Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

muhasebe #13

bir yılın son günleri yine geldi geçti bir hızla; döndük dolaştık daha eski hücrelerle donandık, kemiklerimiz bir gıdım daha kısaldı, omuzlarımızda yükler biraz daha arttı, kafamız daha çok karıştı ama bu bize eski tatları vermez oldu, ağzımızın tadı değişti, zaten tohumların genetiği değişti, oldu da bitti herşey, yine bize kaldı götürüsü, tortusu, hüznü. Geçen yılın sonları kadro değişimiyle başlamıştı, ardından 2013 kitabi bir yıl oldu. Daha önce de olmuştu ama bu sefer kişiseldi. Beklendiği gibi pek ses getirmedi; bir kaç tebrik mesajı yine de mutlu etti. Kayıtlara geçmiş olmanın sevinci yetti. Dersler, öğrenciler, kağıtlar, nefes tüketmeler, konuş konuş konuş ve ilk kez iş yüzünden yorgunluk derken yaz tatili özlemi daha çok belirdi. 2013 yazının direniş yazı olması aslında bana çok malzeme çıkardı, yazdık çizdik, faaliyet raporlarını genişlettik. İşimizde gücümüzdeydik, yeni hayal kırıklıkları da bu işin gücün niteliğinin değiştiğini hatırlattı. Yukarıların, dışarıların, gerçe

başa gelince

Başa gelince öğrenilenler ufuk açmıyor çoğu zaman. Ama öğreniyoruz işte... Raporlar, iğneler, ilaçların geliş fiyatları, hayat verme çabaları. 1 yılda ve son 1 ayda ne çok şey öğrendik. Her şey yeni bir dünya kurmak için. Yeniliklere çok alışık olmasam da, hızlı değişimler beni korkutsa da... Bu açıdan muhafazakar biriyim sanırım, ani değişiklikler pek sempatik gelmiyor. No surprises please! demişti ya. Bundan sonra girdiğimiz yolda da sürprizler can sıkmaya devam edecek. Öyle veya böyle yeni durumlara adapte oluyoruz. Yeniyi aynı hızla eskitiyoruz. Yeni hayatımızı kurmaya devam ediyoruz. Hiç durmayan bir döngüde.

keder - barış bıçakçı

"Cemil bulaşık yıkıyor, süngeri bardağın içinde dolaştırıyor ve anlıyor: Keder vardır. Hesap tutsun, denge sağlanın diye, büyük deftere yazılı, kaynağı belirsiz bir keder. İnsan, evet, simyacıdır, kıymıkları, çizikleri, ufacık şeyleri soy bir kedere dönüştürmeye başarmıştır. Evrenin muazzam boşluğu madde, anti-madde ve keder ile doludur. (...) 'Başka biri olmak için deterjanlardan değil mucizelerden medet ummuştum' dedi, Cemil. 'Bir sabah yataktan başka biri olarak kalkacaktım. (...) hayatın güzel olduğunu düşünen biri, çok güzel futbol oynayan biri, saatlerce uçurtma uçuracak kadar gamsız, tasasız ve gökyüzü budalası biri...' (...) Nazlı 'yeniden genç ve aşık biri...' diyerek listeye kederli maddeyi ekledi." (barış bıçakçı/sinek ısırıklarının müellifi/syf. 98-102)
Albümün en iyileri Tahta Kılıçlar ve Kara Şair olarak netleşiyor benim için. Genelde albümlerde arkada kalan şarkılardan favori seçmeyi severim. Zaten albüm, Her Şey Siyaha Giderken'den sonra çizgi değiştiriyor gibi; daha Cenk Taner albümü havasına giriyor. Öyle ki "Silah Sesinde Yunuslar" ile iyice dibe vuruyoruz, karanlığın en koyu yerine yaklaşıyoruz. En sonda "Kadıköy Karabatakları" neşeli melodisiyle bir alarm gibi bizi uyandırıyor uykudan. Uyandığımızda daha mı iyiyiz bilemiyorum. İlk bölümde, "Felek Felemenk'ten Geçmiş"te ile bir "Şeyler Arasında" havası, "Geyikli Baba Uzaylılar Şarabı" ile "Duymuştum Şehirdeydim" eğlencesi bulmak mümkün. "Aklımın Sibiryası" ve "Bir Şehre Merhaba Dedim", "Doğdum Ben Memlekette" melodikliğini devam ettiriyor.

