Kayıtlar

Aralık, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

söyleş bakalım 3 günlük ömrünle

"... söyleş bakalım 3 günlük ömrünle , herkes memnun kendinden öyle ya da böyle ne testler çözdük biz ne yanlışlar bulduk ne özetler okuduk da ne çoktan seçildik bu yalnızlar liginde, her sene üstüste şampiyon olmuşuz da kupalara doymuşuz da üstelik tanışmışız da bir kadıköy akşamında gidebilir miyiz dersin buradan uzaklara iş sahibi olursun, bir sevgili bulursun. ana haber, sana yeter günün birinde... bir mucize beklersin sessiz evlerde törpülenir cesaretler zaman içinde..." ( cenk taner/buradan uzaklara/izin vermedi yalnızlık )

muhasebe#2

Bu yıl çokça ürün aldım. Emek verdiğim kitaplarım çıktı. Birçok yazım yayınlandı. Ama ben neredeyse hiçbirinden tat almadım. Ağız tadı olmayınca, alınan nefesin de pek anlamı olmuyor. Anlam olmayınca, bağlam da olmuyor. Bağlam olmayınca, salınıp duruyorum. Duruyorum. Tarihe not düşmekle kaldık. Tarih olduk. Tarih yaptık. Yaparken iyiydi de geride kalınca kötü oldu. Anladım ki sonuç almayı değil, sonuca gitmeyi seviyorum. Ama hiçbir zaman sonuca giden yol puan almaz. Hoca salladığımı anlamasın diye küsüratlı sonuç yazsam da bir şey değişmez. Atıp tuttuğum yazılar, ben öldükten sonra anlaşılır artık. Yüzüme söylenemeyenler, ardımdan söylenir. Yanlış, yanlıştır. Eksik, eksik. Yol önemsizdir. Gittiğin yol, yol değil. O kadar yol tepsem de anlayamadım gitti: Vardığım yer, kitapçıların kuytuları; arşivlerin tozları. Bu yıl az film seyrettim sinemada. Ama seyrettiklerimin hepsi iyiydi. Evde seyrettiklerimin çoğu benim tercihim değildi. Kendi tercihlerim olmayınca, daha iyisi oldu. Onun te

muhasebe#1

Aslında 2009 iyi bir yıl oldu. Aslı astarı garipliklerle doluydu; ama astarı yüzünden pahalıya gelmedi neyse ki. "Ölmek pahalıydı, bazen ucuzlardı"; biz o kampanyalara denk gelemedik, o yüzden hayatta kalmaya devam ettim. En büyük başarım bu oldu. Çukurova Mavi'yle başlayan hareketlilik, Air France'a kadar ulaştı; Renault Symbol'den, denizdeki tekneye kadar her türlü ulaşım aracını kullandım. Kimi zaman günlerce evdeydim, varlığım kapımın önündeki çöp poşetiyle kanıtlandı, kiminde yaz ortasında buz gibi denizin içindeydim; bir ara dışarıda dolu varken küçücük çadırda sıkışıp kaldım, sonra üç yıldızlık bir otel odasında bazı seslerle uyandım. İmaj imparatorluğum yeni yerler keşfetti; vergi toplamak için gönderdiğim memurlar geri gelmedi, anlaşma yapıp Eflak Boğdan'ı yeniden onlara verdim. Tarihçiler doğal sınırlarıma dayandığımı yazdı. Sınırlarda yeni şeyler keşfettim. Birçok yabancıya kendini hatırlattım. Kendimle oynarken onları da oyuna aldım. Bazısı bun

nasıl geldim buraya?

