bunu evde deneyin!
Ankara Caz Festivali kapsamında Michele Rabbia-Antonello Salis ikilisinin konserine gitme şansı buldum, 24 Kasım gecesi. Bu yıl 10.su düzenlenen etkinliğin mutat mekanı ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Salonu’nda gerçekleşen konsere, tam anlamıyla şans eseri gittim ve uzun süre sonra ilk kez şansıma teşekkür ettim. Çünkü 1,5 saat boyunca sahnede kalan ve aralıksız (evet aralıksız!) çalan ikili tek kelimeyle çılgındı!
Piyanoda Salis ve davul-perküsyonda Rabbia, uzun süreden beri seyrettiğim en ilginç konseri sahneye koydular. 8 yıllık Ankara maceramda, neredeyse her yıl bu festival kapsamındaki konserlere giderim ancak ilk kez bu kadar farklı bir deneyim yaşadım. Farklılık, ikilinin müziği bildik kalıpların ötesine taşıyarak “ses”le kurdukları doğal bağlantıdaydı. Öyle ki, Rabbia balondan radyoya, çeşitli oyuncaklardan önündeki hoparlöre, bir ipe ve hatta vücuduna kadar her şeyden ses çıkardı ve bunu piyanodaki Salis’le muhteşem bir uyum içinde yaptılar. Çoğu yerde müzisyenlerin ürettiği ezgilerin bir “jam session” mı yoksa çalışılmış bir programın eseri mi olduğunu ayırt edemedim.
Konserin tanıtım bülteninde ikili için, yeni bir albüm için bir araya gelişlerini kutladıkları yazıyordu ve dahası konserin festivalin en sürprizli konserlerinden biri olacağı belirtiliyordu. Gerçekten de söyledikleri kadar oldu ve bu muhteşem bir kutlamaydı. Rabbia konsere, bir balondan çıkardığı seslerle başladı; bildiğimiz şişme bir balon caz konserinin açılış unsuruydu! Bolunu çekti bıraktı; yoğurdu, indirip şişirdi Rabbia ama bu onun tek sürprizi değildi; ilerleyen anlarda bildiğimiz perküsyon araçları dışında bir radyoya el attı! Radyonun frekansları arasında gezinirken, Salis’in yaratıcı ezgileriyle büyük bir uyum içindeydi (bi ara Orhan Ayhan’ın sesi araya karıştı!); daha sonra sıra Rabbia’nın “beden”ine geldi; sanatçı önce yanaklarında tutturduğu ritmle eşlik etti Salis’e ardında ellerinin tersiyle yeni bitmiş sakallarını “hışırdattı”; ama bununla yetinmediler; ritm bir yavaşlayıp bir yükselirken ikili muziplikilere başvurdu; önce Rabbia sıkıp bırakınca “vik vik” ses çıkan küçük oyuncaklara el attı ardından kalınca bir halatı havada çevirerek “vuuv vuuv” sesleriyle ezgiye ayrı bir hava kattı, parmağını şıkırdattı ve ıslık çaldı.Tabi tüm bunlar arasında müzisyenin trampeti kucağına alıp, aletin tersinden çıkardığı sesler ve hatta yine aynı aleti ağız vasıtasıyla “konuşturduğu” kısımları nasıl tasvir edeceğimi bilemiyorum.
O dakikalarda Salis, piyanoda en sertinden en yumuşağına tonlarca ezgi arasında dolanırken, sehpasına bağlı kalmadı ve o da çılgınlıklara yeni bir boyut katıp; bir tamirci edasıyla kolunu soktuğu piyanonun içinden, tuşların tellerinden ilginç sesler çıkarmaktan geri durmadı; bunları sadece eliyle değil kağıtlar ve bagetlerle de yaptı. Bir ara bagetleri piyanonun üstündeki unsurlara da sirayet ettirdi! İkilinin biyografisinden öğrendim kadarıyla, film müziği üretimiyle de araları iyiymiş. Kimi anlarda bir gerilim filmini andıran ezgiler demek ki bu arka planın bir uzantısıymış… Gerçekten de konserde öyle anlar geldi ki izleyiciler derin bir sessizliğe gömüldü ya da keyiften hınzırca homurdanmaya başladılar, sanki bir film izliyormuş gibi…
Bu piyano perküsyon şovu bana cazın, matematiksel bir soğuklukta değil de tam da hayatımızın içinde bir şey olduğunu hatırlattı. Hatta, biraz daha kişiselleştirirsek, lise yıllarında farklı kalınlıktaki defter ve kitaplardan farklı sesler çıkaracağız diye parçaladığım kalemleri hatırladım. Meğer, evde ses çıkaracak her türlü eşyayla ritm tutarken, caza ilk adımlarımı atıyormuşum. Öyle ki annem çöpe bir şeyler atacağı vakit, “bu işine yarar mı” diye sormaya başlamıştı! Ama arkamızda bir destek ya da yol gösteren olmayınca bu yeteneklerimiz körleşip giderken, izlediğimiz konserlerde “hey! Ben bunu evde denemiştim” demekten başka yapacağımız bir şey kalmıyor. Zaten cazın kökenleri de günlük yaşam pratiklerinden kaynaklanmıyor mu? Bu müzik, aslında bildiğimiz anlamda bir halk müziğidir; kaynağını hayatın ta kendisinden alır hatta araçlarını da…
Evet, cazı evde deneyebilirsiniz; gönül rahatlığıyla… Ben, farkında olmadan yapmışım; size de öneririm.
