Kayıtlar

tanıtım etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kesmeşeker 30 Yaşında, Ada Yayında

 Uçsuz bucaksız azınlık'ın ada'sı, Kesmeşeker'in 30. yılı; 19 Şubat'ta yeni bir şarkı ve eski üç şarkının yeni düzenlemesi yayınlandı.  http://kesmeseker.org/2021/02/17/kesmeseker-30-19-subatta-cikiyor/ Youtube'ta:  https://www.youtube.com/watch?v=s9ATvfnYqwQ Spotify'da:  https://open.spotify.com/album/6fbI379hCCxL3QLko8hEqR?si=eUNIjrYlQpqX-2tm48WrDA

Per Petterson

Per Petterson ile geçen yaz, At Çalmaya Gidiyoruz ile tanışmıştım. Bu yıl yine Metis'in kampanyasından Lanet Olsun Zaman Nehrine kitabını aldım ve okudum. Yine aynı harika tatla bitti kitap: Sinemadan çıkan insan hissi.  Sinematografik diliyle kolaylık filme uyarlanabilecek kitaplar yazıyor. Tabii aynı tadı verir mi bilmiyorum, belki iyi bir yönetmek elinde, bende Nuri Bilge Ceylan filmleri uyandırıyor yazdıkları.   Bu kitapta da yine aile ilişkileri ön planda. Annesinin gözünde bir türlü olgunlaşmamış olan Arvid'in ona kendini anlatma derdi, yaşadığı gitgelleri, tutunamama halleri var.  Kitaptan pasajlar: "benim kim olduğumu bildiğini sanıyordu ama bilmiyordu. Ne 1989'da o kumsalda, ne on beş küsur yıl önce Bergersen'in kafesinde ne de ben komünist olmadan önce. Bana dikkat etmez, başka şeylerle ilgilenirdi. Eve geldiğimde, nereden geldiğimi bilmez, evden çıkarken nereye gittiğimi bilmez, nasıl bocaladığımı anlamaz, onsuz on altı, on yedi, on sekiz yaşlarımı, Tro...

Per Petterson - At Çalmaya Gidiyoruz

Norveçli yazar Petterson'ın kitabı, kitapta anlatılan hislere denk gelen bir zamanda okumuş olmam, dünyanın başka yerlerinde aynı hislerle dolu insanların olduğunu bir kez daha hissetmemle edebiyata olan hayranlığımı ve bağımı artırırken çocukluk ile yaşlılık arasındaki bağı anlatmasıyla, en iyi kitaplarım arasında hızlıca üst basamaklarda kendine yer buldu. Harika! "acaba uzun bir süre yalnız yaşayınca insan böyle mi oluyor, bir düşüncenin ortasında birden konuşmaya mı başlıyor, konuşmakla konuşmamak arasında ayrım siliniyor mu, içimizde kendimizle sürdürdüğümüz hiç bitmeyen sohbet hala görüşmeyi sürdürdüğümüz insanlarla yaptığımız konuşmaların içine mi sızıyor, insan çok uzun süre tek başına yaşayınca birini ötekinden ayıran sınırlar bulanıklaşıyor mu... Benim geleceğim de böyle mi olacak? " syf 143. "keyfim tavan arasıyla bodrum arasında gidip gelen bir asansör gibi bir iniyor bir çıkıyor, günlerim artık benim düşündüğüm gibi geçmiyor. Ufacık bir şeyi büyütüp ...

Iris Murdoch - Ağ

Ayrıntı'dan aldığım Iris Murdoch serisine başladım; evde Melekler Zamanı ve okulda Ağ ile... "uzun bir ayrılıktan sonra buluşulduğu zaman söylenen bütün sözlerin ölü şeyler gibi yere düşmesinden, bu ölülere can vermesi gereken ruhun havada dolanıp durmasından daha büyük işkence var mıdır? Bu ruhun varlığını ikimiz de duyumsuyorduk..." Ağ / syf 46.

