Kayıtlar

Aralık, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"insanların en verimli olduğu çağda tükendim"

"Bu duruma nasıl geldim? Neden bana yaşamasını öğretmediler? Neden bana, 'bizden bu kadar, gerisini sen bulup çıkaracaksın' dedikleri zaman isyan etmedim? Hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? İnsanların arasına atılmayı nasıl göze aldım? Ben insan değildim ki. Yaşamadığım bir hayatın içine nasıl atıldım? (...) Onlar da bilemezdi: Görünüşümle insana benziyordum. Denemelerden geçmiştim. Her an ne yapacağımı söyleyemezlerdi bana. Beni aldattılar; gene de suçluyum. İnsanların en verimli olduğu çağda tükendim. Her anı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. Bana müsaade." (Oğuz Atay /Tutunamayanlar / s.616)

"bu kadar zamanı siz ne yapıyordunuz?"

"İnsanın kendisi gibi olmak istemediği zamanlar da varmış. Ben, herzaman kendileri gibi olmaları için baskı yapıyormuşum onlara. Tek yönlü, can sıkıcı bir yaşantıya itiyormuşum onları. Size yaranmanın bir yolunu bulamadım zaten. Bunu da açıkça söyleseydiniz, seve seve katlanırdım her yönünüze. Seninle olmuyor, diye kestirip attınız. Zamanın yetersizliğinden söz ettiniz. Oysa ben çoğu zaman yapacak bir iş bulamadım. Bu kadar zamanı siz ne yapıyordunuz? Biraz da siz öğretebilirsiniz bana. Önce alırdınız beni; istediğiniz biçime sokardınız...hangi kitapları okunacaksa, daha önceden söylerdiniz. Tabiatı sevmiyorsun; eşyaya bakmasını bilmiyorsun. Tamam. Bütün otların adları ezberlenirdi, at doğarken iç çekilirdi, duvarın üstünde kedi okşanırdı (bu sırada yüze en “canım” ifade verilirdi) benim değişme gücüme kimse inanmadı. Sonunda ben de inanmadım. İşte böyle can sıkıcı biri oldum sonunda gerçekten. Ne yazık: siz beni gerçekten bir adam, ne bileyim, sizler gibi kişilik sahib

"içimde bir şey"

Bazı hareketleri yapmama, içimde bir şey engel oluyor sanki. İstediği gibi hareket etmezsem beni bir boşluğa yuvarlamakla tehdit ediyor.(...) Benim hiçbirşey yapmamı istemiyor. Sözde koruyor beni. Gece uykumun içinde, bir el çekti göğsümden; uyandırdı beni. Neden geceyarısı uyandırıyor beni; böyle koruyuculuk mu olur? Neden beni yazmaya çalıştın, diyor sanki(...) Yalnız kalacak gücüm yoktu. Başkalarının yanında beni tehdit etmiyordu.(...) Çok konuşmaktan da korkuyordum. Sanki konuşursam, içimde azalan yaşama gücü büsbütün bırakıp gidecekti beni. Konuşmadan, düşünmeden, hareket etmeden durmakla koruyabilirdim gücümü ancak. Onun da benden istediği buydu.(...) İçeriye yatağa gitmeye korkuyordum. Biraz daha bekle, biraz daha. Ona karşı koyacak kadar kuvvetlenmeliydim. “Ondan neden korkuyorsun” dedim kendi kendime. Bilmiyordum. Benim için istediği huzurun, pek istenecek birşey olmadığını seziyordum.(...) Şimdi bu satırları yazarken de korkuyorum: Acaba bunları yazmak doğru mu?(Oğuz

ne yapmalı?

"Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutmalarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? En basit sorunların çözümünde bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç düzeltmeden, biraz olsun çeki düzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri gerçekleştirmek için hemen kavganın ortasına atıvermeli mi? Kendini yönetmeyi beceremeyen kişileri toplumları yönetmek, onlara yeni yollar göstermek için hemen başa geçirelim mi? Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için. Topluluğun eylemine engel olabilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek güçte olmadığımı seziyorum. Başkalarına söyleyebilecek sözümün olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün “ne yapmalı?”

31.