Yoldan Çıkmış Şarkılar

Resim
Kaptan yeni albümünü çıkardı:   http://www.kesmeseker.org/konser-ve-etkinlikler/duyurular/325-album-kasimda-cikti.html

faaliyet raporu

"Gezi'deki Anarşist İpuçları", Bibliotech, sayı: 19. "Stadyum ve Siyaset", Ayrıntı Dergi, Sayı: 1
Günün başında yalnız, sonunda birlikte olmak bugüne kadar çıkan kısmın özeti değil mi? İçeride iyi kötü iş, eş, ev, düzen kurmuşken dışarıda iletişimsizlik, şaşkınlık, tecrübesizlik, korku, kaygı var. Gerçek hayatın düzensizliğine karşı içeride kurulmuş rahatlıkla nereye kadar gidebilirim bilmiyorum. Üçüncü 10 yılın başlarında henüz çözülememiş çelişkilerle yola devam ediyoruz. Anadolu'nun bozkırında yeşilliğimizi korumaya çalışıyorum.
Hani nerde benim 30 yaş krizim? Başladık ilerliyoruz yolun yarısına doğru, yoksa teğet mi geçiyoruz? İyi kötü koruduk kendimizi, şiirlerle şarkılarla besledik içimizi; yoksa bu hastalıklara değişen virüslere acımasız saldırılara nasıl direnecekti bünye. Gittikçe sıkılaşırken hayat, gittikçe sıkıştırırken bizi hayatın gerçekleri o eski birikimler ayakta tutuyor demek ki. Artık daha az şeye şaşırıp daha az şeyi beğeniyorum, peşinden gittiğim tutkuyla bağlandığım şeylerin sayısı azalıyor. Nasırlaşıyorum yani. Sinir uçlarımı kaybetmemek adına daha çok okuyup yazmak, daha çok şarkı dinlemek lazım belki. Kendimi kaybetmekten korkuyorum. Henüz bulamamışken... Biz eskiden şöyleydik, böyleydik demekten. Her yaşın güzelliğini ve en güzel günlerimizi yaşayacağız yalanını yakalamak istiyorum.
kendi içimde takılı kaldım, kendi kurduğum sınırları aşamadım. belki olur diye dışarıyı zorladım. herhangi bir esneme olmadı. şimdilik buradayız, duvarların içinde. kurgularımızın oyunlarına boyun eğmiş vaziyette.
Hava serinledi, boğaz hafiften gıcıklandı, ıhlamurlar içildi, uzun kollulara geçildi ve iç titremeleri arttı. Artık eller cepte; beden büzüşmekte. Ay içindeki Ankara ziyaretleri yürümeye ve kafa dağıtmaya yaradı. Eski dost Ankara, orada bizi bekleyip başbaşa oturmak konusunda her zaman hazır. Yeni dostlar edinmeye çalışırken sırtımızı oraya yaslamış olmanın rahatlığı da var. Orası ve oradakiler... Koşturmacanın arasında gidilebilecek bir yerler olması güzel. Aslında pek yerimizde durduğumuz da yok. Bir yerler, bir şeyler arayışı hep devam ediyor. Belki böylece içimizdeki ufuneti, sıkıntıyı atabiliyoruz. Durduğumuzda kendimizi yakalıyoruz.
iyi haber-kötü haber döngüsünde sıra hangisinde bilmiyorum. tatil sonrası hızlıca gelen haberler ve sonuçlarla can sıkıntısı ve mutluluk birbirine karıştı. "hayat biraz da böyle bir şey değil mi" tespitçiliğine elimin tersini gösterebilirim. yine de işi absürdlüğe ya da inada çevirip "du bakalım" ne olacak noktasına getiriyorum. kısa gezilerle kafa dağıtıp sezonun başlamasıyla yeni bir tempo kazanmayı ve sonrasında atina seyahatini/konferansını düşünüyorum. bir önceki yazının son satırlarına doğru, ocaktaki sarmaların altını kapatmayı unuttuğumu fark edince, yazarken ve düşünürken hayatı ıskalamamak gerektiğini fark ettim! mevlana ya da sun tzu alıntıları kadar etkili olmasa da facebookta paylaşılacak kadar nüktedan, değil mi? "sarmaların yanık kokusunda, bazen fırınlanmış yemek tadı bulmak gerek" ya da "savaşmaya mecalin yoksa niye açtın tencerenin altını o kadar". 30 yaşla birlikte hayata dair tespitlerimi internet klişelerinden öteye taşım

