Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

muhasebe #12

Bu yıl benim için güzel geçti. Birçok çift sayılı yılda olduğu gibi. 82-92-02-12 dörtlemesi kare ası oluşturdu bu sene. Yılın kendi içinde de kare ası belli: Doktora, şampiyonluk, yeni ev ve yardımcı doçentlik. İşler yaptım ve bekledim. Bekleyişlerim iyi sonuçlandı. Beklemeler anlam kazandı. Zaman gövde kazandı. Gövdeler, dallanıp budaklandı; çiçek açtı. Zaman bana mutluluk getirdi. Beklemesini bilmek,çoğu zaman olduğu gibi, yine işe yaradı. Olayların akışı, şimdilik yolunda; beni yolda tutuyor; yolun tarafında... Varmak değil de gitmekten ibaret olduğum için, akışlar hedeflerini buluyor; akmalarına izin verdiğim için olabilir mi? Ben bi akışın kendisi olduğum için olabilir mi? Ben herhangi bir yere varmaktan ziyade akmaktan ibaret olduğum için mi? Kan ve damardan yapıldığım için mi? Muhasebede soru sorulmaz, cevap verilir. Tamamen insani; hayali değil... Geçen yıl, yapılması gerekenlerin yapıldığında karşılığının alındığını göstergesi oldu. Gerçeklikle karşılaştım. Karşılaşmaları be
birer birer geçilen aşamalar: ne olduğum, ne olmak istediğimi belirliyor. ben bu noktaya seçerek mi yoksa tesadüfen mi geldim. olmak istediğimin mi peşindeyim yoksa olduğumu mu istiyorum? içinde bulunan rollerin gereğini yaparak, doğru dürüst, sakin sakin, açık seçik bir ilerleme kaydediyorum. sonuçta vardığım ya da varacağım noktalarda  karşıma çıkanları benimsemek hem zorunlu hem kolay. her iki neden dolayı da anlamsız. attığım her adım, bir öncekini değersizleştiriyor sanki.
sakin günler sakin haftasonları. daha az dalgalı, gelgitli, daha çok dingin ve belirgin sular. heyecan ve sürprizler yerine beklenir gelişmeler... hayatın ters ve doğru orantılı olan bağlantıları zorunlu olarak devam ediyor. alkolle temas kesildikçe derinleşme miktarı azalıyor. daha az sorun olsun daha az canım sıkılsın diyorsan bu sefer olayların mutedilliğinden canın sıkılıyor;güzel güzel oturuyorum evimde; güzelliğin derecesi arttıkça oturmanın derinliği de artıyor...  nerede nasıl müdahale edilir bilmiyorum. yaptığım müdahalelerin izlerini sürüyorum. müdahalenin derecesi arttıkça izlerin derinliği de artıyor.
arkadaşlar yolda, ben evdeyim bu pazar sabahı. kenarda köşedeyiz ya, o yüzden dahil olamadık. herşeyin de içinde olmayayım değil mi; bazı şeylerin de kenarında yer alayım, izleyeyim olan biteni. hayat benim etrafımda dönmesin; dönüp durmasın düz bir çizgide ilerlesin. daha güvenli. şimdilik böyle...
yeni insanlar, yeni mekanlar; hiç kimse tanımıyordan çok az kişinin tanımasına doğru ilerlemeler... hayat, savurduğu kenardan yeniden ortalara doğru çeker mi, yeniden kalabalıkların içine girebilir miyiz acaba? yoksa inzivayı, yeni bir hayat tarzı mı belirleyeceğiz? kenardan köşeden, uzaktan uzaktan, neydim ne oldum'a dair tespitlerde bulunmak daha kolay. ama ilerleme için, hareket için, başkaları ve yeni katalizörler lazım. yeni dertler yeni tasalar; yeni tasarlamalar da gerekli. kendimize tasa yaratmakta üstümüze yok zaten. en ufak bi hareket dertlenmeye yeter. şimdilik kenardan köşeden temkinli bir seyire devam ediyor bünye, el mecbur! belki de biraz dinlenmeye ihtiyaç vardı. yine de kimsenin istemediği, benimse bir türlü bulamadığım koşturmaca, uzaktan çekici geliyor - bizim olmayan herşeyin çekici gelmesi gibi.

faaliyet raporu

" Avrupa sokakta " , Bianet.org, 16.11.2012. " Açlık Grevleri ve Siyasetin Sonu ", Birikim-Güncel, 13.11.2012. " Gelecek 10 yılın Eylemleri ", Bianet.org, 06.11.2012.
yeni otobüs yolculukları beni bekliyor. yine otobüs kahveleri, mola tesisleri çayları, kokulu tuvaletler ve kötü muavin gömlekleri... çevrede kritik edilecek çok şey olacak. ancak her şeyden önce yolculuk, iç tartışmayı artırır; beklentileri tartmayı sağlar. indiğin zaman aynı sen, aynı iç, aynı tartı sistemi devam eder ama yolda birikenler bir yerlere not edilmiştir. pek çok güzergah kat ettim. her seferinde 1 lira koysaydım zengindim. biriktirdiklerimi içime attım kumbara yerine. çok şey aldığım söylenebilir; doldum da doldum. patladım yer yer. fiziken aynı yerde iki farklı şeyi tutamıyoruz. hem bu hem şu olmanın zorluklarını yaşıyoruz.
2'leri bitirdik 3'lere başlıyoruz. Tabii ki en iyi on yılım olacak. Aslında ergenliğimde, 30uma kadar yaşayacağımı varsayıyordum. Son üniversite yıllarımda korkumdan 35 diye revize ettim onu. Bir zamanlar tutkuyla bağlı olduğumu bazı şeyleri özlüyorum. Mesela birşeylere güçlü şekilde inanmayı. Bizim gibileri bulacağımız, evrenin sırrını çözemeceğimizi sandığım mistik kostik günlerimi. Kaset dinlediğim günleri. Kasetleri ileri geri sarışımı. Ruhumdaki sarışını... Şimdi olgunlaştıkça, olmayacağını-yapamayacağımı gördükçe, durgunlaştıkça, olması gerekenlere kanaat getirince; aslında esmerlerden hoşlandığımı anlayınca... bugüne ulaştığıma minnettar oluyorum. İyi ki bu noktaya gelmişim. 3 nokta.

güneşli kasımlar

güneşli kasım başlangıcı; kararsız bir sonbahar habercisi, eski güzel günleri yad ederken umudunuzu kırmayın diyor sanki... yeni güneşli günler için, bekleyin.

