Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

muhasebe #20

 Yıl sonu muhasebe yazısı geleneğini devam ettiriyorum. Bu sene evde kal günlerinde blogtaki yazıları etiketlere ayırmıştım. O yazılar da burada, yıl sonu etiketinde bir arada bulunuyor. Diğer etiketleri de sol üstteki üç çizginin içindeki menüde bulmanız mümkün.  Kıvanç Abi'den esinle, o okuduğu kitapları-izlediği filmleri listeliyor, ben de her yıl bugünlerde, o yıl neler yaptığıma dair blogun genel havasına uygun bir dilde bir şeyler karalıyorum. 2009'ta başlamışım bu işe; ilkini iki parça halinde yayınlamışım. İki üç kişi okumuş. Onlardan biri Ebru, diğeri de Mustafa'dır kesin, en eskilerden ikisi. Muhasebe #11 de üç kere okunmuş. Son yıllardakiler belki biraz daha sosyal medyada paylaştığım linklerle artmış görünüyor.  2019'un sonunda önce doçent olup arkasından annemi kaybedince, iyi kötü döngüsünde çember tamamlandı. Annemsiz ilk yıl, duruma alışmakla geçti. Derslere yazılara kendimi vereyim derken hastalık olayıyla beraber bu yıl herkes için hemen hemen ayn

yarın annem ölecek, bilmiyordum

Geçen yıl, bugünler; bir cumartesi: Yarın annem ölecek, bilmiyordum. Ben onu son bir kez alnından öptüm bir cumartesi, onu biliyorum. Akşam evde yemek yaptım onun yerine, bizimkiler gidip akşam onu bir kez daha gördü. Uyudum. Geçen yıl, yarın: Ölüsünü öpeceğim. Çok ağır. Hafta sonu böyle şeyler olmaz. Olur mu? Pazar günü onu gömdük, yılın son haftası başlıyordu. Pazartesi yeni bir dönem başlıyordu. Tekrar edilen fiiller yeni bir anlam kazanıyordu. Hiç tekrar etmediğim bir gün başlıyordu. Dersim yoktu. Yeni bir ders aldım.  Bugün aslında başka bir gündü. Bedenin etten ve kemikten yükü, ruhtan arınınca başka bir katılığa ulaşıyor. Gördüm, dokundum, biliyorum. Soyutun ağırlığı gidince somutun katılığı omza biniyor; onu mezara kadar taşıdım. Toprağın derinliğine bir şeyler sakladık. Anılarımızı gömdük; onlara toprak attım. Tekrar çıkaracak değilim, unuttum, hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece uyduruyorum; bu bir hayal. Olmaz mı? Yarın annem ölecek, nereden biliyorum? Bilmiyorum. Hayatta hiçb

Hasan Ali Toptaş

Hasan Ali Toptaş'ın taciz eylemi ve bir o kadar da kabul etme tarzı, oldukça üzdü; büyük hayalkırıklığı yarattı. 2003'ten beri takip ettiğim, bütün kitaplarını okuduğum bir yazardı. Özellikle ilk dönem yazdıkları, 2010 öncesine denk geliyor genel olarak, oldukça etkileyiciydi; severek okudum. İki kez imza gününe denk gelmem ve kitaplarımı imzalatmam da cabası... Mazbut ve kendi halinde bir insan havası vardı. Yazdıkları da sıradan insanın yaşadığı garip olaylar üzerinedir. Gerçi son kitaplarından aynı tadı alamamıştım; benzer konular, aynı girdaplar, bitmeyen cümlelerle dilin konuyu fazlasıyla gölgelemesi... Şimdi bu düşüş trendine eklenen yıkılan imajı ve kişiliği... Meğer kendi de kitaplarında anlattığı sıradan insanın kötülüğüne bulanmış. Yazarların ve sanatçıların yazdıkları ve yaptıklarıyla hayatlarını, kişiliklerini ayırmak mümkün mü? Kötü birinin iyi yazısını beğenir miyiz? Kaldı ki ekranda, medyada görünüp hayata ve ebediyata dair iddialı laflar edip sonra hayatında baş