mevsim yazmış ben de okudum

Resim
http://youtu.be/w85FgjAhOSU öğrenciyken daha çok yapıp şimdilerde yapamadığım işlerin listesinde farklı farklı şeyleri okumak da var tabii; konserlere gidememek gibi. akademik yazından çıkıp yazın rehavetine ayak uydurmak istedim. çeviri edebiyata adım atmaya çalıştım; en son, heba / hasan ali toptaş'la türkçe edebiyata dair uzun süreci biraz durdurdum. brautigan'lar (karpuz şekerinde ve amerika'da alabalık avı), evdeki sessiz sakin ve yalnız günlere denk geldi. tam olarak ne olduğu, ne anlattığı anlaşılmayan, kendince bir dünyanın içine, kendimce dünyamda girdim. bazı yerleri anlamadığım, doğru. birer 6.45 klasiği. ara ara yeniden göz atmak gerek. iskenderiye dörtlüsü'nün justine'i de yine olaylar olaylar silsilesinden çok bir durumu anlatmaya yönelikti. bu açıdan brautigan'larla süreklilik oldu. aşka ve ilişkilere dair oryantalist imgelerle dolu bir tat. orada da bazen ne olduğunu kaçırdığım yerler oldu, yaz düşlerine benzeyen girdaplara girerken... k
telefonum çalınca panik olsam da yine de arayıp sorduğum kişileri beni arayıp sormamasına içerliyorum. tabii artık internette herkes birbirini gözlüyor, takip ediyor, ne yapıp ettiğini biliyor. yine de nasılsın iyi misin diye arada bir bazı arkadaşları ararım. pek azı geri döner. belki de yokluğu hissedilen biri değilimdir. gidince beni özlememişlerdir. doğrudur. ben yine de kendimi hatırlatarak, sevmedikleri otu diplerinde bitirmeye devam ediyorum.
Ankara'dan ayrılışımızın birinci yılında; kısa ve uzun bir yılın ardında, yeni ve eski hayatların kenarında zamanın geçmesine saygı duymaktan başka bir şey yapamadığımız ortada. (  http://disconnectus-erectus.blogspot.com/2012/08/aslnda-ankara.html  ) Sevmesek de saygı duyduğumuz işlerden biridir beklemek, sanki onca zamanı sadece ufacık bir an için harcıyorsun gibidir. Gözünü açıp kapatırsın; ve yaparsın. Yapmak, eylemek, olmak, kılmak, hala önemli; buna sevinirsin. Sıran gelince, bunu hissedersin. Ayrılmak da bu sıralardan biri olabilir. Atacağın adımların kontrolü sende olmasa da nasıl olacağı, içeriğini bazen kontrol edersin. 1. yılın sonunda sanki çok şey değişti de büyük boşluk değişmedi, dekor değişti sahne aynı kaldı; hala kafamızın içindeyiz ve ona şekil şemal verme derdindeyiz.
farklı farklı hayat tarzları arasında geçişlerle; bir nevi bukalemun mode-on... hayatta kalma başarımı buna mı bağlamalıyım? geçişler sert oldukça sağlamlığım artıyor! dağ başından deniz kenarına yaklaştıkça ruhum sarsılıyor. önce paralel uzanıp denize, sonra dikine dikine geldik uçarak. sırtımızı hep bozkır'a dayadık, dönüşümüz orası, ekmek parası. etrafında dönüp dolaşıp kaçamadığımız merkezimiz. her türlü iklim ve coğrafi şartına karşı, hala işe yarıyor olmanın keyfi var.
tatil tatil diye diye sanki tatili öteye ittim;, öfleyip puflarken bir tüy gibi kendimden uzaklaştırdım. halbuki ben beklemeyi iyi bilirim. iyi beklerim. sonra o gelir. şimdi biraz uzaklaşmak ve başka yerlerde sıkılmak zamanı. herşeyin  üst üste ve son dakikada gelmesi, iyi mi kötü mü bilemediğm bi ton gelişmeye rağmen biraz ara vermek gerekli. kafam duracak mı bilmiyorum. çalışmayı seviyorum, kendim için çalışıyor olmak da güzel. ama ne yaptığımı, ne yapabileceğimi soracağım pek kimsem yok. yani bu oldu mu oluyor mu, ne yapmak lazım diye topu atabileceğim biri yok. varsa yoksa şahsi verkaçlar... o zaman kendimi oyundan alıp, bırakınız oynasınlar diyorum.
Böyle suskunluk zamanlarında, konuşulmayan kelimeler içeride yeni doğacak kelimeleri de boğuyor. zaten yeteri kadar sayım yok onlar da birbirini tüketiyor. Konuşkan değilimdir;  çoğu zaman konuşma isteği dahi duymam, ama bazen arayı kapatmak için boş konuştuğum oluyor. Kendini aradan kurtaran bazı kelimeler yeni bir sessizlik-suskunluk döngüsüne kapılmamak için aradan çakıp kurtulmak istiyor olabilir o anlarda. Susarken gelecek diğer kelimeleri de yok ettiğimi düşündüğüm için bazen kendi kendime konuşup ses tellerini çalıştırmaya çabalıyorum. O zamanlarda da sanki geçen zamanda yeni bir ses edinmişim gibi şaşırıyorum.

