Yaz bitti ve tempo yeniden başladı. Bir kişinin kulağına kar suyu kaçırır mıyız acaba diye başladığımız dönemler, kar yığınlarının altında kalmakla sonuçlandı hep. Neyse ki çığların altından çıkabildim el yordamıyla. Ama yorgunluk kalıyor tabii geriye. Karda yürüyüp izini belli etmemek zor. Karda uyuduğunu sanıp ölüme doğru kaydığını fark etmemek de... Kar metaforlu bu açıklamalar içimdeki soğukluğu yeteri kadar ifade ediyor. Ateşler söndü ve geriye donmamak için bir mücadele başladı. Metaforlar da bitti. Gerçeklik kaldı. Bu kadar gerçek bir hayata koşar adım gittiğimi bilmiyordum hayallere dalıp yürüdüğüm günlerde. Daha iyisini hak ediyordum bence. Ama nedense olmadı. Sıradan bir taşra bitkisi haline geldim. Nadiren yeşillenip çoğunlukla can sıkıcı bir sıradanlıkta. Kar beyazlığıyla başlayıp bozkır sarısına dönüşmek içimdeki boğuculuğu yeteri kadar ifade ediyor. Sarılar boza, kahverengiler mora dönüştü. Olan biten, sonuçta, iki satır yazı yazmanın mutluluğu olarak kaldı. Bari çocuğum benim gibi olmasın; mutlu mesut, şen şakrak olsun dedim ama onda da çuvallıyor gibiyim. Ben babamdan ne kadar uzaklaşabildiysem, o da benden o kadar kopabilecek sanki. Nesilden nesile aktarılan dert, hiçbir şey ifade etmiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annemsiz ilk doğum günü

Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?

Öyküler