Annemsiz ilk doğum günü

Annemsiz ilk doğum günü. Pek çok şeyin ilki gibi, bunun da ilki varmış. Pazar günü mezarını ziyaret ettim, çiçek diktim. Umarım tutar ve büyür. Bu yaşa kadar pek çok işim tutmadı, ama dertleri içimde büyüdü. Yine de aynı şeyleri yapmaya devam ettim. Denedim ve yenildim. Kimi zaman beraberlikler ve galibiyetler de oldu. Daha önce yazdığım gibi orta sıralarda, "hem önemsiz hem de nemsiz bir yerde" hikayemiz geçip gitmeye devam ediyor.  Bazı rutinleri bozmayı sevmiyorum, bu da öyle. Yaşayıp gidiyoruz işte, "yıllar geçiyor yaşlanıyoruz galiba..." Arada ufak tefek mutluluklar, küçük başarılar ve büyük umutlarla nefes alıp vermeye devam... 

Hesap kitap - arşivden

Arşivden; bence en iyilerden:  https://disconnectus-erectus.blogspot.com/2018/11/hesap-kitap.html
 38 yaşında, 15 yıldır akademisyen, 10 yıldır evli, 6 yıldır baba, uzun süredir okur yazar, kısa bir süredir borçsuz, her zaman tedirgin, nadiren rahat ve umursamaz...  Böylece geçip gidiyor zaman; kayda değer bir şeyler yapmak, ortaya bir eser koymak, iyi kalmak için mücadele. Yaşayıp gördüklerim ise can sıkıntısı, kötü insanlar, başkalarına dair bir derdi olmayan ya da tersine kötü derdi olan takıntılılar. Uzakta durup mağaramın kapısını kapatsam arkadan delip patlatıyorlar dinamitleri; her yer bina, mağaraya yer yok. Arkadaşlar uzakta, arkada değiller artık; kendi dinamitlerinin fitillerini ıslak parmaklarıyla söndürüyorlar. Yeni arkadaş edinmek, 35 yaş sonrasında din değiştirmek gibi bir şey. Onca derdi tasayı sorunsuz atlatıp yeni olası dertlerin gelmesini beklerken, önceki şerefli mağlubiyetlerin, az farklı galibiyetlerin, zoraki beraberliklerin hesabını çıkarıyorum. Sonuç, orta sıralar için mücadele eden kolej takımından düşmeme mücadelesi veren yaşlılar topluluğuna dönüş. Soyun

ekim

Ekim aylarını severdim eskiden; yaşlandıkça bu nostaljik romantizmler zamanı gelmiş oluyor. Hatırlayalım, unutmayalım, başlayalım:  Üniversite yıllarında evden Ankara'ya gidiş/kaçış zamanıydı. Gecikmiş bir kaçış; İstanbullular, Odtülüler, hukukçular önceden giderdi, bizim Hacettepe'nin yaz okulu sevdası nedeniyle okul geç açılırdı. Eylül'ün sonu geçmek bilmezdi; yazın birikmiş dertlerine ve bıkkınlığına, bitmek bilmeyen bir sıcak da eklenirdi. Ankara'ya gidiş, buz gibi bir sabahla yolculuğu bitirmek, Kızılay'dan Akay Caddesi'ne yürümek, Atatürk Bulvarı'nın kocaman ağaçları, sonra okul başlamadan önceki bir kaç gün bütün yaz içilemeyen biraları içmek...  Bazen iş güç arayışları ve sağda solda çalışmayla geçen zaman. Birinde sandviççide çalışmıştım, garip bir adam çalıştırıyordu. Yönetim bilimi derslerinde gördüğüm podscorb prensipleriyle çeşitli önerilerde bulunmuştum ama tabii ben elimi attığım için batmıştı sonradan. Analizlerimin tutmayacağı o zamanda bell