Okulda odam 4. katta

Okulda odam 4. katta; diğer odaların pek olmadığı bir kat, kuytu köşede biraz ama manzarası iyi. Çıkarken ortadaki merdiven yerine öğrencilerin çıktığı tarafı kullanıyorum. Bazen öğrenci kapısından giriyorum. Otobüse hep öğrenci veriyorum zaten! Kılık kıyafetime özen gösteriyorum tabii; Ankara rahatlığı yok, yine de öğrencilerden çok farklı değilim. (Belki de onlar öğrenci gibi değildir!) Henüz masanın ötesine geçmişliğimi pek hissetmiyorum. Masanın öte yanı, karşı yakası, boğazın karşısı, o kadar da uzak değil., bir kulaç mesafede. Derinlik için bir şey diyemeyeceğim, bacaklarım uzundur. Ayrıca yere saldığım kökler de cabası. Uzun uzadıya gidip gelebilirim öte yerlere ama illa ki temel attığımız bir yer vardır diye düşünüyorum/umuyorum. O temellere halel getirmedik şu ana kadar, sağlamlaştırmak için elden geleni arda koymadık.  Sonuç? Geniş bir boşlukta evin yolunu bulmak, odalara sığınmak ve belirsiz geleceğe kaygılanmak. Öğrencilikten pek farklı değil; sadece daha yalnız, iki kişili

yollar, benim zikrimdi; döndüm durdum

bu aralar nerede olduğumdan ziyade ne iş yaptığımla ilgilenmeye çalışıyorum ki değiştiremeyeceğim için içime dert olan şeylerden biraz uzaklaşayım. sabahları keyifsiz uyanıyorum; iki satır yazabilmek hevesiyle bilgisayara geliyorum ama aynı şeyleri söylemekten de sıkılmış durumdayım. tez sonrası yaşam... ben şimdi ne yapacağım? yazarak var olmak isteğim, gerçekleşiyor. zaten tüm isteklerimin gerçekleşiyor ve içten içe düşündükleriminn karşıma çıkıyor olması beni asıl korkutan şey. "ol dedin, bak oldum." bu arlar epeyce yol kat edip, yine uzaklarda olma, bir orada bir burada olma meselesini fazlasıyla yad ettim. şimdi bayram münasebetiyle yine aslında oralı olup orada olmadığım topraklara yöneliyorum. yollar, benim zikrimdi; döndüm durdum. bşaım dönünce oturdum; şimdilik yığılıp kaldım. kendime gelince, gelebilirsem birgün, kaldığım yerden devam ederim büyük gezmelere. şimdilik küçük turlarla idare ediyorum. hayatı panaromik turlarla geçiriyorum. daha çok zamanım varmış gibi
Yalnızlık kontenjanım dolmuş; onunla olan tüm bağlarımı yitirmişim. Kendimden fazlasıyla sıkıldım bu aralar. Önce koca bir temmuz, şimdi koca bir taşra haftası. Ondan uzak geçen zamanlarda kendimin ne kadar sıkıcı olabileceğini gördüğümden ona fazlasıyla üzüldüm. Sonra da üzüldüğüm için kendime kızdım. Sonra da kızdığım için başım ağrıdı. Sonra oturdum öylece. Kendime yeni odalar yarattıktan sonra şimdi ne yapacağımı düşünmeye başladım. Dönüp dolaşıp buraya geleceğim belliydi ve bu beni hiç rahatsız etmiyor. Sadece buraya gelmekle burada devam etmek arasındaki ince/kalın çizgiyi pek fark etmemişim. Bünyem henüz alışamamış olmalı ki kendine yolculuk üretmeye devam ediyor. Uzun sıkıcı bir kış öncesi, yolculuklar iyi gelebilir ama açıkçası yoruldum ve param bitti. Dolayısıyla her keyifli şey zamanla keyifsizlik verir. Alttan alta evrene yaydığımız mesaj meselesini düşünüyorum. Benim kısa mesajlarımla uzun paragraflarım evenin kafasını karıştırmış olabilir mi?
küçücük dört duvar arasında mini mini küçük kutular içinde; saydılar ve eksik çıktım. dışım içime yansımış; tüm eksiklerim ve kusurlarımla çalış çabala bir yere varmaya çalış. hedefe ulaşınca rahatlama yok, orada da işler var. her şey yeni baştan başlamıyor. hiç birşey ara vermiyor. dolup dolup boşalıyor. dert tasa. hareketli kıpır kıpır... az miktar da olsa umut var; onun için hayattayız hala.

Kendimize yeni bir rutin bulmamız lazım

Kendimize yeni bir rutin bulmamız lazım. Yeni bir yol, yeni bir güzergah, yeni alışkanlıklar, yeni merhaba, nasılsınlar ve yeni sıkıntılar. Bütün bunları eski yükümüzle yapmamız lazım. Sonuç: eski yeni. Eski evlerin hepsini onarıp, sırf ben geçeceğim diye maket olarak yapılanları gerçek hale dönüştürüp, sıvası boyası derken baya bir masraf edip, içine de önceki hayatlarından kopmak isteyen yeni insancıklar yerleştirmeliyim. Sadece biriketleri örülü duvarlara yeni bir yaşam hediye etmeliyim. Buraya bunun için gönderildim. Uzun süredir beni bekliyorlar ve artık kartonlar sararıp solmuş durumda. Kartonpiyerler etkisizleşmiş. Yer yer yaptıkları betonarmeler nemden ve gamdan çökme eğiliminde. Buraya yeni bir hayat vermeliyim ki benimki olsun. Tüm yalancı şamdanları yenileyip ışıl ılış etmeliyim. Bunlar önemli değil. Asıl önemlisi, benden sonrası. Tufan çıkmamalı. Onları yeni hayatlarına bensizliğe de alıştırarak yerleştirmeliyim ki kendi kendilerini yönetebilsinler. ve bütün bunları benim
" 'kendimi bırakmalıyım' diye söylendi. direnmekten vazgeçmeliyim. yaşamalıyım ve görmeliyim. bilmediğim bu ülkeye yolculuktan korkmamalıyım. kimsenin ilgilenmediği bu silik insanların dünyasına girmeliyim. selim'in yolculuğu yarıda kaldı, aklı da... benim ne işim var onların arasında? olur mu selim? ben onları ne yapayım? onlar beni ne yapsınlar? öyle deme turgut. seni görünce nasıl sevinirler bilemezsin. benden de selam söylersin. kusura bakmayın işi çıktı gelemedi dersin. onlar anlarlar. rüya gibidir turgut: aklınla karşı koyamazsan birdenbire bir kapının önünde bulursun kendini. hepsi kapının önünde birikmiş sen bekliyorlar. onlar seni istiyorlar selim: tutunamayanların prensini istiyorlar. öyle anlatmadık mı kerhanede? sen anlattın turgut. (...) onların kahramanı sensin. bir kahraman bekliyorlardı yüzyıllardır. kendileri gibi olmayan, gene de onları anlayan bir masal kahramanı. gir içeri, bekletme zavallıları canım kardeşim!" (o.a./t./s.320)
büyüyoruz bazen, haberimiz yok. taşrada 1 hafta daha büyüdüm. şimdi ara verdim büyümeye, tatile çıktım. sonra yeniden devam edeceğim ölü hücrelerimi atmaya. gelip geçen zamanı yakalamaya... 1 haftalık yeni hayatımıza deniz kokusu parantezi açıp sonra saman kokulu kağıtlara döneceğiz. noktasız virgülsüz onlarca sayfa okumaya devam edeceğiz. tutunamayanlar'ın ikinci gelişi sona erecek ve yeni bir mevsim başlayacak. yeni bir hayat eskisi gibi devam edecek. yeni bir hayat eskisi devam mı edecek? yeni bir hayat eskisi gibi devam etmemeli. büyürken elimize yeni hayat rehberleri verilmeli.

