Kayıtlar

Nisan, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

sadece bir his

kurtuluş'tan geçerken, kulağımdaki ses "yanlış cevaplardan seçerdin istediğini" diyordu, dışarıdaki de kurtuluşa çağırıyordu. tam olarak ne demek istediklerini anlamadım. neyi nereye koyacağımı bilemiyorum. ama sonuç olarak elde avuçta olana bakıyorum; olan bitene; garip bir tekrar söz konusu. ya aynı yerde dönüp duruyorum ya da temeli iyi atmışız fark etmeden, fazla savrulmuyoruz. yaşananlar birbirinin tekrarı. tekrar etmem gerekirse, garip bir döngünün içindeyiz. kendimize dolanıp duruyoruz. tam olarak ne istediğimi bilmiyorum. neyi nereden alacağımı da... kimden nasıl ne istenir ve sonra ne cevap verilir. sadece elde avuçta olana, olan bitene baktığımda, haklı olduğumu hissediyorum. sadece bir his. aklı baliğ olmadım daha. aklım almıyor olan biteni. neyi nereye koyacağımı bilemiyorum. koyverip gidiyorum. "korkulardan arın da gel; bu bir yaşam-sakin ol geçer gider..." o kadar büyük bir tekrar var ki evin camlarını bile geçen yılla aynı gün silmişim. çözece

şey şey şey ve şeylerden

Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam Bir köpek sokak değiştirdi, korkak İçi süt dolu bir lokanta, ve kapandı Ben ağzıma geleni söyledim, öyle Gene bir ağaç öttü, bu kaçıncı. Sevişsek olmaz mıydı, varan bir Elbette olurdu, bir kır çiçeği bir bulut Bir gülüş kanamak üzere, ve gizli Ve çabuk tarafından bir şey, şarap Aşk gene kelime değiştirdi, vahşi. Güneşe çıktık, bunu unutma, varan iki Ne uzak bir sesimiz vardı, efsane Gelince Çile geliyordu bir çay Oysa biz iki demiştik, varan üç Gözler ki demeye kalmadı, derin. Kim bilir ne seviştik ki saat kaç Elleri tetikte bu gazetelerin. (edip cansever/şey şey şey ve şeylerden)

belki

"(...) geçmiş yalnızların izinde selamı kesmişiz tutkuyla, uyandık pazar, dünya kapalı. görmeyeli uzun zaman olmuş bazı dostları. (...)"

olan biten

-"konuşsak neyi çözecektik, yazılar yazılmış, söylenen söylenmiş." -yeni maymun iştahlılığım: fransızca. -dublörün dilemması'na başladım. korkma ben varım'dan daha ham. -kosmos'a gittim. hasan ali toptaş romanlarına benziyor. - 20 nisan 2010 ankara yağmuru 'na yakalandım. aslında ben ne zaman dışarı çıksam yağmur yağıyor. ya da ne zaman yağmur yağsa dışarı çıkıyorum. bereketli adamım vesselam. ama bu sene yağmura yakalanma limitim dolmuştur umarım. baraj doldu.

veleybol

Resim
Ankara'da ilk defa salonda voleybol maçı seyrettim. Kişisel tarihime önemli bir not.

bukalemun

ingiliz asilliği ile saray donukluğu; alman disiplini ile nazi acımasızlığı; kuzey sarışınlığı ile sibirya beyazlığı; kaplan avcılığı ile aslan besiciliği; latin savrukluğu ve samba kıvraklığı; amerikan rüyası ile anglosakson fonksiyonalizmi; meksika sınırı ile panama kanalı; halk edebiyatı ile servet-i fünun; gitar ve klavye; acı kahve ile süt tozu. "to be honest, i don't know what i'm looking for..."

artık melek değilim

Dün, uzun süre sonra bir canlı rock performansı izledim. Nefes Bar'da Redd... Nefes standartlarına göre pek sakindi ortalık; grup temiz çaldı ve işini iyi yaptı. Daha önce falan filan ve bir şövalye var içinde ile değinmiştim kendilerine... Bu kez de: "bir korkuluk gibi içime dikildin beni daha başlamadan bitirdin bir hayat gibi avcuma çizildin beni kemirdin, neye çevirdin sen kanatlarım yoktu benim ama bir zamanlar melektim kirlendim gördüğün rüyayı bozmaya geldim ben sevdiğin dünyayı durdurmaya geldim bütün zehirleri koymaya geldim ben kırılmamış son kalbi kırmaya geldim çok değiştim ben, artık melek değilim" ( redd/artık melek değilim/kirli suyunda parıltılar ) [arjantindeki anlar: "ölmeden önce ben de melektim"]

