Kayıtlar

Mayıs, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mayıs ayının son akşamı

Mayıs ayının son akşamı, hala uzun kollularla, takvimin yaprağını çevirdim: gün batımına kıvrılan iki ray. Mayıs pek bir hareketli, verimli, çoğunlukla olumlu geçti. Sattığım çerezler, dondurmalar, biralar, beni İtalya'ya biraz daha yaklaştırdı; belgeler, koridorlar, imzalar aşıldı; ha gayret, son noktaya ulaşıldı. Haziran, uzun süre bu kadar serin, bir o kadar "cool" karşılanıyor tarafımdan. Yapmak gerekenler listesi, kabarık; cüzdan ise tersi. Atılan "adım"ların sağlamlığına güvenmek gerekli çünkü tedirginlik benim diğer "adım"dır.

pseudo-maria

Başkalarının mutlu saatleri iliği kemiği kuruttuğu için, kalbin yeniden kan pompalaması uzun süre alıyor. Biri için bir şey yapmak, eylemi; uzak diyarlardan gelen bir elçi gibi... Derdini dermanını çözmek pek zor; kellesini koyup atın terekesine, kamçılayıp göndersen hayvanı, kolay olan yol. Başın belaya girecek tabii... Aynı hataların bile isteye tekrarlanacak olması, insanoğlunun çözemediği bir kıskaç. Neyse ki baba figürü yerini buldu ve pseudo-maria evini buldu. Ama yolunu bulamayanlar cemaati, yalan söyleyememenin cezasını daha uzun süre çekecek. Na var ki hayatının gidişatını, başkalarını suçlayarak belirleyemezsin. Her şeyin farkında olmak nasıl kötü bir huydur, bilemezsin. Vize ve pasaport belgeleri için imzalar toplamak, öfkeyle karışık mutluluğu da getirdi; bir şeylerden hırsımı alıyor gibiydim sanki; sınıf atlama çabam başarısız olduğu için, bu da mı gol değil diye fileleri dövüyorum ısrarla. Bürokraside sempati ilkesi gereği, çizgiyi geçen top iki kere gol sayılmıyor. En

başka sözler, başka yüzler...

ağır kapı, aksak lisan kelimeler yetmiyor. çıplak yara; günışığı... tenimi incitiyor. içeriden yeni çıktım dünya almıyor beni yüreğimde yatar hala ölenlerin yemini hangi meydan hangi sokak kavuşturur bizi hangi yalan hangi yasak karşılar bizi ne insanlar ne mekanlar özlemlere yetmiyor... başka sözler, başka yüzler ödeşmeler bitmiyor. aşk uyudu ranzalarda, düşler eskidi gitti. ıslığıma gömüyorum kalbimdeki sözleri. hangi meydan hangi sokak kavuşturur bizi; hangi yalan hangi yasak karşılar bizi... (Murathan Mungan; Söz Vermiş Şarkılar/Teoman)

weakness

found you there in the blink of an eye i miss you turned away into a thousand dreams you've found out what they mean lost you there in a moment of truth i trust you gave away your one and only heart a gift to tear apart stain me, save me take me to my home hold me, show me take me to my home weaker now, drawing fluid from me you kill me i'm not afraid of what you have just done but of what you've just become (Opeth/Weakness/Damnation)

mayıs

Geri dönüşümlü yaşamayı seviyorum, recycle değil-retro; kendimi geri çevirebildiğim de söylenebilir aslında, kaybolmayan bir maddedir can sıkıntısı. "Geçen hafta-geçen yıl ne yapmıştım?" Sanki zamanın boşa geçmediğini kanıtlamak ister gibi... Bir şeyler yaptım değil mi? Deneyimi altın kafese koymuşlar, yine denerim yine denerim demiş. Daha iyi yenilmek için. Son zamanlarda söylenmem için pek bir neden yok, tersine işler yolunda gidiyor; sakin sular derin akıyor; telaşsız yeni başlangıçlar. Geçen yıl 17 mayıs sabahı uçağa atlayıp ilke kez ayağımı yerden kestikten sonra, bokun içinde-evet deplasman tribününe bok serpmişlerdi, şampiyonluk anını beklemeye koyulmuştuk. Olmadı, mayıs sonuna kadar sürdü eziyet; son saniye golüyle yine hezimet. Bu yıl pek bir farklı geçiyor oysa, acısız-kedersiz. Mayıs'ın ağırbaşlılığını beklediğimi söylemiştim; bürokratik işlerin gereksiz ağırlığı bünyeyi ele geçirmeye başladı.