yeni müzikler

spotify'in bana önerdiği şarkıcıların/grupların aylık dinlenme oranları, her bir öneride düşüyor. 800'lerden 400'lere oradan 100 küsüre kadar indi. Her seferinde sanırım en düşük olanı buldum diyorum ama şaşırmaya devam. Kuzey Avrupa'nın evde (mi?) kaydedilmiş kimi caz albümleri... Dönüp dolaşıp benim kulaklarıma kadar geldi. Oradaki sıkıntılarla buradakiler bir mi? Can sıkıntısının caz albümü yaptırdığı gençler. Caz albümlerinin can sıkmadığı bünyeler. Yerli ürünler de var dikkatimi çeken. Memlekette bir şeyler üreten çokça genç var, ne güzel. Çoğu kolej/özel üniversite birlikteliği, İstanbul sokakları hovardalığı, 90 sonrası kuşağın dert olmayan dertleri... Uzaya gönderdikleri sesler, birilerine ulaşıyor. Tabii eğer kişisel albüm değilse, garip isimli her biri. Ansızın Bi' İnfilak, Gözyaşı Çetesi vb. Bunların dinlenme sayıları, kuzeydekilerden yüksek. Bi yandan da anlattıkları hayatları bana en az kuzeydekiler kadar uzak. Varoluşsal dertler artık ilgimi çekmese de...

kitaplar-devam

Ernest Hemingway-Klimanjaro'nun Karları ile klasiklere devam ettikten sonra yaz başında aldığım ama şans eseri okuma sırası sona kalan Elizabeth Harrower'ın Gözetleme Kulesi'ni okuyorum. Hemingway'in bedeni yaralı kahramanlarıyla Harrower'ın ruhu yaralı kahramanları arasında bağlantı kurabilirim. Aslında varoluşsal meseleler, kendi arayan insanlardan edebi anlamda sıkıldım; kendimden sıkıldığım gibi. O durum, zaten bir şey üretebilmenin temeli gibi, bunun üstüne çıkabilmek önemli. Bu temelin üstüne başka bir şeyler koyabilenleri beğeniyorum artık. Edebiyatta başka konular, farklı olaylar ilgimi çekiyor ki bu yazki kitaplar aslında bu açığımı kapattı. Kaçıp gidemeyip burada kalmış, kalakalmış, yaralanmış beden ve ruhlardan, karamsarlıktan başka bir şey yansıdığı zaman daha iyi oluyor o metin. Ayhan Geçgin'in Son Adım'ında da yine benzer bir yaralı hal, çekip gidememe, gidince de neyle karşılaştığını bilememe durumları vardı. Yani bir mevzunun içinde yer almal...

Ayhan Geçgin/Son Adım

Oldukça etkilendim Ayhan Geçgin'in Son Adım'ından, baştaki durgunluk yavaş yavaş içine alıyor okuyanı.  "Niçin böyleyim diye soruyorsun, neyi göremedim? Yapamadığım, beceremediğin şey ne? Böyle birine nasıl dönüştüm? Bir kötürümlük, ama kötürümlük dediğinin gerçekte ne olduğunu dahi bilmiyorsun. Bir yıkım duygusu doluyor içine. İçinde bir şeyin bozulmuş olduğunu duyuyorsun. Bozulmuş? Nasıl bozulmuş? Bir arabanın, motorun ya da bir aletin bozulması gibi mi? Yoksa bir etin bozulması gibi mi? Bozulan yer neresi? Bunu nasıl onaracağını bilmiyorsun. Onarılabilir mi? Yoksa bu noktayı geçtin mi? Sana öyleymiş gibi geliyor: içinde bir şey onarılmayacak biçimde biçimde bozuldu." Syf 106

Platonov/Çukur

"Çiklin, uyuyanların ortasında oturmuş susKunca ömür sürüyordu; kimileyin sessizlikte oturup görünürde ne varsa gözlemlemeyi severdi. Düşünmek zor gelirdi ona ve bundan pek müteessirdi - ister istemez hissettiği ve içi sıra heyecanlandığıyla kalırdı. Ne kadar uzun süre oturursa hüzün o kadar kabarırdı hareketsizlikten, o yüzden Çiklin ayağa kalktı ve elleriyle barakanın duvarına dayandı, yeter ki bir şeyi itsin, kıpırdasın. Uyumayı hiç istemiyordu- aksine ... kırlara çıkıp çeşitli kızlar ve insanlarla dalların altında oynamak isterdi şimdi". Syf 46