Aslında Ankara...

Ankara aslında evimin içiydi, kafamın içiydi, canımın içiydi. İçin için sevdik kendini. Çok evler, çok sokaklar gördük. Benimki gibisi yoktu. Karı, soğuğu çoktu. Her saatinde yürüdük. Yürüdük de yürüdük. Uzun mesafeler kat ettik. İçimizde. Sonradan taksiye alıştık. Oturganlaştık. Oturaklaştık. Daha az hareket eder olduk; hararet daha az yükseldi. Günlerce kapımı açmadığım zamanlardı Ankara; kapımın çalınmadığı; arkadaşlarla küs olunan günlerdi. Sonra güneş açtı, yeniden keşfedildi Ankara Frig istilacılarla. Kapılar, perdeler açıldı. Aslında sürekli döndüğüm yerdi Ankara; bazen boşa döndük şarkıda dediği gibi. Kendi içimde dönüp durdum. Arada bir durdum nefes aldım. Bazen çok derin nefes aldım, başım döndü. Islak çimler ayağımı üşüttü. Ankara manzarası boynumu büktü. Aslında Ankara saçlarımın dökülmesiydi, bitmeyen eylül ayında Adana'ydı, tren yollarıydı, dağlara paralel ve dikine uzanan, otobüs biletleriydi, otobüs koltuğuydu, mola yerleriydi, gece içilen çorbaydı, eve gitsem de uy

başlangıca doğru

onca mekan değiştirip, gezip tozup, parça parça hayatları birleştirip, toza dumana kesmiş hayatı durgun hale getirmişken; benim/bizim/buralıyım dediğim bir yerde demlenmeye başlamışken yeniden uyandırılıyorum yola devam sireniyle. kök salmaya başlamışım meğer. kıpırdamakta zorlanıyorum. şimdi çekip çekip kendimi geriye, ileri doğru gitmenin yollarını arıyorum. ayaklarımı sürüye sürüye ve burnumu çeke çeke, gözlere tazyik eden hisleri durdura durdura ve nihayetinde yediboğum boğazda yutup yutup kelimeleri başlangıç çizgisine geliyorum. sona doğru varıp, yeniden başlıyorum. bu kadar romantik olmayabilirdi ayrılışım. ben değil, kartonlar suçlu. beni bu değişim anında kendimle baş başa bırakan yıldızlar suçlu. ben suçlu değilim. beni kendime yapıştıran koli bandı suçlu. ben sadece harflerin peşindeyim. onları yaşatan çizgilerin... yan yana gelip anlamlı bir bütün olana kadar başımı döndüren çzigilerin. avuç içi çizgilerim, alın çizgilerim, şakak çizgilerim. hepsi birleşip beni yönetiyor.

harfler

ankara'nın ikinci harfiyle niğde'nin ilk harfinin aynı olması, nasıl bir tesadüftür? ya niğde'de hiç a seslisinin olmaması? bunların taşıdığı imalar, anlamlar ve gizemler... işte yeni hayatımın ilk ipuçları bunlarda gizli.

sona doğru

ankara'da sona doğru gidiyorum. gerçeklik kapıda. ne zaman karar verdim, nasıl bağladım kendimi geleceğe? geçmişte daha pekçok şey vardı yapacak. daha ne kaldı yapacak? ayıp etmeyelim geleceğe; geçmişten devralıyor bakiyeyi... saçlarım azalıyor, heyecanım azalıyor, günlerim azalıyor. bugün biraz gezindim eski sokaklarda, dökülmüş saçlarımı takip ederek. beni geleceğe götüren gerçeğimi hatırlamaya çalıştım. aslında iyi bir adamdım ve iyi kalmak için çabalıyordum. sonuçta iyiliği koruyacağım sığınağımı buldum.alfabenin en sevdiğim harfine sığındım.
el birliğiyle, ittitre ittire iki m'li temmuz'u sonuna getirdiniz. mmli başka ay mı bulacaktınız; aşın size ğ'li ağustos. hem bu benim son mmlerim ankarada. tam da bir ğli ayda gelmiştim evime. aslında eylülde gelmeye alışıktım kente. adananın sıcağında binip sonbahar sabahlarında titrediğimiz başkente. şimdi  başka kentlerde titreyeceğim; çünkü bu benim gerçekliğim. kapımda bekleyen ve sabırla orada duran bu adamcağıza daha fazla direnemem. bunca gezip tozmanın, onca görüp yoklamanın, tonlarca anının bedelini ödemek zorundayım. zaten bu benim tercihimdi. alfebeden yeni bir harf seçmem gerekti.
10. yıl münasebetiyle tutunamayanlar'ı yeniden okuyorum. 12. yıl münasebetiyle ankara'yı da yeniden arşınlamak niyetindeydim; sıcak izin vermiyor. iki gündür evde oturunca 300küsür sayfayı devirdim. bir kere daha anladım neden bu kadar etkilendiğimi. 10 yıl önceki ruh halimi daha iyi anlatan bir kitap olamazdı sanırım. şimdi bile yer yer vay be diyorum. şimdi bile derken, yazı eskidiği için değil ben eskidiğimden...  hisler eskimiştir belki diye düşündüğümden... eskinin romantizmi pek olmadığından. ama adam yazmış; '70'lerde 2000lerin sıkıntısını, pek tabi '80lerin ve '90ların da... onlar üzerine taşlama ve "şey" üzerine güzelleme. yazdıkça yazmış. bitmeyen dertler üzerine. gerçek ve sahici ve yakıcı ve samimi ve yakın ve yanık dertler üzerine. başka biri görünmeyi başar(a)mayıp(!) kendi içinde takılanların derdini. uzatmak istemiyorum, yazarım daha. bir iki film izledim. yemek sipariş ettim. uyukladım. yaz işte. temmuz. iki m yan yana gelince bu k
kendimle dost hayatımda 10 gün geride kalırken kendime olan sevgimin çok da artmadığnı, tersine eskinin boş ve sessiz koridorlarını pek özlemediğimi fark ettim. sessiz koridorlarıma acil yardım fişekleri gönderdiğim günlerden kalan yanık izlerini  bulmak mümkün, elimi duvarlara sürtünce... kendi sınırlarıma dayanmışım demek ki yeni duvarlar ve sınırlar edinmenin zamanı gelmiş. yeni dörtduvarlar ve yeni dörtgözle beklenen gelecek... her şeyin tam yeri ve zamanında olmak gibi güzel bir huyu var ki hala bekliyorum tam zamanı gelsin diye tıpkı zamanımın bitmesini beklediğim gibi önceki yazlarda. yaz demek, beklemenin ter ve sıkıntıyla nefes nefese gelmesi demektir zaten. bekliyoruz, onların ve şeylerin yeterli olgunluğa ulaşması için.

