Yaz bitti ve tempo yeniden başladı. Bir kişinin kulağına kar suyu kaçırır mıyız acaba diye başladığımız dönemler, kar yığınlarının altında kalmakla sonuçlandı hep. Neyse ki çığların altından çıkabildim el yordamıyla. Ama yorgunluk kalıyor tabii geriye. Karda yürüyüp izini belli etmemek zor. Karda uyuduğunu sanıp ölüme doğru kaydığını fark etmemek de... Kar metaforlu bu açıklamalar içimdeki soğukluğu yeteri kadar ifade ediyor. Ateşler söndü ve geriye donmamak için bir mücadele başladı. Metaforlar da bitti. Gerçeklik kaldı. Bu kadar gerçek bir hayata koşar adım gittiğimi bilmiyordum hayallere dalıp yürüdüğüm günlerde. Daha iyisini hak ediyordum bence. Ama nedense olmadı. Sıradan bir taşra bitkisi haline geldim. Nadiren yeşillenip çoğunlukla can sıkıcı bir sıradanlıkta. Kar beyazlığıyla başlayıp bozkır sarısına dönüşmek içimdeki boğuculuğu yeteri kadar ifade ediyor. Sarılar boza, kahverengiler mora dönüştü. Olan biten, sonuçta, iki satır yazı yazmanın mutluluğu olarak kaldı. Bari çocuğum benim gibi olmasın; mutlu mesut, şen şakrak olsun dedim ama onda da çuvallıyor gibiyim. Ben babamdan ne kadar uzaklaşabildiysem, o da benden o kadar kopabilecek sanki. Nesilden nesile aktarılan dert, hiçbir şey ifade etmiyor.
Annemsiz ilk doğum günü
Annemsiz ilk doğum günü. Pek çok şeyin ilki gibi, bunun da ilki varmış. Pazar günü mezarını ziyaret ettim, çiçek diktim. Umarım tutar ve büyür. Bu yaşa kadar pek çok işim tutmadı, ama dertleri içimde büyüdü. Yine de aynı şeyleri yapmaya devam ettim. Denedim ve yenildim. Kimi zaman beraberlikler ve galibiyetler de oldu. Daha önce yazdığım gibi orta sıralarda, "hem önemsiz hem de nemsiz bir yerde" hikayemiz geçip gitmeye devam ediyor. Bazı rutinleri bozmayı sevmiyorum, bu da öyle. Yaşayıp gidiyoruz işte, "yıllar geçiyor yaşlanıyoruz galiba..." Arada ufak tefek mutluluklar, küçük başarılar ve büyük umutlarla nefes alıp vermeye devam...
Yorumlar