yorgunluk

"Çerez var, dondurma var!" Bir bu eksikti, onu da tamamladık, şimdi sıra diğer eksiklerde... Ekmek parası, İtalya rüyası, arkadaş hatrı... Öğrenciliğimde geçirmediğim süreyi, eski topraklardaki şenliklerde geçirdim 3 gün; eğlence değil görevdi oraya çağıran; "yaptığı işi iyi yapmak" kodlu genim sürmenaj olma eğilimindeydi. Nitekim yorgunluk olgusu yeni bir anlam kazandı bünyede. Pazar sabahı uçuk ile taçlanan süreç, tatlı bir seda olarak kalacak elbette... Yüzlerce kişinin parasına dokunup H1N1 kapma kapasitem oldukça yükselirken, aslında farklı durumlara adapte olabilme kapasitemdi beni şaşırtan. 2 tane 2,75 1 tane 1,5'nin kaç ettiğini 10 sn.'de hesaplayamamak da doğru mesleği seçtiğimi gösterdi. İlkokulda belalım olan, "zihinden problemler" kitabı, kısa süreli uykularımın baş kabusuydu; bir de keşke abaküsü atmasaydım diye düşündüm yolda giderken. Kumaş şort altına kalına çoraplar kadar beyaz pantalon, fermuarlı değil kopçalı çanta, büyük

"sesin senin"

"kahkaha kesin bir sınırdır senin sesin için; geçmezsin kahkahaya. Bu da gülümsemeyi senin tapulu malın yapar. Gülmek sende gülümsemenin bir noktada taşkınlığı oluyor daha çok. Bu bakımdan gülümsenin bütün öğelerini de birlikte getiriyor. (...) sanırım, bakışlarla sesler arasında bir bağıntı kurulabilir. belki de yanlıştır bu varsayım. Ama doğru olsa, senin sesinle bakışın arasında bir paralellik, hatta bir özdeşlik olduğu görülebilir. (...) söz bitince senin sesin de biter; oysa sözü tüketen sesler vardır; söz tükendikten sonra başlayan sesler vardır. Senin sesin sözle özdeş. Çığlık değil, düşünce senin sesin. (...)" (Cemal Süreya/Sesin Senin/Sevda Sözleri)

sürgün

evinde yalnız bir aşık- çölde bir damla su... garip bir görev ve yalnız bir yabancı gibi. zor bir soru için güvensiz bakışlar, basit bir sırrı var, ama hiç cesur değil anlatmaya. o bugünü yaşıyor, dünü unutmaya hevesli, aklında bir silahla. sokakta aç bir kurt, kaypak bir yan sözünde; kör bir umut ve anlamsız bir fal var öyküsünde. zor bir soru için güvensiz bakışlar, basit bir sırrı var, ama hiç cesur değil anlatmaya. kaybettiği bir şey yok, kazandığı hiç bir şey... o arsız bir sürgün içindeki zindan da... (Kargo/Sürgün/Yalnızlık Mevsimi)

Sokakta aynı hizaya gelmek

Sokakta aynı hizaya gelmek yıldızların işiydi, biliyorum; belki de dolunay etkisi, bilmiyorum. Zamanın geçmesini beklemek konusunda iyiyimdir, sanırım; kendimi tekrar etme konusunda bir sıkıntı duymam, eminim. Yılların verdiği güç, dizlerin altından akıp giderken de yürümeye devam ederim.

yıldızlar

Yıldızların dağılımını, kozmik bağlarla sarsıp değiştirmeye çalışsam, karadelik bulma şansım yüksektir ya da samanyoluna takılıp düşerim; beceriksizimdir. Şans yıldızı varsa eğer, trt'deki program değil-o neptün kadar eski-, arada bir gülüyor ve kurduğum bağları aydınlatıyor. Kendi ayaklarımı mı bağlıyorum, onu bilmeden, önümü biraz daha net görme fırsatı veriyor; belki atılacak adımda takılıp düşeceğim ama olsun; bu da oyunun kuralı. "ne varsa düşenlerde varmış meğer" (Böyle mistik-kozmik ve metaforik yazma eğilimim, törpülemek için çaba göstersem de, bazen patlıyor işte...) Bu kez, yıldızların dağılımına güvenmek istiyorum.

Zamanın geçmesini beklemek konusunda iyiyimdir

Zamanın geçmesini beklemek konusunda iyiyimdir. Beklerken, eski defterleri açmakta da... Kapatılmış muhasebe kayıtlarını bozup yeniden denkleştirmeye çalışmak huyu da ailevi olabilir. Tedirginlik ve kötü bir şeylerin olacağını beklemek de yaşanılan toprakla ilgili... İşler yolunda giderken, olan biteni fazla dillendirmeyip susmak, gelenek görenek meselesi. Sevip kolladığımız şeylerin, eriyip gitmesi; tersine dönmesi, alışıldık. Kimseye ses etmeyip, hiçbir şey konuşmadan işlerin yolunda gitmesini beklemek, filmlere özgü olabilir. Çok film seyretmenin zararları... Bahar da gelip gelmeyeceğine karar veremediğine göre, benim kararsızlığım mazur görülebilir.