"soluk bir an"

"insanlara kendini bilmeyi öneren erdem çağrıcılarına küfretti. Kendini bilmekmiş, hah, bildikçe tutsak ediyoruz kendimizi. Kavga ettiği sevgilisine, 'sen de böylesin zaten' diyerek onu kaskatı, sabit bir çembere sıkıştıranlardan ne farkı vardı kendini bildiğini iddia edenlerin? Onlar da kendilerini bir başka çembere sabitliyorlar. Yıllardır yaptığı bu değil mi? Başkalarının kendini bilmeyip saçmaladığını ya da çelişkiye düşüp tutarsız davrandığını gördüğünde şişinip övünmez miydi kendi dönük dikkatiyle? Babadan kalma kendini seyredip durma saçmalığını hayırlı bir şeye dönüştürdüğünü sanmıştı yıllardır. Beyefendi kendini didik didik edermiş, kendini kandırmazmış, kendisinin peşindeymiş her an. Al, gör hayrını. Gıdım kımıldayamaz bu mahluk. Boşa dönen teker, sürekli patinaj; öbür tekerlerle, aksla bağı yok, debelenip duracak, kan ter içinde kalacak, bir de bakacak, bir arpa boyu bile değil, olduğu yerde aşınmış durmuş" (behçet çelik/soluk bir an/syf.140)

bu şehri bırakmak hüzünlü olacak

bu şehri bırakmak hüzünlü olacak, ama yeni bir yol bulmak istiyorsak ayrılıklara yakın olmak gerek. temmuzun ortasında serin serin içtikten sonra eve dönmek; eski sokakların hatıralarına gömülmek, sonra evimde kendimle dost hayatındayken eski dostları düşünmek... bu kent epey dostluk yaptı bana. şimdi beni 30 yaş olgunluğu ve arkadaşlara öneriler yapma seviyesinde yeniden suya bırakıyor. benden bu kadar diyor: limanı kendin bul. bozkıra çıkarsa yolun dert etme. döne döne gelirsin geri; kendini bulup gelirsin belki, döndüğünde başka bir yer olurum ben de... döne döne gittiğinde orası yeni bir baş döngüsü verir belki, içini dışarı çıkarıp baştan başlarsın doldurmaya. ora da seni büyüttü ve gönderir. dert etme. yazılacak çok hikaye var daha. sokaklar, çıkmazlar ve serinlik. serin tut içini.
kum albümünde, yaşıyorum ölüyorum ve tek kişiyim ben hala birlikteliği, ardı ardınalığı; aradaki geçiş: sanırsın ki sinema şeridi geçer gözlerinin önünden.
yeni bir dört duvar için adım atıp eski dört duvarıma geri döndüm. bu sefer yalnız... ilk günlerdeki gibi. ankara'daki son günlerimde beni benle baş başa bırakmak için yıldızlar gerekli açıya kavuştu. belki de bana yeniden düşünme fırsatı verdi: neydim ve nerelerdeyim? Hangi adıma nasıl karar verdim? Şimdi, tıpkı burada başladığım gibi, kendime ev açıp kendimle dost hayatına başlıyorum. Bir süre düşünürüm, sonra unuturum. Kendimi affederim. Kendime şans veririm. Kendimi şımartırım, eleştiririm ve kendimden geçerim. Sonrası zaten bozkır ve yeniden affetme, şans verme, eleştirme ve geçme-geçirilme seansı...

yeniden yol

dolunaylarda gergin oluyorum; şaka değil, her döngünün başa gelmesi ve benim yeniden bir şeylere başlıyor olmam da etkili tabii ki. hep yeniden, yeni baştan. kutu kutu içinde hayatım. açtıkça yeni bir paket. kapattıkça, yeni bir paket. hediye ediyorum kendime her birini. bekliyoruz en güzel günleri. o günleri geçireceğimiz n'den bir kente ilk adım, bebek adımı, tedirgin bir adım için yarın yola çıkıyoruz. ilk zamanlarda, "ya gideriz işte ne olacak" tripleri, arada bir "ya, ...mı acaba,öyle mi ki, olur mu, kem küm"lere bırakıyor kendini. hesap kitap, cabası. kenarına kırmızı düz çizgi çizdiğim defterimde bile düz yazmayı beceremiyorum; içeri içeri kayıyor çizikler. çiziyorum, öylesine... kesik kesik yol çizikleriyle geçiyor ömrümüz, bir oraya bir buraya.
yavaş yavaş topluyoruz evi. her bir nesne hareket ettikçe, sesi soluğu yükseliyor; bazen boğuyor bzen hüzünlendiriyor. kimisi atılıyor (çok azı!), kimisine yeniden şans tanınıyor. koliler doluyor; kitapları toplamak kafayı toplamaktan daha zor olabiliyor. neyi nereye koyacağım, hayatımı nasıl düzene sokcağımdan daha çetrefilli. düzene girmiş hayatın, can sıkıcı olmayacağı da bilinmiyor. yola girdik ve yola devam ediyoruz. adım adım ilerleliyoruz. attğımız her adım bizi geleceğe yaklaştırıyor. geçmişteki gibi... yıllar önce, şimdi nasıl olacağımı pek tahmin edemiyordum. şimdi de edemiyorum. yaşıyorum. olduğu gibi, olduğu kadar. yavaş yavaş toplanıyorum. kolilerimi dolduruyorum hatıralarla, her bir hatıra toz bırakıyor geride, siliyorum. yeniden tozlanana kadar. kimine yeniden şans veriyorum. hatırlarımı nasıl düzene sokacağımı bilmiyorum. dolduruyorum. bantlayıp kapatacağım, yeniden açılana kadar. yavaş yavaş toplanıyorum. pişiyorum. altım kısılana kadar. 40ımda daha iyi olmak için...
psikolojik harple birlikte dönüldü toroslardan; kazanılmayacak savaşlarda yersiz çarpışmalar. içten içe, içeride. sonra aşağı inip detokslanan vücuda alkolü hatırlattık; biraz terledik. ama tüm gezilerde olduğu gibi yağmuru eksik etmedik teğemizden. gidişler-gelişler; sıkıntılı işler. tamamlanması gereken halkalar. şimdi sırada yeniden bürokrasi, imzalar, dosyalar, belgeler. yeni bir yaz; yeniden bekleme ve nihayetinde sonuca erme.

