Hava serinledi, boğaz hafiften gıcıklandı, ıhlamurlar içildi, uzun kollulara geçildi ve iç titremeleri arttı. Artık eller cepte; beden büzüşmekte. Ay içindeki Ankara ziyaretleri yürümeye ve kafa dağıtmaya yaradı. Eski dost Ankara, orada bizi bekleyip başbaşa oturmak konusunda her zaman hazır. Yeni dostlar edinmeye çalışırken sırtımızı oraya yaslamış olmanın rahatlığı da var. Orası ve oradakiler... Koşturmacanın arasında gidilebilecek bir yerler olması güzel. Aslında pek yerimizde durduğumuz da yok. Bir yerler, bir şeyler arayışı hep devam ediyor. Belki böylece içimizdeki ufuneti, sıkıntıyı atabiliyoruz. Durduğumuzda kendimizi yakalıyoruz.
41'den
20'li yaşların ortalarından beri devam ettiğim bu blogta hala ne yazabilirim bilmiyorum. Yaşıyorum ve ölüyorum. Her nefes beni sona yaklaştırıyor; o yüzden nefesimi tutuyorum. Denizin altında tabi, 20 bin fersah altında; bambaşka bir yerde, gidemediğim, olamadığım, bulamadığım herhangi bir yerde. Burada. Alıyorum ve veriyorum. Hayatta kalıyorum. Eski yazdıklarıma bakıyorum. Bugün olsa yine yazardım Elimde olsa 20'lerde kalırdım. O zamanlar 40'lar nasıl olur diye bir soru aklıma gelmiyordu. Ölümü ya da yaşlanmayı pek aklıma getirmiyordum. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, gördüğüm güzellikler daha önemliydi. Şimdi bakınca görüyorum ki anı yaşamışım. Sanki yaşamıyor gibiydim ama yaşamışım. Daha iyi günler özlemi hep vardı; demek ki yarın daha güzel bir günmüş. "hep yarın olsun." Bugün yeniden 20'lere dönseydim yine aynı şeyi yapardım, cebimdeki bozuklarla İmge'den kitap alıp, çok satış yapıyor zaten diye Dost'tan dergi çalardım. Yakalandım ama ols
Yorumlar