yaz okumaları '18

Bu yazın ilk düzlüğünde kitaplarla aram iyiydi. Aradaki açığı kapama isteği midir yoksa mesleki deformasyonla tarama okuması yapmaktan mı bilmiyorum, edebi okumalar konusunda yaza hızlı bir giriş yaptım. Geçen yaz olduğu gibi Metis ve Ayrıntı'nın kendi sitelerinden almıştım kitapları. Daha önce Ola Bauer/Acemi Pezevenk ve Peter Carey/Bir Sahtekar Olarak Hayatım'dan pasajlar eklemiştim; aşağıda bulmak mümkün, diğerlerini de yavaş yavaş ekleyeceğim. Bauer ve Carey'nin kitaplarına notlarım 3/5. Bauer'inki bir üçlemenin parçası, kitabın başlarında denizci olan kahramanımızın sormadan Paris'te başladığı yeni hayat ve bu hayata adaptasyon çabası anlatılıyor.  Oldukça kısa cümlelerle anlatılan gerçekçi bir hikaye.  Carey'de ise takip etmesi daha zor bir kurgu var. Anlatıcının kurguları mı yoksa yaşanan bir olay mı kestiremiyorsunuz ki zaten mevzu da biraz buna odaklı; yaratılmış mı yoksa gerçekten var mı bilinmeyen bir karakterin hatıraları üzerinden edebi eserler da...

Peter Carey / Bir Sahtekar Olarak Hayatım

Yaz okumaları, devam. Takip etmek, neyin kimi anlattığını oturtmak zordu ama hikaye ilginçti. Gerçekten olup olmadığı belli olmasa da bir şairin başka bir karakter yaratarak ünlü olduğu iddiası. "Ne berbat bir şey bu, Christopher, bu noktaya gelmek. Ölümün hepimize geldiğini söyledim. Hayır, hayır. Şu lanet hayatım boyunca bir sanat eseri yaratmaya çalıştım. Ve şimdi sonum gelince, onu verecek yalnızca sen varsın. Eski düşmanım. .... Bu ne? Onu yok etmeyeceğine yemin et, dedi. Kitabın adını taşıyan ilk sayfasında o yırtıcı, alaycı, iğneleyici başlığı gördüm: Bir Sahtekar Olarak Hayatım. Onu yakmayacağına yemin et . Bu nedir? İnsan ruhu, dedi. Kendi kendiyle alay ettiğini sandım. Ne bekliyordum ki? Elbette sanat değildi. Yemin ediyorum, dedim ona, buna hiçbir şekilde zarar vermeyeceğime yemin ediyorum. Gerçeği söylüyordum. Bir paranoyak şizofrenin sabuklamaları da olsa -ki tam da öyle düşünüyordum- onu muhafaza edecektim." Syf 226.

Ola Bauer

Yaz okumalarına Ola Bauer-Acemi Pezevenk (Magenta) ile başladım. "kötü yalancılar her zaman gerçeği anlattıklarının altını çizerlerdi. iyi yalancılar bunu yapmazlardı. yapamazlardı. iyi yalancılar birlikte olmaktan hoşlanmazlardı. onların kendi kodları ve sinyalleri vardı. yalnızca anlatıcının kulağına ulaşan kısık, köpek düdüğü gibi bir gülüş anlatıcıya sipere yatması gerektiğini; çünkü orada sıradan , geçeği arayan, ortalama insandan daha fazlasını isteyen, kendisine benzer birinin bulunduğunu anlatırdı. Tom kendini bildi bileli yalanlara bayılırdı. Onu yalanlar ayakta tutuyordu. İnsanların sırtı dik bir ahlak yasasıyla tepeden tırnağa içine büründükleri dinsel bir totemle dolaştıklarını görmüştü. Eğer gerçeği söylerlerse her şeyin iyi gideceğine inanıyorlardı. Tom da denemişti bunu. Batağa gömülmüştü. Dürüstlükte ölüm tehlikesi vardı, çünkü yolun sonuna kadar dayanmıyordu." syf 78. 

