi Bir Gece Vakti. Haluk Levent posteri de odamıza astığımız ve babamın indirttiği ilk posterdir. Sonra garip şeyler oldu bu adama, hayatın sillesini yedi belki; ama ilk albümleriyle sevdiğim her isim gibi, ben yine de severim bu adamı. Adanalıdır bir de... Güzel şarkılar vardı o albümde.

hollow years

"(...) Carry me to the shoreline Bury me in the sand Walk me across the water And maybe you'll understand Once the stone You're crawling under Is lifted off your shoulders Once the cloud that's raining Over your head disappears The noise that you'll hear Is the crashing down of hollow years (...)" (Dream Theater/Hollow Years/Falling Into Infinity)

olması gerektiği gibi

38/1'de oturdum ve içtim. Her şey yerli yerindeydi. Olması gerektiği gibiydi. Bütün masaları tek tek dolaştım. Hepsi elimin altındaydı. Üç çeşit yemek yaptım ve yedim. Hepsi birbirinden harikaydı. Cebeci çayırında 4 gol seyrettim ve sonra uyuklayıp zamanın geçmesini bekledim. Okudum ve yazdım. Birbaşımaydım. Düşlerimden daha dün ayılmıştım. Onca zaman hiç uğruna üzülmüştüm ve çarşılara süzülmüştüm. "Kördüm ve daha iyi görebiliyordum". Kimseyi arayıp sormadım. Onlar da beni sormadı. Her şey yerli yerindeydi. Olması gerektiği gibiydi. Pazar akşamı güneşi kalenin alt sokaklarında batırdım. Dar ve sessizdi. Az sonra başlayacak düğün için döner dönüyordu. Ben de evime döndüm. Evde harika bir insan oluyordum. Kendime hiçbir sorun çıkarmıyordum. Bulaşıkları yıkadıkça sorunlar da çözülüyordu. Kimseye bulaşmamak en iyisiydi. Her şey yerli yerindeydi. Olması gerektiği gibiydi.

kabuk adam

"Kaçışımın gerçek nedeni korkaklığımdı. Arzumun hedefine ulaşmasından, onu sonuna dek yaşamaktan duyduğum korkuydu. Zaten eğer yaşayabilseydim, bugün oturup bu öyküyü yazmazdım. “Yaşama kabızlığı” diye adlandırdığım o illete tutulmamış olanlar, yazar olmayı akıllarından bile geçirmezler bence." (Aslı Erdoğan/Kabuk Adam)

solitary shell

kabuk'tan bahsetmeden önce, biraz neşelenmek iyidir; bildiğimiz iyileştirici neşelerden ziyade, buruk ve trajedinin garabet komikliği: (...) as a boy he was considered somewhat odd kept to himself most of the time he would daydream in and out of his own world but in every other way he was fine he's a monday morning lunatic disturbed from time to time lost within himself in his solitary shell temporary, catatonic madman on occasion when will he break out of his solitary shell (...) ( Dream Theater/Solitary Shell/Six Degrees Of Inner Turbulence )

erkan goloğlu

Erkan Goloğlu bugün Radikal'deki köşesinde Adana Futbolu kitabını yazdı: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=958895&Yazar=ERKAN%20GOLOĞLU&Date=13.10.2009&CategoryID=103 Bizim için çok manidar bir katkı. Bunun dışında yazılı basında kitapla ilgili diğer veriler şöyle: Futbol Extra dergisinin ekim sayısında, Mehmet Yılmaz'la yaptığımız söyleşi var. Star Gazetesi Kitap Eki: http://www.stargazete.com/kitap/sicagin-ve-acinin-futbolu-haber-216617.htm# Radikal Kitap: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=954143&Date=11.09.2009&CategoryID=40 Anadolu Ajansı'nın geçtiği haber de geçtiğimiz ay birçok spor sitesinde yayınlandı, örneğin: http://www.sporx.com/detail.php?Type=1&kategori=30&go=166054

kendin

kendin olmak zor zanaat. hep başkalarının kıskacı altındayken, onların erdemleri övülürken kendi eksikliklerine sahip çıkmak... bunu bağnaz bir güzergaha değil de gelişmenin ucu açıklığIna bağlamak... kendin kalırken hiçbir destek görmemene rağmen, bu yolda ilerleme isteği, çatışmanın temel direği.