82-92-02-12

Çift sayıları da yılları da severim. Bazı yılların ayrıca önemi var benim için. Onların çift olması da sevindirici. Kend kendime anlam yüklüyor olabilirim; ya da anlamlar arasında bir seçki... Yılların böyle periyodikleşmesi tamamen tesadüf tabii ki. Belki de değil. Yıldızların belli bir çizgiye gelmesi, astroloji haritamın yol göstergeleri... Zaten asıl sorunumuz, öteden beri içeride bazı şeyleri fazlaca yaşayıp, dışarıda aynı tadı bulamamak. Bu kadar anlamlı olan şeyler aslında çok anlamsız da olabilir. 1982'den sonra 10'ar yıllık periyotlarla gerçekleşen önemli değişimler, hayatımı şekillendirdi. '82, malum, doğum. '92, Adana'ya göçüşümüz. 2002, Artvin yazı ve aşk; uzun ve uzak ilişkinin başlangıcı. 2012, doktoranın bitişi. Otobiyografi yazmak için erken (yazacak mıyım yani?) ama bazı tespitler için yerinde bir zaman... Malum gündöndü ve olaylar yeni bir seyre akıyor. Adana'ya gelişimiz, farklı gitmesi beklenen bir hikayenin başlangıcıydı. Daha kısa sür
Ne güzel bir Haziran başlıyor... Öncek doktora bitti hemen ertesinde şampiyonluk geldi... İki güzel gün. Güzel bir geleceğin habercisi olsun.

son

yarın önemli bir gün. daha doğrusu bugün oldu; gece döndü. bu tip yeni aşamalarda sakinimdir genelde; soğutma mekanizması iyi çalışıyor bünyede... ama bir yerlerde birikiyordur eminim. enerji bu; kaybolmaz. 6 yılın sonunda doktora bitti bitiyor. az kaldı. son sözü yarın söyleyeyim. "ümitler en kolay becerdiğim, kelimeler kafi"...

mayısın sonu

30 mayıs, kritik bir tarih olabilir. Yerimizin belli olması adına. 31'i de öyle... Arka arkaya iki aşama. Benden habersiz, benim adıma ortaya çıkan gelişmelerin sonucu. Beni içine alan ve beni aşan her şeyin yansıması. Mayısın sonu, güzel olsun!

zaman geçecek

zaman geçecek; iki yanı fotolarla dolu bir koridoru dolduracak anılar, ince uzun bir yolu kıvrıla kıvrıla geçecekler; sonra dönüp bakacağız bu yumurta halimize, kırılmadan ve pişmeden önceki tipimize, kalbimize... olanlar oldu ve zaman geçti. geçecek, düzeleceğiz. daha iyi olacağız. en iyi günlerimizi geride mi bıraktık yoksa daha görecek miyiz; şimdi değil, değil mi? yoksa bunlar en iyisi mi?
Tez elimize geçti; tez elden enstitüye ilettim; artık yazışmaların tezliğini kollayacağım. Bir de bugün dayı oldum yeniden!
30 Nisan itibariyle, danışmana verilen tezden 4 aydır haber yok. Kısa haberler gelmişti; hala hayattaymış. Beklemek, terbiye edicidir. Neyse ki arada yazıp çiziyorum da kendime meşgale buluyorum. Tabii arada yenilen goller hariç... Geçmiş, geçmiştir; hesapları kapatalım: Önümüze bakalım. Geçmişle hesaplaşmaktan pek hayır gelmiyor. Önümüzdeki günler hareketli olabilir: 5 Mayıs Kesmeşeker konseri, ablanın doğumu, yaylaya gitmek hevesi, kayınvalidenin Eskişehir planları... Sonra yaz geliyor. Kısa bir tatil? Keşke kafa rahatken gidebilsek...

ruya

Dün rüyamda sayıkladım. Sanırım ilk kez oluyor. Ya da böylesi ilk kez... Biri bana "uçurumun içine bakarsan" dedi; ben de açıktan, "uçurum da senin içine bakar" dedim. O ara uyandım. E. ne oldu diye, sordu. Bişey yok dedim; felsefe yapıyoruz diyemedim. Nietzsche'nin sözüymüş. Bugün de bir denizin içinde kıyaya bür türlü çıkamzken gördüm kendimi; açıldıkça açılıyorum ama kıyıya yaklaşınca yerde pembe pembe deniz yıldızı gibi birşeyler görüyorum; basarsam ayağıma batacak gibi, sahil çakıl taşlarıyla bir duvar olmuş, çıkamıyorum; ama açıldıkça açılıyorum-onda bi sıkıntı yok. çok açılınca da bi deniz kaplumbağasının ensemden ısırmaya çalışmasıyla uyanıyorum. Ben eskiden böyle garip ruyalar (rüya değil) görmezdim. Arkadaşı eşi dostu ya da düşmanı görürdüm. En çok lise günlerindekileri... Öyle gelip geçerlerdi sağdan soldan. Alengirli işlere bulaşmaya başladım ruyalarda. Dipsiz kuyu. Hocam, delirttiniz beni!

yalılar ve martı

Resim

Yuşa Kalesi

Resim
Yuşa Kalesi, Anadolu Kavağı. ve bekçileri...

hancı-yolcu

Resim
geliyorlar ve gidiyorlar; boğazın hancısı ve yolcusu...