Oğuz Atay, 13 Aralık 1977'de öldü. "Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, 'yahu insanlık öldü mü?' diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde, 'insanlık öldü mü?' ya da 'insanlık ölür mü?' biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok. (...) Zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için birşeyler yapmağa çalışanları sevgiyle izlerdi. Bugün için insanlık ölmüşse de, onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek derecede aramızda yaamaya d

kış geliyor

Mor ve Ötesi'nden bir şarkı seçmem gerekse tabii ki bunu seçmezdim (belki daha sonra asıl şarkıya değinirim) ama bugün pencerenin önünde kalorifere yapışmış ve çorbaya dönmüş aklımı karıştırırken takılan bir parçacık nedeniyle dilime dolandı; gündeme uygun: kış geliyor bağıra çağıra sevmem ki kim geliyor yanıma yanıma bilmez ki kış ortasında kaç kere yakar güneş? kış geliyor bağıra çağıra sevmem ki kim geliyor yanıma yanıma durmaz ki durmaz ki yeni rüyam da güneşimle soldu yeni adamla yeni kadın doğmadan zordu ayna ayna sihirli ayna neler söyledin bana (mor ve ötesi/büyük düşler) [o albümden bir de kördüğüm iyidir bu arada]

"sora sora az gidip uz gidip kaf dağına"

bayram şarkımız: geceye açar akşam sefaları ölüme benzer güne vedaları deli dolu bir macera, bir şölen, bir düğün kadere kısmet narin hayatları ışığa uçar bütün pervaneler ateşe giderken ne şahaneler dönerek acıyla aşkla şu alemi yana yana raks eder divaneler bir varmış bir yokmuş dünya masalmış her yolcudan bu handa hoş seda kalmış gökten üç elma düşmüş yuvarlanmış herkes payına düşen elmayı almış sora sora az gidip uz gidip kaf dağına izini arar saadetin dünyalılar günaha yakın dururken bir yanları ne kadar hazin hüzünlü sevdalılar ışığa uçar bütün pervaneler ateşe giderken ne şahaneler dönerek acıyla aşkla şu alemi yana yana rakseder divaneler (sertab erener/masal/lâl)
bayram temizliği yapmadım, sadece pencereleri açtım evi havalandırdım biraz. kapıyı çalacak çocuklara verecek birşeyim de yok.

notdefteri

Not defteri dolmuş, atmadan önce şöyle bir karıştırdım sayfalarını. Başkalarının el yazıları tatile götürülecek şeyleri sıralamış, aranmayacak ya da kimin olduğu belli olmayan numaralar kaydedilmiş, hiç gidilmeyecek adresler not alınmış, unutulacak isimler almış başını gitmiş... Ödeme listeleri her ay düzenli olarak tutulmuş; bir kaç kere çamaşırları yıkama tarihlerini not almışım-ne akla hizmetse! Alınacak hediyeler ve alınacak yerler not edilmiş. Bir de hiç bitmeyen telaş: Ne kadar para kaldı ve kaç gün yetecek! Kendine dair notların hiç bitmeyen ikilisi: Parasızlık-kaygı. "ama sen konuştun parandan, bahsettin kredi borcundan, geliyor soğuk hava balkanlardan, gelmeyen kalmadı zaten, onca yoksulluk varken, güldük kafayı takanlara aşkları yok olan, açları çoğalan ademler diyarında" (iyidir iyi)

söyleme!

"söylememek, söylemekten daha dürüst bir davranıştır, bunu unutma." (badlik amiri/kargo) *Başıma ne iş geldiyse, bu altın kuralı uygulamamaktan geldi çoğu zaman.

"içimden şehirler geçiyor..."

Yaşadığım, bulunduğum, gezdiğim şehirler; aşk-maç-tatil-iş ya da zorunluluktan dolayı; birkaç saat-birkaç yıl ya da birkaç kez... Ordu-Mersin-Eskişehir-Adana-Ankara-İstanbul-Artvin-Trabzon-İzmir-Kocaeli-Konya-Erzurum-Van-Aksaray-Nevşehir-Mardin-Kırşehir-Denizli-Niğde-Kırıkkale-Bolu-Bursa-Antalya-Isparta-Çanakkale-Afyon.