Hava sıcak, ev gürültülü, kafam dolu, hastalık kol geziyor

Hava sıcak, ev gürültülü, kafam dolu, hastalık kol geziyor. Full combo! Kaçacak delik, derin kuyu, diz seviyesinde. Debelenip duruyorum derinleştiririm belki diye. Yeni dönem, yeni başlangıçlar, yeni deneyimler öncesi bitmeyen geçiş süreci... Çeşitli yazılarda dönüp durdum, yapabildiğim tek şey. Bir de kitaplar, Metis Edebiyat'tan devam:  Tokyo Uçuşu İptal, biraz hayalkırıklığı oldu; bir çeşit binbir gece masalları, mistik, gizemli hikayeler... Solo'sunu okuduğum Rana Dasgupta'nın bir diğer kitabı. Açıkçası yarıda bıraktım, tekrar döner bakarım belki. Rastgele seçimlerden biri olan Dolambaç, Gerbrand Bakker'in kitabı, kuzey taşrasında bir kadın hikayesi bu kez, şimdilik iyi gidiyor.
5 farklı şehir 5 farklı uyku; kaçıp gidilecek yer derin kuyu. Kafamın içinde iyiyken gelip beni bulan garip haberler, istekler, emri vakiler ve kabarıp patlamam...  Genelde aile ziyaretleri sorunlu geçer. Bu kez de öyle oldu. Annemin ölümü sonrası başlayan yeni hayatta, yeni virajlar; alıp savrulduk uzaklara. Boşlukta dönüp duruyorum hala, yer çekimi neredesin? Çakıldığımda etrafa saçılan un ufak parçalarım olacak. Benden size bir hediye. 

yıllık döngü

Yıllık döngü: Evde yalnız günleri... Pandemi sürecindeki onca sıkışmışlığa ve sürekli biraradalığa göre oldukça değişik anlar. Sessizlik farklı ama geçmişe yolculuk aynı. Yılları yeniden gözden geçiriyorum gruplayıp kategorize ediyorum. Blogta aynı şeyi yapmıştım geçen aylarda, etiketlerle... Şimdi kafamdaki olayları etiketliyorum. Yılları döndürüp duruyorum kafamda. Yaşlanmamak için olayları yeniden hatırlıyorum. Tabii ki olması gerektiği gibi, hepsini tüm hataları düzeltip yeniden rafa/kafaya koyuyorum. Seneye bakarız tekrar. Rahatlıyorum.  Yok ya, ne rahatlaması; kendinle uğraşmak çok zor. İnsanlar o yüzden başkasına sarıyor demek ki, kendilerinden kaçmak için. Ben kaçamıyorum. Buradayım. Hangi yıl ne yaptığımı ve neden yaptığımı anlamaya çalışıyorum. Haklı çıkanları alkışlıyorum. Her şey olması gerektiği gibi, tercihler ve sonuçlar. Yapılması gerektiği gibi. Ne yapayım yani, çokça ihtimal vardı da ben mi mahvettim! Samanlıkta iğne aradım ve bulunca sevindim. Sonuç aynı: İğne battı

Per Petterson

Per Petterson ile geçen yaz, At Çalmaya Gidiyoruz ile tanışmıştım. Bu yıl yine Metis'in kampanyasından Lanet Olsun Zaman Nehrine kitabını aldım ve okudum. Yine aynı harika tatla bitti kitap: Sinemadan çıkan insan hissi.  Sinematografik diliyle kolaylık filme uyarlanabilecek kitaplar yazıyor. Tabii aynı tadı verir mi bilmiyorum, belki iyi bir yönetmek elinde, bende Nuri Bilge Ceylan filmleri uyandırıyor yazdıkları.   Bu kitapta da yine aile ilişkileri ön planda. Annesinin gözünde bir türlü olgunlaşmamış olan Arvid'in ona kendini anlatma derdi, yaşadığı gitgelleri, tutunamama halleri var.  Kitaptan pasajlar: "benim kim olduğumu bildiğini sanıyordu ama bilmiyordu. Ne 1989'da o kumsalda, ne on beş küsur yıl önce Bergersen'in kafesinde ne de ben komünist olmadan önce. Bana dikkat etmez, başka şeylerle ilgilenirdi. Eve geldiğimde, nereden geldiğimi bilmez, evden çıkarken nereye gittiğimi bilmez, nasıl bocaladığımı anlamaz, onsuz on altı, on yedi, on sekiz yaşlarımı, Tro