Okuduklarımın etkisi

Gelen öneri üzerine Brautigan'a ve İskenderiye Dörtlüsü'ne başladım. Yeniden çeviri edebiyat, sıcak yaz kitaplarına merhaba! Gelmeyecek sandığım yazın beni sarıp sarmalamasıyla aslında istediğim herşeye kavuştuğumu bir kez daha hissettim. İstediğim he şey benimle! Aklımdan geçenler daha dikkat etmeliyim. Okuduklarımın etkisinde daha az kalmalıyım. Halbuki yaşlanıyorum ve yapabileceklerimin sayısı azalıyor. Her nefes beni yetersizliğime yaklaştırıyor. Olgunlaşmaya çalışırken yaşımın gelmesine şaşırıyorum. Baharı görmeden yaz gelip geçiyor mu? Bahar yağmurluydu ve bu bacaklarımı ağrıttı. 1 ay içinde kumlarda güneşlenirken bunun acısını çıkarabilirim tabii ki, o günler de gelecek ama o acılı günlerin hesabını kim verecek? Dizlerim, dizlerim... Yanlarım, yanlarım... Ağrıyan her yerim; ben doktorum, kendimin doktoru ve söküğümü dikecek iğne ipliğe sahibim. Ama biraz beceriksizim. Bisikletimin bile şifresini unutmuştum. Ama sonra hatırladım. Şimdi de vitesi değişmiyor şerefsizin! Bun
"Siz de benim gibi, Günleri Sevgiyle isteyerek Değil de, takvimden yaprak koparır gibi gerçek Bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, Ankara güneşi sizin de Uyuşturmuşsa beyninizi, Ata'nın izinde Gütmekten başka bir kavramı olmayan Cumhuriyet çocuğu olarak yayan, Pis pis gezdinizse (o sıralarda adı Opera Meydanı olan) Hergele Meydanı'nda, bu sarı ve tozlu alan İğrendirmediyse sizi Bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi, Kaybettiniz (benim gibi)." (Tutunamayanlar/Üçüncü Şarkı/273-285. mısralar/syf 124)
Kahvaltıları yalnız yaptığım temmuz ayları... Hafızamın iyi olduğunu sanırdım ama artık unuttuğumu fark ettim pek çok şeyi. O yüzden hatırlatırım kendime arada bir, geçen hafta/ay/yıl bugünlerde ne yapıyordum. Yaptıklarımı yapamadıklarımı düşünürüm. Ne gerek var bilmiyorum. Beyin jimnastiği, geliştiremediğim kasların yerine mi? Bir iz bırakarak geçip gitmiş olmanın hevesi mi? Aradığını bulamamış olmanın üzüntüsü mü, tam da istediğim buymuş diyerek istediğin hayatı yaşamanın duası mı? Eski şarkılar, filmler içerideki şeyleri yerinden kıpırdatırken üçüncü 10 yılın başında acaba yeni bir ben mi oluyorum, yoksa yerimde mi sayıyorum? Zihinsel olarak olmasa da fiziksel olarak geriden geldiğim, yaşımı göstermediğim ortada. Böyle yavaş yavaş ilerleyerek önümüzü daha iyi analiz edebiliyoruz belki de. Önümdekilerin, çevredekilerin neleri dert ettiklerini görüp şaşırıyorum, ben de mi böyle olacağım? Farklı bir hayat yaşama şansın var mı? Tarihsel ve sosyal koşullar içinde... bla bla...
kiraz mevsiminin çalışma değil sevişme vakti olduğunu biliyordum bilmesine de gündem bizi rahat bırakmadı iki dakka dinlenelim diye. aktif bir dinlenme de diyebiliriz; gerekli meseleler üzerine düşündük taşındık. sonra gerçekten kiraz topladım. mevsim yazmış; ben de uyumadım, göreve uydum. uzun tatilin hayalini kurmuştum ama şimdilik evde sinema kanalları ile idare ediyorum. bekarlık günlerimi geçen yıldan başka bir evde geçiriyorum, işte en büyük fark. tek başıma kaldığımda kendimden sıkılıp sıkılmadığımı test ediyorum. henüz bir sonuç alamadım.

