Devrildiğin Yer
Yerde, sırt üstü gökyüzüne bakıyor. İki uzun kavak... Ömrü gibi uzun, geçip gitmiş zamanlar; buralarda kimler böyle dinlendi, ne çok çoban çömeldi, ne defineler gömüldü unutuldu gitti. O da bu zamanın içinde bir nokta. Haşırdayıp duran, hafifçe sallanan, hatta en üstlerde sanki fırtına varmış gibi savrulan ince dallar yapraklar... Kökten uca doğru incelen hatlar, hep daha uzağa gitmeyi anımsatıyor. Onlarda güçlenecek elbet, kökler izin verirse. Kendi gibi devrilip kalmazlarsa... Gittikçe gömüldüğü toprakta artık daimi bir misafir olmak üzere. Gençliğinden bugüne onca mekan dolaştıktan sonra, bir gezgine yakışır biçimde neredeyse hiç bilmediği, hiç tanıyanın olmadığı bu unutulmuş mekanda tarih oluyor. Ne denizciler, ne dağcılar geldi geçti hikayesinden. Çok konuşanlar, çapkınlar, hiç konuşmayanlar, münzeviler, hastalar, kendiyle ve başkasıyla derdi olanlar... Hangi kategoriye girdiğini hiç bilmedi. Bazıları onunla ilgili tespitler yaptı ama onun içine sinmedi. Belki de o yüzd...