Peter Handke - Çocuğun Öyküsü

Salgın günlerinde evde uzun süre bir şey okumadan durdum; uzaktan eğitim, ev işleri, tedirginlik, Rüya ile uğraşma... Okumaya yeniden başlarken bu sonuncu konuya temas etmiş olmak, tabii ki tesadüf değil. Tercihlerimiz, biziz. Metis'in Mayıs kampanyasından aldığım kitaplarla yaz havasına da ufaktan girmeye başladım. Peter Handke, tartışmalı Nobel sahibi yazar; ki bu kitapta da yer yer siyasi meselelere değinmiş; Çocuğun Öyküsü'nden: "tam da bu dönemde adam, yaşayışı ve yaptıklarıyla döneminden kaçtığını ve gerçekliği görmezden geldiğini,giderek daha sık duymak zorunda kalıyordu kendisini ziyarete gelenlerden. Eskiden olsa böyle suçlamalara karşılık verirdi. Ama çocukla geçen bunca yılın ardından, artık hiç kimse ona gerçekliğin ne olduğunu söyleyemezdi. Çalışmayla çocuk arasında kararsız kalışının çözümsüzlüğü de, "modern zamanın" yalan yaşamından nihayet arınmış ve olayların üzerinde kalan bir tür durağan ortaçağı çocukla birlikte sürdürdüklerini yavaş yavaş kes

youtube ve spotify işleri

Youtube videoları nda kendi çalışmalarım olan kitapların tanıtımlarıyla başlayıp, okuduğum ya da önerdiğim edebi kitaplara geçiş yapmıştım geçen yıl bugünlerde. Daha sonra da siyasal kavram ve konulara dair videolar çekmeye başladım. Bunların kitap videolarından daha çok ilgi gördüğünü söyleyebilirim. Özellikle neoliberalizm videosu ... Tabii video çekerken, arka planı ayarla, ışığı ayarla, ne giyeyim, bir önceki videoda ne giymiştim kontrolü, sakallar fazla mı uzun, kıyafet kırışık mı, gözlük camı parlıyor mu diye dertlere de giriyorum. Eee el içine çıkıyoruz. 6 milyardan ya da 83 milyondan bir kaç kişi uğrasa da iyi görünmek lazım. Bir iki akademik arkadaştan iyi yapmışsın/iyi gidiyorsun teşvikini gözümde büyüterek moral topluyorum. Arada video altlarına ve mail adresime sorular da geliyor. Büyük ihtimalle hocalarının sorduğu sorularla veya ödevleriyle ilgili öğrenci soruları... Yakın zamanda dünyayı saran salgınla ilgili gündemi yakalamaya çalıştığım da oldu; uzaktan eğitim mese

salgın zamanında ben

İlginç zamanlarda insan kalmaya devam etmeye çalışıyoruz. İnsan olmak için önce sağlıklı kalmak! Varoluşsal sorunlara kısa bir ara. Sorunların biçim değiştirmesi de diyebiliriz belki. Mağaramıza geri çekilince, dışarısı kalmayınca mekan olarak içerisi ve içerideki dertler de değişiyor. Günlük rutinin değişmesindeki isteğin ölümcül sonuçlarla ilişkili olabileceğini yazmıştım daha önce. Son iyi haberden bu yana, önce annemin ölümü, sonra küresel salgın derken resmen başka bir dünyanın içine girdik. Ders notu hazırlamak, Rüya ile uğraşmak, biraz kafa toplamak ve dağıtmak için video çekmek ve bu süreçten az önce başlayıp devamında hızlandırdığım kısa öyküler yazmak. Bu ara günlük rutin bu. "Neyiz ve nerelerdeyiz, bilemiyoruz". Kaçabildiğim bir odam yok. Kendime ve hayata dair çok da bir tespit falan yapmadım. Yazamamak, düşünememek, sessiz bir ortam bulamamak şu anda en zorlayıcı olanı... Blog yazılarını tasnifledim, bazılarını tekrar hatırlattım. Böylece hızlı bir kişisel