istanbul ve ankara

Bir istanbul-ankara gelgitinin sonuna geldik. Bu sefer iki yakada da sınırları zorladık. Beşiktaş-Baltalimanı yürüyüşünün gidişi iyi ama dönüşü zulümdü. Biz değil, dönüşte yürümeye mecbur bırakan İstanbul trafiği suçlu! Öte yakada Anadolukavağı ile de yeni bir noktaya daha çıpa diktik. Asıl hedef orasıydı zaten ama 3 günün sounda ancak ulaşabildik zirveye. Nedeni, bizim zaman-mekan algımızın ankara endeksli olması. Biraz yürüyelim sonra biner gideriz diyince, koca bir nah çekti o güzelim kent suratımıza; hiç yakışmadı. İlk gün zaten arabayla Beykoz'a kadar zorlayabilmiştik... Çengelköy ve Anadoluhisar'ı molaları iyi geldi. İkinci gün, nah ile karşılaşınca karşıdaki hisara sığındık; Rumeli'den seyrettik Karadeniz çıkışını. Bir daha anladık ki istanbul birbirinden ayrı noktalardan oluşurken, o noktaların herbirini aşmak için uzman olmak gerekli. bağımsız-bağlantısız noktalar, ancak boğazdan geçince bir bütün haline geliyor. istanbul üzerine şiir-şarkı-özlü söz üretecek deği

o bir vurdu, gol oldu

Keyifli bir 23 nisan tatili kaçamağı öncesinde, sevgili hocamın hala bir yanıt vermemesi ağız tadını eksiltirken yeterlik tarihleri için tevdi ettiği görevle kalemizde son dakika golü gördük. ağları kaldırıp topu tekrar sahaya sürdük şimdilik; bacaklarım çok güçlü ve elim de çatlak patlak olduğu için, meret çok öteye gitmiş olamaz. 4-5li savunmaların, adam eksiltmeyi bilen taktikler karşısında pek ehemmiyeti yok. olduğu gibi üstüne çöküyor hücumlar; direne direne kazanamıyoruz. gidiş yolumuza puan vermesini bekliyoruz tribünlerin. yenilgi günlükleri günlüğü, cuma: "ne söylenebilir! her şey düzeliyor sandık odalarda çok geniş alanlarda dardık" t.u. ağır ağır gelen baharla bünyeye rahatlık çökmeliydi aslında... ben hala diken üstü yolculuğumu sürdürüyorum. kazandıklarıma odaklanıyorum; yeni bir gün, yeni bir nefes ve hala mücadele azmini koruyan bir bünye. azalta azalta öfkeler, yaşama sevincini bir nebze biriktirdik. ama sinirlenmemek, asabı muhafaza etmek zor. bozmamak iç

Cenk Taner ve seçtiği şarkılar

Açık Radyo'ya konuk oldu kaptan; Hilmi Tezgör ile albüm üzerine konuşup sevdiği şarkıları çalıyor. http://vimeo.com/40549664 /

Paul MacCartney-My Valentine

Resim

"kişisel bir şey"

bugün sevgili arkadaşımın doğumgünü. canı sıkkın. geri gelmeyen zamandan ve gelmesinden korkulan zamandan şikayetçi. sanırım. bi ara sorar detayları anlatırım. söylerse... açık denizde olduğumuzdan kıyılarımızda gelgitli durumlarımız oluyor; bizim oralara özgü limonilikten payımızı alıyoruz; yüzümüz ekşiyor bazen. olsun. beni sevdiğini biliyorum. hala birbirimizin umrunda olmamız, umudumuzun olması için besleyici oluyor. bu aralar seviyor diye; teoman'ın teoman, zamanın zamanın, mekanların feşmekan olduğu zamanlardan bir şarkı hediye ediyorum ona: http://youtu.be/yh2WNy3y6cI

saçlar

bahar geldi ve saçlarımı kestirdim. zaten artık pek uzamıyorlar. yeni hayatıma alışıyor onlar da... herşeyin daha sakin olacağı bir süreçte onlar da çok dalgalanmak, karman çorman olmak istemiyorlar. zaten birsüredir pek düzlerdi. doğrudüzün bir iş yapmanın sakinliğindeydiler. halbuki bi ara çok istediler uzun uzadıya yol almayı, deli dolu olmayı, bir oraya bir buraya savrulmayı. olmadı. yer yer oldu. pek yakışmadı bana. hatta babamla aramı bozdular. eski fotolara baktığımda pek hoşuma gitmiyorlar. ama o zamanki tantanamı seviyorum. saçımın tantanası tabii; onun uzayıp kısalması ile değişti herşey. eski fotolara baktığımda pek hoşuma gitmiyorum. yeni fotolarım ileride hoş olmayacak. yine de elimden geleni yaptığımı bileceğim. kendimi seviyorum ama aşık değilim. sanırım en çok bu yüzden bağlıyım kendime. saçlarıma, pardon. tepeden açılıyorlar. kısalıyor ömürleri. ışık göründü yukarıdan. azalıyor ömrüm. dökülüyor önüme; arada bir süpürüp ayıklıyorum. neyseki sakalım var. kıldan tüyden iş
bi ara "içimde birdençok kişi var,bir öyleyim bir böyle" lafları popülerdi, şimdi de "çatlağım ben ya,kırık benim kafam" muhabbeti! iki dakika insan taklidi yapın gözünüzü seveyim. sıradan olun ama doğru dürüst olun...
daha fazla anı biriktirmek için, daha fazla zaman ve daha fazla uğraşı... gerekenler: çaba, adım atma enerjisi, ağzını açıp iki çift laf etme lüksü, dirayet, yaşama sevinci, azıcık daha çaba.
gövde mövde dedik, yine sakatladık gövdeyi... yine yeniden sol kol beyazlar içinde. bel de deforme... önceki haftanın ağız açtırmayan, çorba bile içirmeyen diş ağrısından sonra şimdi de yürütmeyen bir ağrı, tek kolu kalmış canavar evde. büyük sonuçlar çıkarmaya meyilliyim: ilkinde hata, ikincisinde trajedi bu. e kendime bi trajedi yazarı arıyorum zaten... bula bula blogu buldum sadece. yahu ben geçen sefer yemek bile yapmaya başlamıştım, böyle böyle... neyse ki bukez yalnız değilim, tek kolum olsa da kolum kanadım var. yoksa nasıl merhem süreceğim kçıma! ilkinde hızardı, şimdi nazar. herşey iyi-güzel-olması gibi derken, azar azar toparlan çağrısı mı acep?

Gövde

"Beklemek gövde kazanması zamanın"... Ben de o gövdeye şekil veriyorum vura kıra, parça parça. Üzerine güzel elbiseler ve saçı başı yapılmış bir duruş. Bekledikçe var oluyoruz; zaman geçtikçe güzelleşiyoruz. Gövdemiz şekil alıyor. Burası mesela, koca bir gövde oldu yılalr içinde yaza yaza. Tez oldu, koca bir gövde. Bekliyoruz onu da, gelsin diye... Tezi gövdeleştirirken, neler oup bitti; onu da ayrıca yazmak lazım. Nice gövdeler gelip geçti bu gölgenin içinden. Bazılarını çok önemsedim ve kimilerini kızdırıp tükettim. Sonunda gövde kök hücrelerinden yeniden doğdu, geçmişten geleceğe yeni bir köprü. Başı sonu belli bir tez için başı sonu belli bir gövde. Kendimi adam ederken, kendimi kırıp dökerken, onu da parçalarından var ettim. Nice argümanlar ileri sürüp kendi kendini çürüttüm. Neyse ki kertenkele köklerim sağlam ki koptuğu yerden yeniden belirdi uzuvlar. Yoksa kolsuz bacaksız ve dahası aklımı kaybetmiş biri olacaktım. Hala düşünüp taşınıyor olmam, yakında taşınacak olmamı