Faaliyet Raporu

* Örgütlü Muhalefet vs Örgütsüz Direniş, Bianet, 22 Haziran,  http://bianet.org/biamag/toplum/147811-orgutlu-muhalefet-vs-orgutsuz-direnis * Türkiye'de Hareket Kavramı Değişiyor, Bianet, 7 Haziran,  http://bianet.org/bianet/siyaset/147317-turkiye-de-hareket-kavrami-degisiyor * Toplumsal Hareket Algımız ve Gezi Direnişi, Birgün Kitap, 22 Haziran,  http://birgunkitap.blogspot.com/2013/06/toplumsal-hareket-algmz-ve-gezi.html

Doktor olalı 1 yıl

Mayıs'ı hiçbir şey yazmadan uğurlamak olmaz, ki ayların gülüdür; bu yıl yepyeni bir yoğunlukla geçti. Mutat sınav görevlerinin yanına bir de kağıt okuma! Evet, doktora biteli bugün 1 yıl oldu, geçen yıl bugün jüriden geçmiştim. Ardından yeni bir kent, yeni bir ev, yeni bir görev ve ünvan, yeni dertler... Gerçek hayata alışma denemelerim devam ediyor; kurtlar sofrasında iyi kuzuluk örneği göstererek. Belki yemezler de turşusunu kurarlar diye! Her türlü haltı bilen, türlü kelime oyunlarıyla  seni tongaya düşüren, hiç bir somut konu etrafında konuşmadan zamanı tüketip enerjini bitiren insanlar... var bu dünyada ve yakınımızda. Ben artık kelimelere ve kitaplara sığınmayalı da bayaa oluyor. E yazmayı da bıraktık. Böylece geçip gidiyor zaman; neyse ki yaz geliyor ve durup beklememenin tadını yaşayacağız yeniden. Yaz tatili hiç bu kadar anlamlı olmamıştı; ben ilkokulun bitmeyen yaz tatillerini istesem de biliyorum gelmeyecek, 5-10 gün başka yerlede olmak yetecek. Neyse ki kısa kaçışlar ko

