Kayıtlar

Şubat, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"ey iyi kalpli üvey ana..."

(bu kez biraz daha eskilere gidiyoruz sevgili dinleyiciler, 2004 yılına uzanıyoruz hep birlikte... Bu karlı günlerde, kara kışın koynunda, Ankara'ya dair hissiyatımızı yoklarken yeniden; eskilerden bir Ankara yazısı geliyor sizlere...ki kendisi aynı zamanda matbu olarak kayıtlara geçen ilk yazılarımızdandır-ilkini daha sonra başka bir kontekste radyolarımızdan yayınlarız-; daha sonra editörlüğüne terfi edeceğimiz Birgün gazetesi Gençlik sayfasında yayınlanmıştı, saygıdeğer kafcamus 'un onayıyla) Cemal Süreya, "ey iyi kalpli üvey ana" diye sesleniyor Ankara’ya bir şiirinde; belki de en iyi bu dize niteliyor ne gönülden sevilebilen ne de vazgeçilebilen Ankara’yı- en çok İstanbul’a dönüşleri sevilen; tene ve ruha hissettirdikleriyle hep soğuk olarak anılan ; daha da kötüsü “ceberrut devlet” in simgeleştiği-ete kemiğe büründüğü bir şehri… O bize sonradan sunulmuş, sevmemiz-karşılıksız boyun eğmemiz istenmiş bir üvey ana; ama sevenleri ne diye bağlanır O’na; yoksa tüm

günlerin (bilinç) akışı

(gün be gün mevsim dönümüne yaklaşırken ya da özlerken onu karakışın ortasında, eskilerden-Kasım 2005'ten- yayınlanmamış bir metin, klasörlerin derinliğinden internetin okyanusuna bir damla daha...) Güneş üzerimize pis bir gölge bırakarak gidiyor kirli bir sarının içinde uzak ufukların ardına, batıyor ya da doğuyor orda yeniden, birbiri ardına, benim için batan onlar için doğum, bize bıraktığı renk skalasının zenginliğinden bir buket ve renklerin en acımasızı (siyah), yorgunluktan bitap düşmez mi batıp batıp doğmak yeniden küllerinden, yorulur insan yıldız olmak gerek bunun için ışık saçmak, belki, hafif bir rüzgar, denizden mi geliyor acep, içten içe yarışıyor pis gölgeyle, benden yansıyan, o kadar ağır ki kıpırdamıyor zırh gibi çökmüş üstümüze ama bizi fokurdatıyor-kaynatıyor sıcağıyla ruhuna işliyor, beni sessizliğe iten ne, mevsimlerin beni ezip geçişi mi, bu ağır örtü üzerime çektiğim, aidiyetsizlik mi... Hiç bir şey yapmak istemiyorum batıp batıp doğamam yeniden, düzlük

"duymuştum şehirdeydim"

Cenk Taner, Roll'un Ocak sayısında, Oğuz Atay üzerine konuşurken kulağımızı çınlatmış ; bir de demiş ki, duymuştum şehirdeydim, disconnectus erectus mevzuu üzerine konuşurken çıkmış. E o zaman malumu ilan etmek, -mişli geçmiş zamanın hikayesini yazmak görevimiz, şöyle ki; neredeyiz biz? sakin miyiz? karanın bittiği bir yerde, bir yerdeyiz. içmişiz biz, sudan da başka benim de bir derdim vardı bu adamla. ne dersiniz? nerdeydiniz? "aşk?", hmm duymuştum şehirdeydim. zenginiz biz, çok çoook paranın bittiği bir yerde bir yerdeyiz. teselliyiz kendimize. acayip rüzgar çıktı girerken tam denize. kargasekmez yokuşunda, kuşlar gördük kış başında. e gelmişti güneylerim, duymuştum şehirdeydim. dolu yağdı yılbaşında. kulağımda "la bamba" "por ki sere" demiş miydim? duymuştum şehirdeydim. haklıymışsın, hayat fani e faniyse tıbben yani. hipokrat dans ederdi, tıp! duymuştum şehirdeydim. kuşlar sekti kalp yolunda, bir şehir yok haritada. ismi varsa cismi yok; duymuştum