8 no'lu öykü

Zamanın geçmesini beklemek konusunda iyiyimdir. Beklerken eski defterleri açmakta da... Kapatılmış muhasebe kayıtlarını bozup yeniden denkleştirmeye çalışmak huyu da ailevi olabilir. Tedirginlik ve kötü bir şeylerin olacağını beklemek ise yaşanılan toprakla ilgili... İşler yolunda giderken, olan biteni fazla dillendirmeyip susmak, gelenek görenek meselesi. Sevip kolladığımız şeylerin eriyip gitmesi, tersine dönmesi, alışıldık. Hayalkırıklıkları üzerine inşa olmuş bir hayatı en güçlü yapıştırıcılarla yapıştırsam da bağlantı izleri belli oluyor. Yapıştırıcıyı bolca sürüp üflüyorum hızlı hızlı; nefes al ver nefes al ver. Yaşa, yaşa, yaşa, ölümüne yaşa! Yani o kente gitmesem, şu kişiyi seçmesem, bu sınava biraz daha çalışıp başka bir işe girsem... İstek kiplerinin dilek-şart kipine dönüştüğü günler. Seç, çalış, gir, yap. Otur ve yaz. Anılarım. İyi denemeydi. Daha önce de çeşitli denemelerim oldu; farklı şehirlerde yaşamayı ve farklı işler yapmayı denedim. Nedense hep dönüp dolaşıp bu

(eski) defterler

Eskilerden, 2009'dan geride kalanlardan... "Birçok kişinin defterinden silinmiş olabilirim. Dahası karakaplı defterlere girmiş olabilir ismim. Defter-i kebir'de borçlu hanesindeyim. Halbuki borçlar hukukundan B2 ile geçmiştim. Bütün bunlar, sevgili Orhan Sevilengül hocamızın kitabını almadığım için başıma gelmiş olabilir. Oysa ki eski basım bir sosyal güvenlik hukuku kitabım vardı. Kalmıştım. Tekrar alıp daha iyi anlamıştım. Hayatı tekrar alıp daha iyi anlama şansım var mı? Listelere tekrar girmek için bir fırsat? Bütün bunlar başıma, olasılık hesabını çalışmamaktan gelmiş olabilir. O dersi de tekrar alıp geçmiştim. Bütün olasılıkları yeniden almak mümkün mü? Bütün olasılıkları hesaba katıp torbadan bir şarkı seçsem... Gelişine bir vole vurup dünkü gibi doksana taksam. Her zaman mümkün değil. Her zaman geçerli değil. Bütün bunlar normal şartlar altında geçerli ve diğer bütün koşullar sabitken. Ama gerek yok. Hiçbir şey için gücüm yok." https://disconnectus-erectu

lineer sayılarda eksik olduğum için...

Eskilerde kalmış kimi pasajları hatırlatmak istedim: "Kırkikindi altında bira içmek keyifliydi. Hem şeker değiliz ki iki damlada eriyelim... Düşen damlaları saymadım, geriye kalan günler gibi... Eskiden yaylada erik ya da ceviz toplarken, biriken meyveleri saydığımda kızarlardı, bereketi kaçar diye; o yüzden saymıyorum. Ama 27 yıldan geriye doğru saysam, dolu ve boş günlerin hesabını çıkarsam, ki sabah ekmek gelsin diye beklerken, boş durmayayım diye kilimleri çırpmaya başladığımda böyle bir sayma silsilesine girdim. Lineer sayılarda eksik olduğum için çok öteye gidemedi sayma ve kilimler de makineye girdi. Herhangi bir şeyi yapmam gerekiyor da yapmıyor değilim, tersine her şey günü gününe teslim-yerinde ve zamanında, ama bu anksiyete nedendir bilinmez." https://disconnectus-erectus.blogspot.com/2009/06/saymak.html