bazen yakın bazen uzak

"arkadaşlar geldi sonra, oturdular masamıza" bazen yakın bazen uzak geçen onca yılın ardından, "akşam evdeyseniz geliyoruz" ya da "dışarıda buluşalım mı" mesafesinin ötesine taşınan dostluklar... yakın-uzak yeniden birbirine girer. bazen yakınken çok da yakın değilsindir, klişesi geçerli; klişeler hayat kurtarır. dostluğun demlenmesi, değerini artırır. birbirine anlatacak hikayelerin çoğalabilir. anlatacak bir şey olmasa da birlikte susmak da iyidir. pek çok zaman geçirdiğim ve "en eski dost" yerini almış, hikayene ortak olmuş birini mesafe tanımadan yanında hissetmek önemli. bugün kadar başardık, bundan sonra da devam gelecek gibi... yaşlandıkça, "en eskiliğin" yeri derinleşecek. sadece zaman değil anlam da eklenecek. onu derine iten mesafe değil bir his olacak; sadece bir his.
Ansızın bastıran bahar yağmurun coşkusu ve ardından gelen toprak kokusunun dinginliği üzerine debdebeli sözler etmeyeli çok oldu. E tabii, yaşlanıyoruz; toprak diyince başka şeyler akla gelebilir. Zaten artık eski tür her türlü tanım, tasvir, bakış açısı sıradan oldu... Okunan kitaplar ve yeni şarkılar da o yüzden tat vermiyor. Yeni bir şeyler arıyor bünye. Eskinin tadı güzel, bildik, zor zamanlarda sığınılacak türde; ama yeninin heyecanlandırması, uzun süredir yok. Buradan yol çıkıp, her şey sıkıcı ve tatsız demeyeceğim. Facebook'ta karikatür paylaşmam kadar zor bir ihtimal bu karamsarlık. Çünkü o karamsar günlerimi yeteri kadar yaşadım ve bu bana büyük bir güç verdi. Üniversite yılları bu karamsarlık ve kötümserlik için yeteri kadar uzundu. Ardından gelen belirsizlik dönemi, o teoriyi doğruladı. Ama artık sıkıntının sürdürülemezliği dönemindeyiz. O zaman keyif veren bu sözler şimdilerde dert olur. Daha iyimser olmak hayatta kalmak için gerekli görünüyor. Böylece bahar yağmurlar

faaliyet raporu

* Dünya Sosyal Forumu 2013'ün ardından:  http://bianet.org/biamag/bianet/145577-dunya-sosyal-forumu-2013-un-ardindan * Akil İnsanlar Bir Barış Hareketi Yaratabilir Mi?:  https://www.birikimdergisi.com/guncel/456/akil-insanlar-bir-baris-hareketi-yaratabilir-mi
yeni bir ara dönem, okunan kağıtların bitmesiyle sona erdi; artık finallere kadar ara dönemsiz yaşayacağım. geçiş dönemleri... yaptığım işi bu kadar önemsemesem, mutlu olmak için yeni bir şeyler arama ihtiyacında olacaktım. işten başka bir hayat da olmalı. arada ufak tefek başka şeyler yazarak bu ihtiyacı kısmen gideriyorum. yine de yaz tatilinin önemi artıyor.
Onca zamanın ardından Ankara'da alkolden kaynaklı başağrısı ile uyanılan sabahlara bir yenisini eklemiştim iki-üç hafta önce. Arkadaşlarla alınan nefes ve geçmişten bir esinti; çok Net. Sonra yeniden derin bir nefes alıp, yeni bir aşama; sınavlarımı organize etme. Benim sınavlarım! "sorusu olan var mı?" Şimdi kağıtlarla cebelleşirken, sınır değişiminin bende yarattığı tahribatı hissediyorum. Biz de mi böyleydik? Çok bildiğimizi zannedip neler peşindeydik? Puan kırmama, sıfırcı hoca olmama dertleri... Acaba aralarından bir kaçını kitap okumaya sevk edebilecek miyim?