sonbahar

"kömür deposu boşaldı işte, mamak'a sonbahar geldi..." mamak'a bir kavşak uzaktayken, ankara'dayken, bu kentin sonbaharı senin için ayrı bir önemdeyse ve o güzel mevsim kapıya dayandıysa bu şarkının tadı-anlamı-ruhu başkadır. ama illa ki, ne güzeldir, deplasmanda olmak şimdi.

durak

(...) Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum, göğe bakalım Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor Seni aldım, bu sunturlu yere getirdim. Sayısız penceren vardı bir bir kapattım. Bana dönesin diye bir bir kapattım. Şimdi otobüs gelir biner gideriz. Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç Bir ellerin, bir ellerim yeter belleyelim yetsin Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat Durma kendini hatırlat Durma göğe bakalım Turgut Uyar

gece bitkilerinden

gece bitkilerinden korkuyorum, hayır, geceleri bitkilerden! gizlenirken vurulmuş ulaklara ağıttır bana açtığın her telefon. iki kalp arasında en kısa yol: birbirine uzanmış ve zaman zaman ancak parmak uçlarıyla değebilen iki kol. an ki fıskiyesi sonsuzluğun, keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Cemal Süreya
Geceyi yarıp geçen bir ses olmalı... ( Pink Floyd/The Great Gig In The Sky/Dark Side Of The Moon ) "and i am not frigtened of dying, any time will do, i don't mind. why should i be frightened of dying? there's no reason for it, you've gotta go sometime." "i never said i was frightened of dying."

toz zerreciği

"Çağdaş dünya, ıstırap çeken birinin başkalarıyla paylaşmayı ummasının makul olacağı bir çıkış yolu bulmak için ümitsizce uğraşan yüzer gezer korku ve hayalkırıklıklarıyla ağzına kadar dolu bir kaptır. böyle bir çıkış yoluna duyulan hasret, Ulrich Beck'in hatırlattığı gibi, "bireyselleşmeyle çelişmez, aslında patojikleşmmiş bireyselleşmenin ürünüdür". Bireysel hayat, hepsi de tek başına yaşanan ve hem bu nedenle hem de ele avuca sığmaz ve çoğunlukla belirsiz olmaları nedeniyle daha da ürkütücü olan kasvetli kuruntular ve uğursuz sezgilerle aşırı doymuş durumdadır. Diğer aşırı doymuş çözeltilerde olduğu gibi, burada da bir toz zerreciği şiddetli bir yoğunlaşma yaratmaya yeter." (Zygmunt Bauman/Siyaset Arayışı/s.65)

kördüğüm

10 yılın en önemli gruplarında biri, Mor ve Ötesi. "Patlama"dan önceki albümleri asıl tabii ki; özellikle "gül kendine"; ama "sonrası" için çok önemli bir şarkı ki şu andaki haleti ruhiyeyi karşılayan içerikte: "kim bilir, neler oldu... yer yarıldı, herkes hala kibar. parlak kutularda toy mühendisler, bozuk ve sahte hep havadisler. bu mudur bana reva gördüğün? kimseler bilmez, bu bir kördüğüm. ne ilk ne de son, beraber bekledik, yaptığımızdan ne kadar emindik. durdum durdum kendime güzel bir ağ ördüm kimse bilmez kimse bilmez bu bir kördüğüm ( Mor ve Ötesi/Kördüğüm/Büyük Düşler )

bir şarkıdır dilinde...

