Kayıtlar

Temmuz, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

georges perec / uyuyan adam

dünyanın karşısında, kayıtsız kişi ne cahildir ne de düşman. Sağlığın okumazyazmazlığın sağlığa yararlı keyfini yeniden keşfetmek değil, okurken, okuduklarına hiçbir ayrıcalık tanımamaktır. niyetin çırılçıplak gezmek değil, ille de özenli ya da bakımsız olmak anlamına gelmeyecek bir şekilde giyinmektir; niyetin kendini açıkltan öldürmek değil, sadece beslenmektir. Bu hareketleri alabildiğine masum bir tavırla harfiyen yerine getirmek değil istediğin - çünkü masumluk çok kuvvetli bir terimdir - sadece en basitinden, bu "en basitinnden"in bir anlamı olabilirse eğer, istediğin şey bu hareketleri yansız, apaçık, her tür değerden özellikle de işlevsellikten kurtulmuş -çünkü işlevsellik değerlerin en kötüsü, en sinsisi, en tehlikelisidir- aşikar, gerçek, değiştirilmez bir yere bırakmaktır. okuyorsun, giyiniksin, yiyiyorsun, uyuyorsun, yürüyorsun demek dışında birer hareket olmasın; birer kanıt, birer değiş tokuş aracı değil. uyuyan adam / syf 48

yaz kitapları

kafa dağıtayım ve yaz moduna geçeyim diye pek yapmadığım kadar çok sayıda bilmediğim isimlerden kitaplar aldım. ah o eski üniversite günlerim. yazardan yazara zıplamayı pek özlemişim. gerçi tek bira içilmeyeceği gibi bir yazarın tek kitabını okumayı da sevmem; en az iki. metis ve ayrıntı'nın kendi sitelerindeki özel indirimler de yol gösterici oldu, hoyratça kitap seçtim ne çıkarsa bahtıma diye. ama daha ilk denemede, julian barnes beni fazlasıyla vurdu. yabancı yazar konusunda, klasikler dışında pek iyi değilim. çağdaş edebiyat ve çeviri konusunda biraz temkinliydim. bu adımlar iyi gelecek. edebiyatla bağımı koparmam diğerleri gibi bir insan olmamın ilk adımıydı. belki yeniden kendime gelebilirim; hala oradaysam. georges perec, david lodge ve arthur phillips'le beraber uzun ağustos başlayacak.

uçurumun kenarında

uçurumun kenarında dolaştığımın farkındaydım ama aşağı bakmamaya çalıştım, hiç içime bakacak halim yoktu, içim boştu. bu seferki uçurum, devlet, hukuk, pasaport, savcılık gibi hiç de romantik olmayan, laf salatasıyla doldurup atlayamayacağım gerçeklikteydi, yani can sıkıcı. karanlık ormanda seke seke gezinen kız çocuğu saflığında kalıyorum bu gerçeklik karşısında. gerçek hayata yaklaştığımı düşünsem de daha çok uzakmışım, iyice ittirdiler böylece dibine kadar. geri dönüş var mı buradan? yoksa hep düştüm düşeceğim kaygısıyla dengemi bulmaya çalışırken elimi kolumu mu sallayacağım? uzaktan geçen gemiler görürler mi bu el sallamaları? uzaktakiler kendi dertleriyle meşgul, gemi su alıyor. kenarda köşede olsak da hala ayaklarımız karada.