Kayıtlar

Temmuz, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
10. yıl münasebetiyle tutunamayanlar'ı yeniden okuyorum. 12. yıl münasebetiyle ankara'yı da yeniden arşınlamak niyetindeydim; sıcak izin vermiyor. iki gündür evde oturunca 300küsür sayfayı devirdim. bir kere daha anladım neden bu kadar etkilendiğimi. 10 yıl önceki ruh halimi daha iyi anlatan bir kitap olamazdı sanırım. şimdi bile yer yer vay be diyorum. şimdi bile derken, yazı eskidiği için değil ben eskidiğimden...  hisler eskimiştir belki diye düşündüğümden... eskinin romantizmi pek olmadığından. ama adam yazmış; '70'lerde 2000lerin sıkıntısını, pek tabi '80lerin ve '90ların da... onlar üzerine taşlama ve "şey" üzerine güzelleme. yazdıkça yazmış. bitmeyen dertler üzerine. gerçek ve sahici ve yakıcı ve samimi ve yakın ve yanık dertler üzerine. başka biri görünmeyi başar(a)mayıp(!) kendi içinde takılanların derdini. uzatmak istemiyorum, yazarım daha. bir iki film izledim. yemek sipariş ettim. uyukladım. yaz işte. temmuz. iki m yan yana gelince bu k
kendimle dost hayatımda 10 gün geride kalırken kendime olan sevgimin çok da artmadığnı, tersine eskinin boş ve sessiz koridorlarını pek özlemediğimi fark ettim. sessiz koridorlarıma acil yardım fişekleri gönderdiğim günlerden kalan yanık izlerini  bulmak mümkün, elimi duvarlara sürtünce... kendi sınırlarıma dayanmışım demek ki yeni duvarlar ve sınırlar edinmenin zamanı gelmiş. yeni dörtduvarlar ve yeni dörtgözle beklenen gelecek... her şeyin tam yeri ve zamanında olmak gibi güzel bir huyu var ki hala bekliyorum tam zamanı gelsin diye tıpkı zamanımın bitmesini beklediğim gibi önceki yazlarda. yaz demek, beklemenin ter ve sıkıntıyla nefes nefese gelmesi demektir zaten. bekliyoruz, onların ve şeylerin yeterli olgunluğa ulaşması için.

"soluk bir an"

"insanlara kendini bilmeyi öneren erdem çağrıcılarına küfretti. Kendini bilmekmiş, hah, bildikçe tutsak ediyoruz kendimizi. Kavga ettiği sevgilisine, 'sen de böylesin zaten' diyerek onu kaskatı, sabit bir çembere sıkıştıranlardan ne farkı vardı kendini bildiğini iddia edenlerin? Onlar da kendilerini bir başka çembere sabitliyorlar. Yıllardır yaptığı bu değil mi? Başkalarının kendini bilmeyip saçmaladığını ya da çelişkiye düşüp tutarsız davrandığını gördüğünde şişinip övünmez miydi kendi dönük dikkatiyle? Babadan kalma kendini seyredip durma saçmalığını hayırlı bir şeye dönüştürdüğünü sanmıştı yıllardır. Beyefendi kendini didik didik edermiş, kendini kandırmazmış, kendisinin peşindeymiş her an. Al, gör hayrını. Gıdım kımıldayamaz bu mahluk. Boşa dönen teker, sürekli patinaj; öbür tekerlerle, aksla bağı yok, debelenip duracak, kan ter içinde kalacak, bir de bakacak, bir arpa boyu bile değil, olduğu yerde aşınmış durmuş" (behçet çelik/soluk bir an/syf.140)

bu şehri bırakmak hüzünlü olacak

bu şehri bırakmak hüzünlü olacak, ama yeni bir yol bulmak istiyorsak ayrılıklara yakın olmak gerek. temmuzun ortasında serin serin içtikten sonra eve dönmek; eski sokakların hatıralarına gömülmek, sonra evimde kendimle dost hayatındayken eski dostları düşünmek... bu kent epey dostluk yaptı bana. şimdi beni 30 yaş olgunluğu ve arkadaşlara öneriler yapma seviyesinde yeniden suya bırakıyor. benden bu kadar diyor: limanı kendin bul. bozkıra çıkarsa yolun dert etme. döne döne gelirsin geri; kendini bulup gelirsin belki, döndüğünde başka bir yer olurum ben de... döne döne gittiğinde orası yeni bir baş döngüsü verir belki, içini dışarı çıkarıp baştan başlarsın doldurmaya. ora da seni büyüttü ve gönderir. dert etme. yazılacak çok hikaye var daha. sokaklar, çıkmazlar ve serinlik. serin tut içini.
kum albümünde, yaşıyorum ölüyorum ve tek kişiyim ben hala birlikteliği, ardı ardınalığı; aradaki geçiş: sanırsın ki sinema şeridi geçer gözlerinin önünden.
yeni bir dört duvar için adım atıp eski dört duvarıma geri döndüm. bu sefer yalnız... ilk günlerdeki gibi. ankara'daki son günlerimde beni benle baş başa bırakmak için yıldızlar gerekli açıya kavuştu. belki de bana yeniden düşünme fırsatı verdi: neydim ve nerelerdeyim? Hangi adıma nasıl karar verdim? Şimdi, tıpkı burada başladığım gibi, kendime ev açıp kendimle dost hayatına başlıyorum. Bir süre düşünürüm, sonra unuturum. Kendimi affederim. Kendime şans veririm. Kendimi şımartırım, eleştiririm ve kendimden geçerim. Sonrası zaten bozkır ve yeniden affetme, şans verme, eleştirme ve geçme-geçirilme seansı...

yeniden yol

dolunaylarda gergin oluyorum; şaka değil, her döngünün başa gelmesi ve benim yeniden bir şeylere başlıyor olmam da etkili tabii ki. hep yeniden, yeni baştan. kutu kutu içinde hayatım. açtıkça yeni bir paket. kapattıkça, yeni bir paket. hediye ediyorum kendime her birini. bekliyoruz en güzel günleri. o günleri geçireceğimiz n'den bir kente ilk adım, bebek adımı, tedirgin bir adım için yarın yola çıkıyoruz. ilk zamanlarda, "ya gideriz işte ne olacak" tripleri, arada bir "ya, ...mı acaba,öyle mi ki, olur mu, kem küm"lere bırakıyor kendini. hesap kitap, cabası. kenarına kırmızı düz çizgi çizdiğim defterimde bile düz yazmayı beceremiyorum; içeri içeri kayıyor çizikler. çiziyorum, öylesine... kesik kesik yol çizikleriyle geçiyor ömrümüz, bir oraya bir buraya.