Papatyadır elinde Yazla yeşeren sıra dağlar, Bir şarkıdır dilinde Günden güne seni soran sonbahar... Bir umuttur görüp güldüğün Bir tutkudur sokaklar Hergün seni çağırır; Der ki, Sokaklardan geçmezsen hayal olur uzaklar... Ben senin şarkınım der Beni hergün başka söyle. Bazen biraz tutkulu, bazen acılı biraz İçinde sarı güller bulunsun... Ben bir yolum sen de benim yolcumsun Sakın geçme benden, inanmayarak... Sen benim savaşçımsın, gözüpek çocuğumsun Sen güzelsin, en güzel; Denizlerden daha güzel, En güzel çiçeklerden ve seslerden En güzel denizlerden. (Afşar Timuçin) Dinle, Işığın Yansıması/Bir Yaz Günlüğü/Birdenbire

bardaktan boşalırcasına

10 yılın önemli albümlerinden biri de Işığın Yansıması-Birdenbire'ydi. İç-dış oluşun ilk simgesi, alışık olmadık bir yağmur, bardaktan boşanırcasına... Şiirlere yeni bir ruh veren, gayet iyi düzenlemeler ve sololar... "çocuklar gibi koşmak boydan boya, ufukları görünmeyen düzlüğü. soluk soluğa şimdi, üstümüze söken şafak... biz böyle ayakta öleceğiz besbelli deniz gibi durmadan bir kıyıya çarparak her zaman bir yeşili, bir moru arındırarak biz böyle yaşayacağız sevişerek, savaşarak umarak, inanarak bardaktan boşalırcasına, bir yağmurdur bizim için yaşamak." (Afşar Timuçin şiiri) ( Işığın Yansıması/Bardaktan Boşanırcasına/Birdenbire )

peşinden...

peşinden koşup savrulacağım daimi bir güç yok sanırım. her ne olursa olsun, bir şekilde ondan soğumayı başarıyorum. hiçbir şeyi hayatımın merkezi yapmaya eğilimli değilim.

teori-pratik

Çok teori, az pratik; yapılabileceklerin sınırı yoktu ama kendimin çokça... Geçtiğim sokaklardan haritalar çıkarıp, yolumu bulmam gerekliydi. Adlar, yerler ve yönler biriktirdim. Kulüpler kurup bıraktım; tayfalar oluşturup dağıldım; yollar aşıp neyi aradım? Önce nihayet, ardından Limon akşamları; konser sıraları; Sakarya'da elde şarap şişeleri... Aklımda sanırım en çok şu şarkı vardı: "you can feel the waves coming on (it's time to take the time) let them destroy you or carry you on (it's time to take them time) you're fighting the weight of the world but no one can save you this time close your eyes you can find all you need in your mind" (Dream Theater/Take The Time/Images and Words)

lüksemburg-almanya

10 yılın "muhasebesine durmuşken", garip bir ikili geldi geçti 38/1'den; aşti dönüşü garip bir burukluk sezdim kendimde; yazılacak ve okunacakları düşünüp kendimi toplamaya çalıştım ama yönünü arayan iki koca çantalıya "need help?" demekten de kendimi alıkoyamadım! Aslında 10.yıl kutlamalarına bir halka sayılabilir. Geldiğimiz nokta, çıktığımızdan (biz!) çok daha ötede, uluslararası bir seviyede. Ben ve onlar. Olan bitenin kahkahasına, kısa bir sessizlik.

olan biten

"bizi anlamayanları dövmek gelirdi içimden; şimdi gülüyorum olan bitene..." (kesmeşeker/acıların kralı/insülin)

once upon time...

"o zamanlar henüz olric yoktu". sesten ziyade uğultular vardı; kaçıp gitme arzusu; bir tür inanç, hayatı farklı kılmaya dair... İkiz kuleler dimdik ayaktaydı, Akay Caddesi toz dumandı, Kızılay'da sola dönüş yasaldı. Odalar kalabalık, sokaklar kalabalık... Alcatel'in dıt dıt'ları, walkman'in zırıltıları, çekme kastelerin bitip tükenmeyen dönüşleri vardı. Ne ebruli düşler, ne tüm bedenleriyle cinsel organlarına dönüşenler hesaptaydı; sadece karanlık bir odaya giriş, ardından kara bir kedinin miyavlaması. Oyun başlıyordu... gittikçe tehlikeli hale gelen...