Etiketler

Yaklaşık 15 yıldır çeşitli başlıklarda blog yazıyorum.  İlk olarak wearenoone.blogspot.com adresli tribal enfeksiyon/mistik-kostik blogumuzda başlamıştık bu işlere. 2005-2008 arası yoğun olarak devam ettik, 2010'lara kadar da takıldık oralarda. 2007'den sonra ben peyderpey bu bloga geçtim. Yaklaşık 600 yazı eklemişim. İlk zamanlar daha çok şiir, şarkı sözü, o zamanlar yeni olan youtube'tan şarkı paylaşma gibi aktivitelerle ilerleyip, zamanla yalnızlık tripleri, arkadaşlık dertleri, edebi denemeler, günlük haller, gidilen konserlere dair izlenimler, çeşitli yerlerde yayınlanan yazıların duyuruları, hayat memat meseleleri, evlilik, çocuk, taşınma halleri diye devam ettim. Çeşitli kitaplardan alıntılar yapmak, blogun baştan beri devam eden bir alışkanlığı. Her biri birer kitap önerisi olarak kayıtlara geçmiş önemli işler bence. İşte burada:  https://disconnectus-erectus.blogspot.com/search/label/al%C4%B1nt%C4%B1 Evde kal zamanlarında bu yazıların neredeyse tamamına ba

biraz daha uzun öykü denemeleri #7

Deniz kenarında yürüyorum soğuk havada, kendi kendime konuşuyorum sanmasınlar diye kimsenin duymayacağı mekanlar seçiyorum. Ses kayıt cihazımı açtım; konuşuyorum: "el yordamıyla yaşamaya alışmıştık yıllarca, şimdi biraz daha açıldı sanki gözümüze ışık geliyor yavaştan, insanlar insanlar her yerdeler parlıyorlar çarpa çarpa büyüdük onlara gözümüzü aldılar, yerine ne verdiler, organlar, birbirinin yerine geçiyor belki de iyi kötü yolumuzu buluyoruz, hayır kötü manada değil, bir yol buluruz ya da gerekirse açarız manasında, yollar tıkanınca yine de bir şekilde nefes almaya devam ettik, ışıklar yoktan geldi ve bizi buldu, şimdi bizim gibi birileri bizden habersiz içeride kıyıda köşede büyümeye devam ediyor. yine elimizi koyuyoruz orada mı acaba diye, hala hayat var mı diye, yüksek ses dalgalarının etkisini göstermeyen elimizin sıcaklığını hissedecek mi diye. elimizi kolumuzu bağlayan kaderin kafasının dikine gitmesine inat hala ayaklarımızı kullanalım, dikelelim ve kendi hayatımızı

minimal öykü denemeleri #6

Koltuğa oturur oturmaz çantasından kremini çıkarıp sürdü, bana da uzattı, kayısılı, kulaklık kalkanımın arkasından yanaklarımı yukarı kaldırıp "teşekkür ederim-bi uzak dur" karışımı mimiğimi yapıp yine camdan dışarı baktım. Bi' hareket edemedi şu otobüs. Cam kenarı, kurtarıcı olmuyor kimi zaman. Annem soğuk olur kızım, oradan alma dese de muavinin orasını burasını değdirmesinden daha kötü değil. Çantasını karıştırıyor bizimki, saçlar başlar yerinde, çanta orijinal büyük ihtimalle. Kentin özel üniversitelerinden birinde olma ihtimali yüksek ya da işletme bölümünün potansiyel-presantabl-satıcılarından. Dış görünüşün önemli olduğun katılıyorum. Sevgili seçimlerimde hep ilk sırada o gelir, huyum kurusun. İç güzellik safsatasına bir türlü ısınamadım. Belki bir zamanlar, eskiden... Çaprazdaki yakışıklıyı keserken de aklıma geldi; önce çekicilik. Şimdi o kayısı kokulunun koca çantası görüş açımı kapasa da kısa bir geçmiş turu yaptırdı bana, burnu güzel çocuk. Benim o edebi haval