Faaliyet Raporu

* Siyasal Olanı Unutan Siyaset - Birikim-Güncel, 03.04.2012
Akrep burcu olarak, kin tutmaya ve unutmamaya yatkınlığım olabilir. Birkez nefret ettim mi geri dönüşü olmayabilir. Her ne kadar büyüdükçe bu hisler azalsa da bir yerlerde birikmiş alışkanlıklar vardır elbet. Yine de büyüdüğümüzü anladığımız anlardan biri: Anlayışla karşılamak. Çocukluğa çocukça tepki vermemek... Gerekli. Seni kendinle başbaşa bırakıyorum diyebilmeli. Zaten ötesi ancak kendime zarar verir. Büyük felaketten sonra öğrendiğim şeylerden biri oldu. Bırakınız geçsinler, gitsinler ve ne halleri varsa görsünler. İçimde büyütmektensen, kendim büyümeyi tercih ediyorum. Olması gerekene bir adım daha atıyorum. Bırakınız uzakta dursunlar. Böylesi daha iyi.

seninle

Yeni bir baharı karşılarken seninle, eski bir kışı bırakırken geride, ne çok mevsimi tükettik birlikte... Başkalarının evinde, misafir çarşaflarında tükettiğimiz zamanlar, üşüdük sarıldık; terledik dinlendik. Kafeler, hanlar ve sokak köşeleri... Arşın arşın, karış karış ve iniş çıkış: Pek çok şehir ve mahalle bizimle birlikte var oldu. Arkamızı döndüğümüzde yoktu. Başımızı sokacağımız bir yerimiz oldu, baş köşemize konduk. Üstümüze örttüğümüz hayatın altında birbirimize sokulduk. Kendi örtülerimize desen olduk sonra, dalgalandık ve durulduk. Yerimizde durmayalım, yine gidelim. Başkalarının evlerini, kendi evimiz yapalım. Sokaklarını arşınlayalım. Hayatımızı ölçüp biçelim, durmaksızın nefes alalım ve verelim.

faaliyet raporu

* Yaşam Alanımız Zaman Aşımına Uğruyor , Bianet, 16.03.2012
içerisi-dışarısı dengesini tutturduğum gibi, dilsel olarak akademi-blog dengesini de kollamaya çalışıyorum. orada başka bir dil, burada başka bir dil... hızlı geçişler soru yaratıyor. hangisini daha iyi yapabildiğimi bilemiyorum. ikisinde de birbirinden parçalar bulmak daha iyi olabilirdi. keyifli bir dil oluştrmak isterdim. sıkmayan, boğmayan, okutan, sevimli... pek konuşamadığım için, yazdığım gibi bir olmak daha olası görünüyor. daha iyi bir insan olmak için daha iyi yazmak; zaten yaşamak ve yazmaktan başka bir melekem, bir özelliğim yok. hayatta kalabildiğim kadar yazmayı düşünüyorum. her ikisini de pek abartmadan, tadında bırakarak, tadından yenemyecek kadar.
Adım adım, ağır ağır, ağır aksak, kör topal, ikileye ikileye ilerleyen zaman... Günde iki kere doğruyu gösteren olaylar silsilesi içinde, o ikilerden herbirinin başka bir bütünlük içinde olduğu gerçeği. Okudum ve anladım. Hiçbirşey birbirinin aynı değil ama çok benzeri; resimdeki tek farkı bulun. Detaylar önemli. Zaman geçiyor da büyüyoruz diye yazıyorum bunları. Tüm olan biteni teker teker mi ikişer ikişer mi dörder beşer mi deste deste mi düzinelerce mi tekrar edeceğimi bilemiyorum. Onların üçünden beşinden öğreniyorumdur zahir. Öğrendikçe daha iyi yapacağımı umuyorum. Gerçekten çabalıyorum. O iyiniyetli hisle uyuyorum. Kendime. Kendimden bir İstanbul efendisi çıkabilir miydi? Sıradan biri olmamaya çalıştım, bunun için sıraya girip sıramın gelmesini bekledim. Gelen toplara gelişine dğeil de durup düzelterek vurdum. Düşündüm. Yanlış olabilir. Yine de çaba, çabadır. Belki bir kara buluruz diye kemiklerimi sızlattım nemli gecelerde... Damarımdaki kanla idare ettim, havadki oksijeni solu
"Adını titizce saklayan bir sokak buldum Şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında" Adım bir sokağa verilseydi, arada bir geçer bakardım, ne olup bitiyor diye; kuytularında kimler öpüşüyor, kimler polisten kaçıp eve ekmek yetiştiriyor, kaldırımlarında kimler bekleşiyor diye. kaç ağaç var, kaç tekel bayi, kaç otobüs durağı ve kaç tane sıkılgan... Arada bir gecenin köründe tabelasını seyreder sonra kaçardım, kendimi sevdiğimden değil, sokak adlarını önemsediğimden. sayılı sokakları sevmem o yüzden, bir isim bir yer...
sanırım en zoru kendini değiştirmek. kendini sorgulayabilir, yargılayabilir ve asabilirsin. ama sonuçta değişmiş olmazsın. kendi sınırlarına dan dan dan çarpar durursun. belki duvar çatlar, ışık gözünü alır ve gözünü kırpıştırır, ışığa alışırsın. ama alışkanlıklarını değiştirmek neredeyse imkansızdır. yeni bir duvar ve yeni bir dan dan dan...olacaktır. değişmem- ben böyleyim'le bir hayatın tadı tuzu gittikçe kaçıyor. tatlandırmak için hayatı daha fazla cesaret gerekiyor.