sınır değişimi

Bu sabah, normalde evde olmam gerekirken, Erasmus öğrencileri için mülakat yapınca yeniden hissettim sınır değişimini. Artık soru soran taraftaydım; kendimi onların yerine koydum ve kıs kıs güldüm. Çok komiklerdi. Çok komikmişim. Eski fotoğraflara bakmak gibiydi. Mülakat İngilizce'ydi bir de; derdimi en iyi hangi dilde anlatabildiğimi bile bilmezken onların dertlerini anlamak için soru sordum. Şarkı sözleriyle konuşsalardı ya benimle, ben İngilizce'yi öyle öğrenmiştim, "dürüst olmak gerekirse..." Sakallarımı kessem miydi acaba, daha derli toplu bir şey giyseydim? Öte yakaya geçtik ya, üstümüz başımız düzelmeli; henüz iki yakamız düzelmemişken...
Bugünler kötü olduğundan değil ama geçmiş günleri hatırlamanın tadı bir başka. 2000'li yılların başı, sanki 70'lerden parçalar gibi geliyor bazen. yurttan çıkıp gazete alıp, Ezgi'ye gidip çay-simit... O zamanlar, orası da bizim gibi pejmürdeydi, şimdiki renkli kıyafetlerini giymeden önce... Öyle olduğumuzdan, biraz da öyle olmak istediğimizden yalnızlığımızla kalabalığın içine dalmalar. Yürümek yürümek yürümek. Ankara'yı benim yapan şey biraz da bu olmuştu. Şimdi başka bir şehirde yürüsem de benim aklıma takılı kalan o. Dün derste, "we don't need no education"ı mırıldanırken öğrencilere, tabii ki Konur sokakta izbe bir odada Wall izlediğimizi hatırladım. Kıyafetlerimiz değişti, başkalarıyla konuşmaya başladık artık, onlar bizi dinlemeye başladı. Ama aklım yerinde. Kafamın içinde. Orada takılı kaldığı için de bir parça sıkıntıda.
ders alma değil ders verme dönemimin 1. ayı bitiyor! herhangi bir şey planlamamıştım; genelde birşeyler planlamam ama işlerim düzgündür. garip gelişmeler, olmayacak terslikler olur elbet ama olması gerektiği kadar. sonra işler yoluna girer. nasıl olur bilmiyorum ama oluyor, yavaş yavaş da olsa. süreç pek tatmin edici gitmese de henüz heves kırıcı birşey yok.

"Sıkıntı öldürür"

"Çünkü sıkıntı öldürür. Ve ama sıkıntı öldürür. Acı ve öfke değil, ama sıkıntı öldürüyor. Çok geçici, anlık, masum ,makul olabiliyor, ama sıkıntı öldürüyor. Sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor çünkü. Tatil çoğulluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak öldürüyor. Sıkıntı davet ediyor, açıyor. Acı ortak olmayanı defediyor, kapatıyor. Sıkıntı çözüyor, öfke bağlıyor. Sıkıntı plan program demek çünkü. Program yazlıklara savuruyor, sayfiyelere, yumuşak içkilere, pahalı yemeklere yol açarak çözüyor. Acı kendi yasasını durmadan fısıldıyor, öfke hatırlatıyor oysa: Dağılmayın, unutmayın, yetinin, oturun oturduğunuz yerde." (Murat Uyurkulak / Tol / s. 90)

özel

doktora tezimin iletişim'den yayınlanması, beni mutlu etmeli, bu bir gereklilik! daha önceki futbol kitaplarından sonra, kitap çıkarmış olma hissini özel olarak tekrar yaşamak... ama geçilen her aşama, ben de rutinleşme hissini artırıyor. özelliğini yitiriyor sanki. şimdi herkes, kitaptaki yanlış cümleleri bulmak için yarışacak, gibi geliyor. zaten herkes kitap çıkarıyor. yüzlerce yayınevinden biri, mutlaka birşeyler yayınlıyor. herkesin doktorayı bitirip sonra bir şekilde doçent olması gibi. bunu bende özel kılan nedir?

kitap

Resim
cümleler, cümleler, cümlemizin huzurunda...

ne kadar tecrübesiz...

Yeni yıla yeni kitaplarla girmek istedim ama okuduğum kitaplardan pek keyif almadım. Uzun süredir okumak istediğim isimlerin rastgele kitaplarını seçtim -Selim İleri ve Latife Tekin-; olmadı, sarmadı. Özellikle Selim İleri'ler hayalkırıklığıydı. Tam olarak ne aradığımı bilmiyordum ama yine de bu kadar az etkileneceğimi tahmin etmemiştim. Yeniden sarsıcı birşeyler okumak istiyordum sadece... Yazmak için yeni şeyler okumak gerekli. Akademik olarak da... Farklı konularda yazma denemelerimde hala tez ekseninden kopamadığımı görüyorum. Bak hala "eksen" gibi kelimeler... "Bu bağlamda", zamanın geçmesini beklemek en iyisi. Zaten iki hafta içinde başlayacak tempoyla, uzun süredir istediğim birşeyi -yoğunluğu- gerçekleştirmiş olacağım. Böylece zamanı daha iyi bölümlerim diye umuyorum. Olmazsa, birkaç ay sıkıntıyı çekeriz; ekmek parası... Yeni insanlarla temas kurdukça, olaylar karşısında ne kadar bilgisiz ve tecrübesiz olduğumu anlıyorum. İmalar, işaret etmeler, as