(Radikal Genç'te yayınlandı)
Piyanoda Salis ve davul-perküsyonda Rabbia, uzun süreden beri seyrettiğim en ilginç konseri sahneye koydular. 8 yıllık Ankara maceramda, neredeyse her yıl bu festival kapsamındaki konserlere giderim ancak ilk kez bu kadar farklı bir deneyim yaşadım. Farklılık, ikilinin müziği bildik kalıpların ötesine taşıyarak “ses”le kurdukları doğal bağlantıdaydı. Öyle ki, Rabbia balondan radyoya, çeşitli oyuncaklardan önündeki hoparlöre, bir ipe ve hatta vücuduna kadar her şeyden ses çıkardı ve bunu piyanodaki Salis’le muhteşem bir uyum içinde yaptılar. Çoğu yerde müzisyenlerin ürettiği ezgilerin bir “jam session” mı yoksa çalışılmış bir programın eseri mi olduğunu ayırt edemedim.
Konserin tanıtım bülteninde ikili için, yeni bir albüm için bir araya gelişlerini kutladıkları yazıyordu ve dahası konserin festivalin en sürprizli konserlerinden biri olacağı belirtiliyordu. Gerçekten de söyledikleri kadar oldu ve bu muhteşem bir kutlamaydı. Rabbia konsere, bir balondan çıkardığı seslerle başladı; bildiğimiz şişme bir balon caz konserinin açılış unsuruydu! Bolunu çekti bıraktı; yoğurdu, indirip şişirdi Rabbia ama bu onun tek sürprizi değildi; ilerleyen anlarda bildiğimiz perküsyon araçları dışında bir radyoya el attı! Radyonun frekansları arasında gezinirken, Salis’in yaratıcı ezgileriyle büyük bir uyum içindeydi (bi ara Orhan Ayhan’ın sesi araya karıştı!); daha sonra sıra Rabbia’nın “beden”ine geldi; sanatçı önce yanaklarında tutturduğu ritmle eşlik etti Salis’e ardında ellerinin tersiyle yeni bitmiş sakallarını “hışırdattı”; ama bununla yetinmediler; ritm bir yavaşlayıp bir yükselirken ikili muziplikilere başvurdu; önce Rabbia sıkıp bırakınca “vik vik” ses çıkan küçük oyuncaklara el attı ardından kalınca bir halatı havada çevirerek “vuuv vuuv” sesleriyle ezgiye ayrı bir hava kattı, parmağını şıkırdattı ve ıslık çaldı.Tabi tüm bunlar arasında müzisyenin trampeti kucağına alıp, aletin tersinden çıkardığı sesler ve hatta yine aynı aleti ağız vasıtasıyla “konuşturduğu” kısımları nasıl tasvir edeceğimi bilemiyorum.
O dakikalarda Salis, piyanoda en sertinden en yumuşağına tonlarca ezgi arasında dolanırken, sehpasına bağlı kalmadı ve o da çılgınlıklara yeni bir boyut katıp; bir tamirci edasıyla kolunu soktuğu piyanonun içinden, tuşların tellerinden ilginç sesler çıkarmaktan geri durmadı; bunları sadece eliyle değil kağıtlar ve bagetlerle de yaptı. Bir ara bagetleri piyanonun üstündeki unsurlara da sirayet ettirdi! İkilinin biyografisinden öğrendim kadarıyla, film müziği üretimiyle de araları iyiymiş. Kimi anlarda bir gerilim filmini andıran ezgiler demek ki bu arka planın bir uzantısıymış… Gerçekten de konserde öyle anlar geldi ki izleyiciler derin bir sessizliğe gömüldü ya da keyiften hınzırca homurdanmaya başladılar, sanki bir film izliyormuş gibi…
Bu piyano perküsyon şovu bana cazın, matematiksel bir soğuklukta değil de tam da hayatımızın içinde bir şey olduğunu hatırlattı. Hatta, biraz daha kişiselleştirirsek, lise yıllarında farklı kalınlıktaki defter ve kitaplardan farklı sesler çıkaracağız diye parçaladığım kalemleri hatırladım. Meğer, evde ses çıkaracak her türlü eşyayla ritm tutarken, caza ilk adımlarımı atıyormuşum. Öyle ki annem çöpe bir şeyler atacağı vakit, “bu işine yarar mı” diye sormaya başlamıştı! Ama arkamızda bir destek ya da yol gösteren olmayınca bu yeteneklerimiz körleşip giderken, izlediğimiz konserlerde “hey! Ben bunu evde denemiştim” demekten başka yapacağımız bir şey kalmıyor. Zaten cazın kökenleri de günlük yaşam pratiklerinden kaynaklanmıyor mu? Bu müzik, aslında bildiğimiz anlamda bir halk müziğidir; kaynağını hayatın ta kendisinden alır hatta araçlarını da…
Evet, cazı evde deneyebilirsiniz; gönül rahatlığıyla… Ben, farkında olmadan yapmışım; size de öneririm.
(Radikal Genç'te yayınlandı)
Yorumlar