Acının Tarihi

 Boynumdan yukarı doğru çıkan her türlü damarı hissetmemi sağlayan ağrı, baş ağrısı kategorisine alınırsa haksızlık edilecek cinsten bir doğa olayıydı. Bu başlı başına incelenmesi gereken bir fenomendi. Sinüzit-migren-Hegel diye giden ağrı silsilesinin yeni aşaması olabilirdi. Bilim insanlarına bunu incelemesi için bir fırsat vermeliydim. Bedenimi bilime adamalıydım. İlk adım olarak nöroloji servisini seçtim. Bunun çözüm bulacak tek yer olmayacağını biliyordum. Sırtıma o mavi yelek geçirilecek, pek çok makinenin içine girip altına yatacak ve yatıp kalktığım beyaz zeminlerde izimi bırakırken bir yandan da bilim tarihine adım geçecekti. Başı ağrıyan o adamdan daha fazlasıydım! 

Muayene öncesi sıramı beklerken benim gibi tarihe geçecek diğer yarışmacı adaylarıyla göz göze geliyordum. Kim daha ileri gidebilecekti! Kimin adı bir model olarak kayda geçecekti. Kim daha çok ağrıyordu, kim daha sorunluydu! Hadi bakalım... Yarış başladı.

İri yarı hemşire adımı okuduğunda diğerleri ne kadar güçlü bir aday olduğumu daha yeni fark etmişti.  Bir kere kişinin  tarihe geçmesi için isminin uygun olması gerekirdi. Ahmet sendromu diye bir şey olabilir miydi? Hayır.  Olsa bile o isim, achmet olarak değişirdi. Halbuki hemşire "Derin Su" ismini okuyunca bana dönen bakışlar, rakiplerimin yavaş yavaş kenara çekildiklerini hissettirdi bana. Yerimden kalkarken daha da zonklayan başım, "merak etme bunlar hep bir son amaç" için diyordu. Tarihe geçmek!

Acımı nesilden nesile aktarmak için hep bir kızım olsun istedim. Böylesi bir nesil Hayrullah isimli erkekten değil, Duru isimli bir kızdan devam edebilirdi ya da Şirin, Sade, Bade. İsteğim bir kaç yıl önce olmuştu. Bitmeyen ağrılarımın başladığı bir dönemde...

Hemşireye gözlerimle teşekkür etsem de o oralı olmadı, gidip masasına oturdu.

Ağrıların ağırlığını üstünde toplayan omuzları masaya gömülmüş doktor, kağıda bir şeyler çiziktiriyordu. Yandaki duvarda da sanırım çocuklarının ilk resim denemeleri, çiziktirilmiş bir şeyler asılıydı. "Evet buyrun" dedi acıma ortak olmak istercesine... "Başım ağrıyor" dedim; "yıllardır". Tam elimi boynuma götürüp kaynağını gösterecektim ki beklenmedik şekilde kafasını kaldırıp "bağırmayı denediniz mi" dedi.

"Nasıl?" dedim. 

"Şöyle mesela: Her zaman her yerde en büyük Şimşek!"

"..."

"Bağırın hadi: Her zaman her yerde en büyük Şimşek!"

Dönüp hemşireye baktığımda bana bakmamaya devam ediyordu. Hiçbir şey duymamış gibiydi. Bilgisayarında çok önemli işleri vardı.

Doktor ayağa kalkıp bağırmaya devam etti; hatta zıplamaya başladı. Damarlarım bağımsızlıklarını ilan etmek üzereydi. Ağrım aramıza bir duvar örmüştü. Ağzı, elleri ve bedeni hareket etse bana ulaşan bir şey yoktu. Ulaşan sadece bir kağıt parçasıydı.

O sırada biraz önce bilgisayarına gömülü hemşirenin koluma girip beni koltuktan kaldırmaya çalıştığını fark ettim. Yeniden masasında bir şeyler çiziktirmeye başlayan doktora ve çocuklarının duvardaki berbat resimlerine bakarken iri yarı hemşirenin güçlü kolları arasında dışarı sürüklendim. Elimde ben kımıldadıkça hışırdayan kağıtta "psikiyatri servisine sevki uygundur" yazıyordu.

Dışarıda bir an durdum. Arkamdan "Sabit Durgun" diye seslendi hemşire ve bir adam yerinden kalktı. O sırada kağıt elimden düştü; tarihten silinmiştim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

41'den

Annemsiz ilk doğum günü