nasıl geldim buraya? hangi yollardan geçtim? hangi deniz kıyılarından düştüm bu çöle? hangi yeşilliklerden kondum bu stepe? kim getirdi beni buraya? kim bırakıp kaçtı? kim attı gökyüzünden, cennetin bahçesinden? hangi yanlışın sağlamasıyım? hangi boşluğun dibiyim? hangi şaheserin defosuyum? kimin bedduasıyım? ne zaman uyandım rüyadan? "pişmanlıktan kaçan bir yanılgı, tarihin tozlu dosyasında... zaman bir girdap gibi, kaderin kör dizaynında "

film

Kıskanmak-bornova bornova-vavien üçlemesi ile, 2009 yılını sinemasal açıdan iyi bitiriyorum. Memlekette iyi işlerin yapılması, böyle aklı fikri derin adamların inatla istedikleri işleri yapabilmek için uğraşması, biz yeni yetmelere de umut veriyor. Bu üçlüde benim dikkatimi çeken ortak bir nokta vardı: Cinnetin eşiğinde olmak. Üçünde de alabildiğine sessiz-sakin insanların, taşranın ya da kenar mahallelerin, kendi halindeki karanlık dünyaların içinde çakan bir kıvılcım; ve geçen onlarca zamanın biriktirdiği tortunun aslında ne kadar yakıcı olduğunun ortaya çıkması... Biriktikçe tehlikeli hale gelen sessizliğin, ne derecede etkili olabileceği... Hayır, bunların benim sessizliğimle hiçbir alakası yok tabii ki... Yıllar önce parkelerin altına sakladığım oksitlenmez usturamın ışıltısını görmemek için bütün perdeleri açıp ışığı içeri alıyorum. 2009'un "muhasebesine durmak", bu ışıklı sahnenin üstünde olacak.

on the road again

Resim
Torosların ardına yeni bir yolculuk; karlı dağların ardına, inadına bir koşu... ( İstanbul Blues Kumpanyası/On the Road Again/Sair Zamanlar )

gölgem

Resim
yükümü yüklenip koltuklarıma, gölgemi düşürdüm demir yollara. uzadıkça uzadı derdim, gün gibi battım, eridim; daha neler neler derdim ama ayıp filler kuruyor dilim... " gölgeme bak gölgeme amma aşık, amma divane oturmuş kanepesinde gurbet elin kendini seyreder gözlerimde amma aşık, amma divane. gölgene bak senin gölgene amma fakir, amma biçare ceplerini elleriyle doldurmuş aynı kanepesinde gurbet elin amma fakir, amma biçare. ya öbür adamın gölgesi, öbür amma hinoğlu hin, amma hergele ayıp fiiller kuruyor belli kulakları toprağın üstünde kocaman amma hinoğlu hin, amma hergele. gölgelere bak gölgelere amma işsiz güçsüz, amma avare şarkılara inanıyorlar bütün gün hepsi de aynı şarkının insanları amma işsiz güçsüz, amma avare..." (cemal süreya)

şekillenmeye yüz tutmuşken...

"Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız, yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş; bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever, tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız." (Turgut Uyar/1956)

fal

2010 kahve falım oldukça renkliydi. Telvenin rengi ve kokusu bana huzur verdi. Söyleyen mi yoksa söyleten mi yetenekliydi bilemiyorum ama duyduklarım beni mutlu etti. Zaten bizim oralara her gidişimde, bu gel-giti sonlandırmaya biraz daha yaklaşıyor gibi hissediyorum. Bu kadar farklı hayatlar arasında savrulmanın artık bir sonu olmalı. Ortak bir zeminde buluşmalı insanlarla... Onlarla konuşmaya konuşmaya, uzaklardan gelmiş ve dilini henüz çözememiş biri olmaktan yoruluyorum. Böylece burnum büyüdükçe büyüyor. Halbuki kendime söylendiğim ve ayna karşısında pratik yaptığım zaman bir sorun olmuyor. Kendime kızdığımda, o oldukça anlayışlı davranıyor. Ama fallarda kendim çıkmıyor karşıma. İçip içip bitirdiğim dertlerim çıkıyor. Ben onları tükettim sanıyorum ama onlar tortu olarak bekliyor. Sonra birileri ona anlam ve şekil yüklüyor. "Bak görüyor musun" diyor; "şuracıkta oturmuş bekliyorsun". İçim kabarmış oluyor. Dertlerim fincanın altından taşıyor. Kısmetim taşıyor. Gökt

kaptan

"(...) kaptanınız konuşuyor: korsan bizi kaçırıyor; kemerler bağlansın, anılar hatırlansın... biryer var biliyorum, evet seni seviyordum, ışığa baktım, içine daldım, şimdi neyleyim?" ( kesemeşeker/kaptan/içinde içindekiler vardır )