yalçın tosun / onat'ın odası

"o odada bir şey olmuştu hissediyordum, ama ne olduğunu çıkaramıyordum. bir şey olmuştu ve bundan sonra sanki hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. içimde bir yerlerde daha önce hissetmediğim, coşkuyla karışık ince bir acı vardı. Zevk veren, küçük ve bir an önce soyulması gereken bir yara kabuğu kendisini kaşımamı, kurcalamamı hatta kanatmamı istiyordu. (...) sanki o zaman bir şeyler tam olması gerektiği gibi olacaktı, bu benden kurtulup aradığım öteki bene kavuşacaktım. bu olabilirdi, inanıyordum. Ama bir yanım burada, Onat'ın odasında kalarak uyumaya çalışmamı söylüyordu. uykuya dalmadan önce neden buraya geldiğimi, onun neden ya da nasıl bu kadar değişebildiğini, hayatımda her leyin mümkün olabileceği hissinin bir anda içime nasıl giriverdiğini ve sonunda sersem gibi neden ağladığımı rahat rahat düşünebilir ve belki bir sonuca varabilirdim." (peruk gibi hüzünlü/onat'ın odası/syf. 72)

ayfer tunç/aşıklar delidir

"Uçsuz bucaksız kumsal bomboştu. İkimizden başka kimse yoktu. O sıcak ve kalabalık yazdan ne bir şezlong ne bir şemsiye kalmıştı. (...) Dünyanın sürekli uğuldayan bir yer olduğunu hatırlatan dalgaların ve kışın geldiğini haber veren sert rüzgarın sesi sayılmazsa derin bir sessizliğin içindeydik. Öylesine yalnızdık ki ve ikimizdik ki sanki bütün dünya çok eğlenceli bir partiye gitmişti de biz davet edilmemiş gibiydik. Zaten biz ne zaman ikimiz olsak dünya bizi terk etmiş, kimse bizi aralarında istememiş gibi oluyorduk. Birbirinin acı dolu bedenleriyle yetinen iki yoksul aşık, aşık olduğunu bilmeyen ve bilmek istemeyen." (Ayfer Tunç / aşıklar delidir ya da yazı tura, syf. 187-188).

Delinin Yıldızı/Kadıköy

2017 sonlarında çıkan albümlerden Vega'nınkini (Delinin Yıldızı) Kesmeşeker'den (Kadıköy) daha çok tuttuğumu söylemeliyim. Kayıtlar ve düzenlemeler açısından daha iyi bir albüm olmuş. Delinin Yıldızı, Hafif Müzikteki çizgiyi devam ettiriyor belki bu açıdan avantajlı. Kadıköy'de ise yeni denemeler var; belki onları oturtmak zaman alacak. Bir anda Kesmeşeker'in en iyi albümlerine arasına girmedi benim için; Kum'un liderliği o konuda devam ediyor. Sözler konusunda Cenk Taner hala üstün olsa da sanki grup olarak yapılan işler de diğer başka detaylar öne çıkıyor. Daha önce MŞŞ'nin, Demirhan Baylan'ın, Veys Çolak'ın katkıları yadsınamazdı. Bu kez bu katkılar az kalmış gibi duruyor. Vega'da ise özellikle davul kayıtlarındaki bilgisayar etkisi kulakları tırmalıyor bir parça. Albümlerde her zaman hit olacak şarkıları değil de (bu grupların hit şarkısı olmaz gerçi) arkada kalmış şarkıları bulup çıkarmaya çalışırım. Huyum kurusun. İki albüm de son düzlükte, son...

temmuz-eylül okumaları

Bu yazın en iyi yanı, uzun süredir uzak kaldığım çeviri edebiyata koşar adım atlamamdı. Ayrıntı  ve Metis'teki indirimli kitaplar bunda yardımcı oldu. Liste ve puanlarım şu: Julian Barnes - Bir Son Duygusu (3,5/5) Julian Barnes - Benimle Tanışmadan Önce (3/5) Andrew McGahan- Beyaz Dünya (2,5/5) David Lodge - Düşünce Balonları (3/5) David Lodge - Ne Kadar İleri Gidebilirsin? (devam ediyor) Arthur Phillips - Mısır Kaşifi (3,5/5) Arthur Phillips - Prag (3/5) Stephan Zweig - Satranç (3,5/5) Stephan Zweig - Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (2,5/5) Georges Perec - Şeyler (3/5) Georges Perec - Uyuyan Adam (3/5) Georges Perec - Kayboluş (2/5)