minimal öykü denemeleri #5

Selanik Caddesi ile Kızılırmak Sokak'ın kesiştiği yerde buluştuk. Nepal'den ithal garip desenli uzun eteği ile Hindistan'dan gelmiş heybe tipi kırmızılı siyahlı çantasıyla Uzak Asya ıtırlı kokularını bünyesinde taşıyordu. Saçlarının birazını rastalı gibi ördürmüş, böylece Latin Amerika'ya geçiş yapmıştı; kulaklığından dinlediği müzik yayılıyordu; Kuzey Avrupa cazı. Bütün dünyayı bünyesinde toplamış Miss Universe. Bense buram buram tarhana kokan Anadolulu: Babamdan kalmış gömlek ve hırka ile kuzenin ikinci el kotu. Neyse o Lee Cooper'dı; iyi kötü dünyayla bağlantım vardı. Karşıdaki kafe yerine, kahveleri pahalı diye girmeye çekinsek de çaldığı müzikler hep ilgimizi çekerdi; ilk buluştuğumuz yere, Orta Dünya Cafe'ye gittik. Dünyalar arası bir diplomasi krizi olacağı belliydi sessizliğinden; en son messenger'da buluşmak için yazıştığımızda anlamıştım bir şeyler olduğunu, iletisinde bana çakmış gibi gelmişti. Burada kitap değiş tokuşu yapmıştık, ikimiz de İmge&#

minimal öykü denemeleri #4

Geniş, gepgeniş bir alan; yemyeşil otlar uzanıyor karşıdaki çayırda ve yukarı yamaca doğru koyulukları artıyor. Aralarında beyazlı siyahlı koyunlar. Benim koyunlarım. Gözetimim altında. Altımda kocaman bir kaya. Elimde sopa, çok mistik. Dünyayı yönetiyorum bu kayada, eski büyücüler, şamanlar, kabile şefleri gibi. Masa başı işi yapmak istemiyorum diye çıktığım ergenlikten kayabaşı işi yaptığım olgunluk günlerime... Okul bitip eve dönünce ne çıktın sen şimdi diye sordu büyük ninem. Adam olup çıktım dedim, adam. İlk insan ben değildim bu yola giren, sonuncu da olmam elbet. Sınavdı, başvuruydu, şehre geri dönsem mi derken elime sopayı tutuşturdular, gençlere kredi veriyormuş devlet. Çoban kalmamış köyde. Zaten sen insanları yönetmek isterdin hep, önce hayvanları yönet. Stajımı çoban olarak yapıyorum. Bu eşsiz manzarada Hasan Ali Toptaş tasvirleri yapmak mümkün ama olmuyor. Ne çiçeğin üstündeki arı, gezip dolaştığı yerler hakkında bana bilgece nasihatlar veriyor, ne yamacın ucundaki tek b

minimal öykü denemeleri #3

Üstümü başımı kontrol edemeden evden çıktım. Ne oldu yine bizimkine? Bir de bize derler belli dönemlerde bir hallere giriyoruz diye. Ya erkekler girmiyor mu? Belki de hiç çıkamıyorlar o hallerden. Neye kızmış olabilir? Çocuğu bile öpmeden çıkıp gitti, onu hazırlayacağım diye geç kaldım. Servisi bu hafta üçüncü kaçırışım, artık beklemiyorlar bile. Otobüs durağı kalabalık, yine kaçamak bakışlar oramda buramda. Reklam panosunun camından kendimi süzüyorum. Bu takımı pazartesi de giymiştim. Kirliye koymamışım. Otobüste çantamı yine taciz dokunuşlarına karşı ne tam önümde ne tam arkamda tutmalıyım. Öyle bir kirik noktada, koltuk altımda. Yoksa bu sefer kapkaça da maruz kalabilirim. Ne çok şey düşünmek zorundayız biz? Biraz erken inip yürüsem mi ama bu topuklularla da yürünmüyor yahu. Otobüsün dolanıp durması iyice geciktiriyor beni. Ofise girdiğimde, gözetleme noktasından patron yine süzüyor baştan aşağı: bu kaçıncı gecikişin? Kafamla selamlayıp geçerken, aşağı inen gözlerinin orada kaldığın