ölmeden yapmak istediklerim#1

...101 ya da 99 şey diye kitap ismi haline gelebilir! Önem sırasına göre değil, akla gelene göre; 1-Paraşütle atlamak 2-Dalış yapmak (bu derece miyopken biraz zor) 3-Latin Amerika (ve Sr_d'nin gittiği diğer yerler) 4-Ayağımın dışıyla uzaktan gol atmak ...

geometri

"garip günler geçip gidiyordu. grevdeydi güneş, griydi gökyüz. gökkuşağı görünmüyordu. göçebe gemiler, gaddar gardiyanlar gibi gizleniyorlardı gecelere. göze geliyordu güzelim gençlikler, gelinlerin gamzeleri güçsüz gülüşlere gebeydi. geveze gırtlaklar gevşemiş, gözalıcı gelincikler gizlenmişti. gülkurusu göğüsler günbatımlarına güvenmiyor, genelevler gülüşsüzlük galerisi gibi görünüyorlardı guguklara. gönülsüz güışıklarına gücenen günebakanlar güneye göçüyordu. gepegenç güvercinler gönençle geçip gidiyorlardı giyotinli geçitlerden. gamlı geyikler gözyaşlarını göstermiyordu gayretkeş gergadanlara. gelen geçiyor, gülüşler geçiyordu. gururum gözaltındaydı, garip günlerin geçidinde. gümüşi gitarların gürül gürül gürlerken gitmiştim gönlümün gülistanından gitmiştim. gözlerimi gömüp gülüşüne. güle güle..." (Yekta Kopan/Geometri/Kediler Güzel Uyanır/syf. 61)
"yoğun karalardan çıktım, sızlıyor keşiflerim; burası başladığı yer mi bittiği yer mi denizin" attığın onca kulaçlardan sonra gideceğin yer belli: burnunun dibi. çok uzaklarda olan bitenler aklıın içinde ve aslında onları hatırladıkça geliyorsun kendine. tuzlu su yuttukça öğüreceksin geçmişini ve aslında neler yutmuşum içten içe diyeceksin. eğer demezsen sen de iyi mide varmış ve kardeşim. kendini keşfettikçe ağrıyacak kemiklerin, güneşe verilmiş deri gibi gerim gerim gerileceksin; bağlantı yerlerinden kopacaksın, bağlantılarından kurtulacaksın, sonra yazcaksın yazcaksın kalemsiz kağıtsız bir hücrede, hücre duvarların yıkılırken, ayaklar altına alınırken, beyninin senin olduğundan şüphe ede ede, nasıl yutmuşum ben bu ayakları diye diye haşlayacaksın kendini kızgın sularında ayak yolunun. zorlama. kal orada. burası ne başlangış ne bitiş. daha çok sen varsın içinde. yazarsın. bakmışsın yaza doğru bir deniz kenarında bağlantıların gerim gerim geriniyor güneş altında. denizden çı
"cebimde yaşama sevinçli sandviçler var" öyle veya böyle yaşıyoruz. iyi veya kötü. malzeme önemli tabii yine de karnımızı doyuruyoruz; yaşayıp yaşayıp posasını cebimize attıklarımız-çöp bulamayıp yolu kirletmeyelim diye- sonradan bize tat veriyor. sevincimiz, neşemiz baki kalmalı. spinozacı bir bakış açısı. mutlu karşılaşmaları artırmalıyız ki genç kalalım. arada bir kendi kendimizi yiyip bitirsek de hala boğazımızdan geçen üç beş lokma, boğum boğum yedi kat olan boğazımıda sekiz on kalori eder. toplamda hayattayız. sadece bu sevinmek için yeterli. ikisini birbirine ekleyip yaşam sevinci ediniyoruz.
Başkalarının monotonluğuna kendi monotonluğumla cevap veremiyorum. Çünkü aynı değil. Kendi sıkılganlığım, geçip gitsin diye beklediğim... Geçip giderken aynı yolları tüketmeyeyim diye başka yollara sapabildiğim. Yolları eskitmemek her seferinde başka parkelere basma hassasiyeti! Geçip giden hayatıma anlam katabilecek oyunlar üretme kabiliyeti, şansı. Kendi ürettiğim şans, tersine tersine yürürken birden herkesi sana eklemlenmesi... Kendi yolunmu çizerken, birden yolların kesişmesi. O yollardan bir monotonluk üretebilirim, haritalar yerlrinde duran şeyler nihayetinde. Kendi haritamı çıkarırken, dağlar tepeler kadar bazen geniş düzlüklere de geliyorum. Şimdiki de öyle elbet. Bu düzlükte gidip gitmediğimi bilemez gibi görünüyorum. Ulaşınca ileteceğim. Aslında monotonluğum, uçsuz bucaksızlığımdı diyeceğim.

faaliyet raporu

* Ankara'nın Futbol Mekanları- Gazete Solfasol / Ocak 2012. * Metin Kurt Yalnızlığı - Express (Müzik Dolabı), sayı 125.

Editör Hanım

"editör hanım, elime kalem aldığımda sahip olduğm meziyetlere romanım basılırsa belki günlük hayatta da sahip olabilirim! Bütün umudum bu! Romanım basılırsa, beni kovalayan saksağanların karşısına korkusuzca dikilebilirim. Her sabah gazete almaya giderken selamlaştığım oda görevlisi Nedim'in, gündüzleri apartman boşluğunda sesleri yankılanan, kapı aralarından, gözetleme deliklerinden bana bakan komşu kadınların ve Nazlı'nın ailesinin karşısına nihayet düzgün bir kıyafetle çıkabilirim. Yazar kıyafeti. Fena değildir. En azından eskrimci kıyafetiyle dolaşmaktan iyidir. (...) Romanım basılırsa futbol sahasında gösterdiğim beceriksizlikler belki bir uyuşmazlık mahkemesince çözülür. Topu göğsümde yumuşatamayışım, sağ ayağımı hiç kullanamayaşım, ortalarımın berbat olması filan, hepsi affedilir. İstifa edip evde oturmam, kitap okumadan, tek bir cümle yazmadan sadece hayal kurarak boş boş geçirdiğim saatler bir vicdan sorunu olmaktan çıkar. (...) Ayrıca romanım basılırsa daha

dışarı

Evde oturduk; bekledik. Yola çıktık; döndük. Kaderi tersine mi çevirdik? Kar beyazı güneşte erittik. Üşüdük, üşüdük; donduk. İçimize işleyen dışarının gücü. Dışarıya ne kadar dayanabiliriz ki, üstümüze kat kat geçmişimizi alsak da. Açılmayan hurçları açsak da... Elimizi ağzımıza yüzümüze kapatıp, kendimize hakim olmaya çalışsak da. Dışarısı etkiliyor bizi; sıcağıyla soğuyuyla. Neyse ki önümüz bahar. Umutluyuz.
'12'nin bir haftası geçmişken, olan biten hakkında rapor: -Umberto Eco-Prag Mezarlığı'na başladım. Uzun süredir çeviri roman okumuyordum. -"Tezi verdin, rahatsın" baskısıyla hissettiğim rahatsızlık. Birşeyler yazma isteğimi engelliyor. Boşa geçen zamanlar diye hissediyorum. -Bizimkilerin yıllık ziyareti, maç ve konser organizasyonları gibi yoğun bir gündeme geldi; bu da kendince anlamlıdır diye müdahele etmeden bekliyorum. -Cebeci kar altında; usul usul yağarken temizlik ve ferahlama ümitleri... Beyaz bir sayfa için zemin hazırlığı?