Yaz kitaplarına devam

Yaz okumalarında Julian Barnes ve David Lodge'tan sonra George Perec (aşağıdaki alıntılarda görüldüğü üzere) ve Arthur Phillips'ten Prag ve Mısır Kaşifi ağustos sıcağına eşlik etti. Her ikisi de fazladan neredeyse 100 sayfası olan, bol karakterli, bol yan hikayeli, katmanlı romanlardı. Jazz müzisyenliğinin etkisini fazlaca göstermiş, emprovize anlarla dolu gidişata sahiplerdi sanki. Akıp giderken bazen kopuyorsunuz. Sonra uzun otobüs yolculuklarında, Saramago'dan Filin Yolculuğu.  Kendi fil terbiyecimin yardımına ihtiyaç duyduğum günlerde... Sırada yeniden Perec, Kayboluş var. Daha önce tanışsam etkilenme derecem daha çok olurdu sanki. Tutkuyla bağlandığım şeyler azalıyor. Okuma aşkı, belki geri dönebilmek için işe yarar.

yaz kitapları

kafa dağıtayım ve yaz moduna geçeyim diye pek yapmadığım kadar çok sayıda bilmediğim isimlerden kitaplar aldım. ah o eski üniversite günlerim. yazardan yazara zıplamayı pek özlemişim. gerçi tek bira içilmeyeceği gibi bir yazarın tek kitabını okumayı da sevmem; en az iki. metis ve ayrıntı'nın kendi sitelerindeki özel indirimler de yol gösterici oldu, hoyratça kitap seçtim ne çıkarsa bahtıma diye. ama daha ilk denemede, julian barnes beni fazlasıyla vurdu. yabancı yazar konusunda, klasikler dışında pek iyi değilim. çağdaş edebiyat ve çeviri konusunda biraz temkinliydim. bu adımlar iyi gelecek. edebiyatla bağımı koparmam diğerleri gibi bir insan olmamın ilk adımıydı. belki yeniden kendime gelebilirim; hala oradaysam. georges perec, david lodge ve arthur phillips'le beraber uzun ağustos başlayacak.

herkesin açık olduğu bir pazar

"Özgürlüğün kırsal alanlarında,  ot bitmeyen yerleri ıslah ederken gülümsemenin hakim olduğu bir kızgınlıkla ne demiştin hatırladın mı? 'Herkes kendisi olsundu, başkası olmasındı'   Hep yollar olsundu, uzun olsundu, açık olsundu. Kapalı olmasındı, pazar olsundu. Herkesin açık olduğu bir pazar. Renkler koyu olabilir çünkü kendilerini bilirler. İnsansa ne açıktır ne koyu. Hem açıktır hem koyu. Hem hızlı hem yavaş, günden sonra gelen geceye, tümden sonra eksiğe aşina.  Bir ana yemek tuzu az ve biraz tatlı,  şekeri fazla. Bizse bin yıllık taşların özlediği bir doğaydık. Hem herkestik hem hic kimse. " Cenk Taner/Halkın Zevkine Meydan Okuyanlar Derneği/Özgür Olduğunda Marmara/syf. 31
Albümün en iyileri Tahta Kılıçlar ve Kara Şair olarak netleşiyor benim için. Genelde albümlerde arkada kalan şarkılardan favori seçmeyi severim. Zaten albüm, Her Şey Siyaha Giderken'den sonra çizgi değiştiriyor gibi; daha Cenk Taner albümü havasına giriyor. Öyle ki "Silah Sesinde Yunuslar" ile iyice dibe vuruyoruz, karanlığın en koyu yerine yaklaşıyoruz. En sonda "Kadıköy Karabatakları" neşeli melodisiyle bir alarm gibi bizi uyandırıyor uykudan. Uyandığımızda daha mı iyiyiz bilemiyorum. İlk bölümde, "Felek Felemenk'ten Geçmiş"te ile bir "Şeyler Arasında" havası, "Geyikli Baba Uzaylılar Şarabı" ile "Duymuştum Şehirdeydim" eğlencesi bulmak mümkün. "Aklımın Sibiryası" ve "Bir Şehre Merhaba Dedim", "Doğdum Ben Memlekette" melodikliğini devam ettiriyor.

Yoldan Çıkmış Şarkılar

Resim
Kaptan yeni albümünü çıkardı:   http://www.kesmeseker.org/konser-ve-etkinlikler/duyurular/325-album-kasimda-cikti.html