41'den
20'li yaşların ortalarından beri devam ettiğim bu blogta hala ne yazabilirim bilmiyorum. Yaşıyorum ve ölüyorum. Her nefes beni sona yaklaştırıyor; o yüzden nefesimi tutuyorum. Denizin altında tabi, 20 bin fersah altında; bambaşka bir yerde, gidemediğim, olamadığım, bulamadığım herhangi bir yerde. Burada. Alıyorum ve veriyorum. Hayatta kalıyorum.
Eski yazdıklarıma bakıyorum. Bugün olsa yine yazardım Elimde olsa 20'lerde kalırdım. O zamanlar 40'lar nasıl olur diye bir soru aklıma gelmiyordu. Ölümü ya da yaşlanmayı pek aklıma getirmiyordum. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, gördüğüm güzellikler daha önemliydi. Şimdi bakınca görüyorum ki anı yaşamışım. Sanki yaşamıyor gibiydim ama yaşamışım. Daha iyi günler özlemi hep vardı; demek ki yarın daha güzel bir günmüş. "hep yarın olsun."
Bugün yeniden 20'lere dönseydim yine aynı şeyi yapardım, cebimdeki bozuklarla İmge'den kitap alıp, çok satış yapıyor zaten diye Dost'tan dergi çalardım. Yakalandım ama olsun. Canım sağ olsun. Kolej'den Tunalı'ya yokuş çıkarken, Milli Kütüphane'den Akay'a yürürken, Nihayet'te içip Limon'da pogo yaparken, Ankara'nın bütün statlarını dolaşırken mutluymuşum. Dokuz Sokak, Altay Sokak, Neyzen Tevfik, Uzungemiciler... Şimdi de Karaark. Dönüp duran değirmen aslında yaşamın kendisiymiş.
Öğrenciydim şimdi öğrencilerim var. Seviyorlar beni, biliyorum. Kızlar vardı, şimdi kızım var. Manyak bir şey. "Manyaktık bilirsin o zamanlar", o zaman bu zamandı, döndü dolaştı, çocuklardık, büyüdük adam olduk. 40'ların içinde yol alırken, sabahları plank dururken, akşamları içip, geceleri derin rüyalara dalarken yarın daha güzel bir gün olmaya devam edecek. Ölümüne yaşama devam...
Yorumlar