astronaut down

you look so mysterious but you sound so serious you should have told me on the phone i'm sorry, i'm sorry, i don't know what i'm saying. i guess you tried to let me know by leaving notes on the stereo it's not the typical way to go i'm sorry, i'm sorry, i don't know what i'm saying... 'cause i found myself back in the bachelor scene feel like an astronaut in a submarine if i fall asleep i could fall out of bed maybe the helmet helps but it hurts my head let's not get hysterical maybe you need a sabbatical you get so angry when you're wrong i'm sorry, i'm sorry, i don't know what i'm saying! you know it came as quite a shock to find your note in the cereal box and why'd you have to change the locks i'm sorry i'm sorry i don't know what i'm saying and i found myself back in the bachelor scene feel like an astronaut in a submarine if i fall asleep i could float out of bed m

farklı dünyalar

Biri dünyanın öteki tarafında, diğeri kendi dünyasında. Demiş ki; "arjantin'in en kuzey'inden en güney'ine gelmiş bulunuyorum. en kuzeyi'nde paraguay ve brezilya'ya göz kırpma şansım oldu. şili'yi ise bugün uçaktan gördüm :) and dağları boyunca güneye indim. sub-tropikal iklim'den karasal iklime... 30 derece'den 5 dereceye... burası soğuk :( bariloche - el calafate ve ushuaia. değişik bir ülke, sen de eminim çok severdin." gitmek'in üzerinde güzel bi sos gibi dursun. "Gide gide Anadolu"yu teptik geçtik de And dağlarına gitmeyi henüz beceremedik. And olsun ki onu da yaparız. Ben o'na Van'dan, Erzurum'dan kartlar atarken, O Amsterdam ya da Roma postanelerinden "Anadolu romantiğini" selamlıyordu. Bir yerde pek uzun soluklu olmayı beceremezken, oralara gitmek de çok zor olmasa gerek. Bir yandan, beni en fazla bağrına basan yerin bu gri kent olduğunu düşününce, sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum. Neyse ki

hayat kurtarır bazen...

"bu yokluk günlerinde emin oldun sevdiğine ama sahip olamadın bu yokluk günlerinde ikinci sinir harbinde mağlup oldun vatan sağolsun. batan dostların yardım çığlığı hayat kurtarır bazen telefon hatları dostum eyvallah, oku şu kitabı yak gitsin şu dijital ormanı. şimdi ben ne desem boş karışmış harcımız yalnızlıktan sanal oğlan, yalnızlıktan yazdım suyun üstüne hepsi yalan, hepsi yalan hepsi yalan..." ( Kesmeşeker/Sanaloğlan/İçinde İçindekiler Vardır )

gitmek

gitmek, biz X kuşağının bir klişesiydi. herkes gitmek istiyor; nereye olduğu önemli değil. vaktin birinde, "yolda olmak, yol-cu olmak, yoldan yana" demiştim. birisi de bu sözü duvarına asmıştı, sağolsun. ki kendisi 4-5 yıl bankacılık yaptıktan sonra hindistana gidecekti. ne oldu, bilmem.... gitme isteği, yeni yerler görmekten başka birşey. "orda bir köy var uzakta" romantizmiyle ya da "oy dumanlı bizim eller" hasretiyle değil, tam tersi bizim olmayana ve yabancıya gitme isteği bu. macera. makara. sar sarmala. kendi kendine. dolan dur. olur, olur; zamanla... gitme isteği kabardıkça, gezi bloglarına bakınıyorum. adamlar-kadınlar, geziyor da geziyor. yazıyor da yazıyor. onca zaman ve mekan nasıl bir araya geliyor. onca para ve olasılık nasıl birleşiyor. bunca binom dağılım nasıl bir sıra haline geliyor. anlamıyorum. sayılarla aram iyi değil. halbuki ben gezdiğim yerleri pek yazamam. kendimi doldurmakla meşgulüm çünkü. ancak taşdığım zamanlarda yazabiliy

günler böyle geçip gitti. şimdi iyiyim.

sayfalar çevrilir, öksürük, boğaz açılır: "her şey çok kolay oldu. ne sızlandım ne de ağladım... ani bir ölüm ya da kalp krizi gibi kolay. bütün şehir üstüme gelecek, dünyam yıkılacak sanırdım ama olmadı. bitti işte! bi' süre giden gelenler oldu. beni anlamaya çalıştılar. bi' işe yaramadı. sıkıcı ve kasvetliydi. bazen bütün gün yorganı başımdan aşağı çekip uyudum. bazen de ucuz filmler seyrettim. günler böyle geçip gitti. şimdi iyiyim. sen utanç gecelerinde, ben burda. hepsi bu kadar, sonrası yok. unuttum gitti geberik. unuttum gitti, unuttum gitti... " ( nazan öncel/bırak seveyim rahat edeyim/sokak kızı )