Kayıtlar

Haziran, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

space-dye vest

Durduk yerde insanı darmadağın eden şarkılar listesinin bir numarası, Kevin Moore'un "alın ve beni rahat bırakın" tokadı, nasıl bir tokatsa bu, bizi dönüp dolaşıp rahatsız etmeyi başarıyor, gül bitmiyor yerinden, kan akıyor, liseden bugüne uzanan değişmeyen katran tüy cezası: ( Dream Theater/Space Dye-Vest/Awake )

yaz yağmuru

"sıcacık bir yağmur siner kara gecenin içine, toprak somun gibi kabarır. tak tak vurulur kapıma, kişner kapımda kır atım, dünyam gümüşler kuşanır." (Ezginin Günlüğü/Gece İçinde-şiir:A.Kadir)

Bir hafta sonra bu saatlerde

2; 2,5 ve 3,5 saatlik nöbetler, salona kedi girmesi dışında sıkıcıydı ama masanın diğer tarafında olma mutluluğunu da yaşattı. Sanırım havaalanı harcını çıkardım ama henüz çizme günleri için kaynak yok. Belge toplarken, pasaportu beklerken, vizeyi beklerken, parayı beklerken işler hiç kendiliğinden yolunda gitmedi ve hep bir sonraki günlere kaldı. En nihayetinde bu noktaya kadar geldik ya, iyidir iyi, diyorum. Bir hafta sonra bu saatlerde gökyüzünde olabilirim ama henüz ayaklarım yere basıyor ve hala ayaklarım yere bastığı için de mutluyum ki nefes almak konusunda da aynı şeyleri hissediyorum.

yeşil fasulyeye alerjim

yeşil fasulyeye alerjim olduğu kesinleşti bu akşam. skafoid kırığından sonra, bir ilginçlik daha... her yaz yeni biri. severek yaptığım ve yediğim bir yemekti halbuki.

saymak

Kırkikindi altında bira içmek keyifliydi. Hem şeker değiliz ki iki damlada eriyelim... Düşen damlaları saymadım, geriye kalan günler gibi... Eskiden yaylada erik ya da ceviz toplarken, biriken meyveleri saydığımda kızarlardı, bereketi kaçar diye; o yüzden saymıyorum. Ama 27 yıldan geriye doğru saysam, dolu ve boş günlerin hesabını çıkarsam, ki sabah ekmek gelsin diye beklerken, boş durmayayım diye kilimleri çırpmaya başladığımda böyle bir sayma silsilesine girdim. Lineer sayılarda eksik olduğum için çok öteye gidemedi sayma ve kilimler de makineye girdi. Herhangi bir şeyi yapmam gerekiyor da yapmıyor değilim, tersine her şey günü gününe teslim-yerinde ve zamanında, ama bu anksiyete nedendir bilinmez.

dönüş

Kiraz ağacının ilk meyvesini, minicik ekşi kirazları yedim; şifa niyetine diyerek... Hangi bir hastalığıma deva olacak ki? Suladığım fasulyeler, patatesler, patlıcanlar, kezzap yemiş etkisi hisseder mi? Bizimkilerin, adıma diktikleri soğanlar fos çıkar mı? Yol boyunca bana babamla çocukluk günlerini anlatan şoför bey amca, Oedipus kompleksinden haberdar mıdır? Torosların öte yakası, etrafında dönüp durduğum merkezkaç kuvveti midir? Vizeyi aldım, kitabı teslim ettim. Bu yaz güzel geçsin.

Hoyratlık, sertlik, asabiyet

Yaş ilerledikçe, değişen-değişmeyen dengesinde hesaplar netleşiyor gibi. Hoyratlık, sertlik, asabiyet yerleşik unsurların başlıcaları. Sessizlik ile gürültü arasındaki ani geçişler, yıkıcılık düzeyinde. Kendiyle mücadele ederken başkalarını ezip geçme oranı, hissedilir boyutta. Değişen şey, bunları anlamlandırma derecesinde gelişim olabilir. Anlamak, çözmeye yetmiyor ve kavgalar kansız bitmiyor.

naat

"ipekler tel tel biraraya geldiler dokunmak üzere lâle nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere kılıç kesti kan koktu bir atlı dörtnala uzaktan günbatımının büyük eşitsizliğinden yakınmak üzere bütün dertler söylendi çareleri bir bir yazıldı son büyük toplantıda bir bir okunmak üzere kimseye başvurulmadı herkes birbaşına kaldı, evet sonradan hep birlikte kurtulunmak üzere oysa bir çiçek vardı bahçelerde kendini dererdi sevinçle. Kendini tek haklıya bir gün sunmak üzere" turgut uyar.

4 neden

Pazar akşamıma, tüm vücudu saran kızarık ve kabarıkla damga vuran alerji, beni önce acile koşturup -ki kırık elle iki hafta geçirmeyi başarmış birinin doktor sempatisini anımsamak gerek- popomdan iğne yedirip, ardından nöbetçi eczane arattı. Talatpaşa pavyonlarına resmi geçitin ardından bulduğum eczanenin aslında cumartesi nöbetçi olduğunu öğrenirken, sinir had sayımın kübü alınıyordu. Ulucanlar mı Kızılay mı ikileminin ikincisi lehine çözüme kavuşmasını ardından, önce annemin ardından ablamın araması bir tesadüf müydü? İğnenin etkisi geçeyazarken Selanik caddesindeki naçizane eczanenin, "ama biz bu kurumla anlaşmalı değiliz" cevabını vermesinden sonra zihnimde hangi tellerin birbirine değdiğini tam kestiremesem de çıkan feryatla adamcağızın zyrtec'i elime tutuşturması arasındaki şiddetin bir bağı olabilirdi. Tüm bunlara dair iki gündür aradığım nedenler şu şekilde oluştu: 1) Yıllar sonra ilk kez, ucuz olduğu için aldığım yumuşatıcıyla yıkadığım çamaşırlardan çıkan ve e

kip

İnsanları ciddiye almadığım yönündeki eleştiriyi, ciddiye almalıyım sanırım. Kendimce kurduğum oyunlara fazla bulaşınca, ne yaptığımın farkına varamıyor olabilirim. Söylediğim sözler, ağır oklara dönüşebilir. Bu olasılıklar can sıkabilir. İnsani ilişkilerdeki gereklilik kipinin dışına çıkmak için, dilek-şart kipine geçmek, olasılık bildirimlerinden daha iyi olabilir, kabul ediyorum. Dilek-şart'ta sınırlı kalmak ise neredeyse mümkün değil. Bir şekilde, şu -meli/-malı'lar hayatımızdaki yerlerini alıyor. İlişki doktoru olmuş insanları anlayabiliyorum, ama herkesle nasıl aynı tonda yürüttüklerini merak ediyorum, hani doktorlar da sigara içer ya, onun gibi bir defo bekliyorum onlardan da... "Kusur, benim imzamdır", herkesin bir imzası vardır gerçi; ben sürekli hata yapmak ve kendi sınırlarıma fazla takılı kalmakla imzalıyorum hayatımı. Kendi kip'liğimi, ortak dil bilgisine inatla kuruyorum. Bir de, kızarıklık ve kabarmış bir vücut, pazar akşamı sıkıntısına renk kat
Kızılay'da pataküte silahlar patlarken, faşistler polis panzeri ardından sopa sallarken, yukarıdan izlemek; hayat akıp giderken sinirlenip kızmak; iyi giden şeylerin ardından kötü bir şeyler beklemek...