minimal öykü denemeleri #2

Kapının ziliyle uyandı. Sanki ilk çalışı değildi, gittikçe sıklaşıyor ve uzuyordu çünkü. Zilin üzerindeki parmak telaşlıydı belli ki. Pijamasıyla çarşafı aynı renkte miydi, yoksa henüz gözünü yarı açtığından mı öyle gelmişti? Beyni değil ama kasları onu kapıya kadar getirdi. Kapıyı açtığında karşısındaki çocuk bir adım geri gitti, gözlerini kırpıştırdı, yüzü biraz ekşidi. Muhtemelen içeriden gelen anason kokusu çocuğu sersemletti. Böylece sersemlik dengeleri biraz da olsa yakınlaştı. - Ahmet Bey, yayınevinden geliyorum. Dün teslim edeceğini söylemişsiniz dosyayı ama sizden ses çıkmayınca beni gönderdiler. Telefonunuz da... - İnsan bir günaydın der. Tamam getireceğim yahu... Pazartesi dedim. - Bugün salı. Akşam oldu bir de. - Nasıl? - Salı bugün, dün için teslim ederim demişsiniz. Telefonunuz da... - Ne salısı ya? - ... - Ne yapıyorum ben iki gündür? - Bilmem, sanki yeni uyanmış gibisiniz. Herhalde uyudunuz. -İki gündür mü? - Telefonunuz kapalı olduğu için ulaşamam

minimal öykü denemeleri #1

- Abi günaydın; bizim işi unutmadın değil mi? - Yok, yok, onu şey yapacağız, ilgileneceğim, göremedim adamı... (hangi iş?) -Aman unutma abi, Allah razı olsun... -Yok canım, şey yaparız, merak etme, ne demek... (Allah'la baş başa bıraktı beni) Soğuk yüzünü yaladı, gözlerini kırpıştırdı, timsah gözyaşı gibi bir şey kenardan aktı, beresini kafasına gömdü, daha sabahın köründe omzuna sorumluluk yükleniyordu. Adımlarını sıklaştırmak istedi ama arkasından ona bakan gözlerin örümcek ağlarını da hissetti. Sanki ilerleyemiyordu, kopmak için şöyle bir sırtını oynattı, paltosunu toparladı. Adımları hızlandı, hava soğuktu, bu adam da nereden çıkmıştı şimdi karşına. Yaşamsal bir mesele.. İş, güç.  Geçenlerde işten çıkarılmıştı, apartman girişinde yine böyle denk gelmişti de nereden estiyse "bir bakalım bizim şirkete" diye ağzında kaçırmıştı. Şimdi karşısına çıktı. Hayat, zor. Engeller. Kendini kurtardı da sıra başkasına... Derken sağdan gelen servis otobüsünü fark etti. Ama

haftanın günleri

Sevdiğim cumartesi sabahlarının birinde görmüştüm en son annemi, sevmediğim pazar öğleden sonrasında da toprağa gömdüm. Geriye kalan haftanın sıradan günleri oldu. Böyle dramatik bir olayla günlük rutinin kırılması ne zormuş. Keşke şikayet etmeseydim rutin hayatımdan. Şimdi şikayet edecek başka şeyler var ya da edemeyecek kişiler. Yakınlarıma, sevdiklerime daha çok sarılma isteği de...