yaşadım ve çaldım

 Bizim evde hiç müzik aleti olmadı ama çevremde de oldukça çoktu. Arkadaşlarımın gitarları, bağlamaları, kemanları her zaman saygı duyduğum nesneler olmuştu. Tellerine, penalarına, mızraplarına, saplarına dokunmak bana başka bir zaman geçişin olasılığını hissettirirdi. Bu hisler pratiğe uzun süre dökülmedi. Tabii bunlar bir yandan da zenginlik göstergesiydi. Bizim gibi memur ailesi için bunlar tamamen lükstü. Öyle 5 yaşında ilk bestesini yapan, 9 yaşında ilk ödülünü alan müzisyenlerden değilim anlayacağınız. Pek bir aile desteği falan da görmedim. Yine de içimde bir müzik sevgisi olduğunu söyleyebilirim. Genelde haber dinlemek için kullanılan evin önemli şahsiyeti radyoda, ben engel olmazsam hemen kapatılan klasik müzik eserlerindeki aletlerin ne olduğunu, ansiklopedilere bakarak tahmin etmeye çalışıyordum o zamanlar. Müziği hayal ediyordum diyebiliriz. Başka bir aleme geçmenin aracısıydı o.

Şimdi sizlerin karşısında bir başarı hikayesi olarak otursam da aslında benim piyanoyla maceram, hayatımın siyah-beyaz gibi iki ayrı dönemini simgeleyen olaylardan sonra oldu. Kuzenimin orgu, bu alete benzeyen ilk şeydi ama o da otomatik tempo tuşlarına basıp dımtısdımtıs aynı ritmi, gittikçe hızlandırarak tren misali coşturmaya yarayan özelliği dışında bir şey ifade etmiyordu. Ne oldu ne bittiyse yeniden o siyah-beyaz tuşlara geri döndüm 20 yaşımdan sonra. Üniversite yılları tabii dönüşümün ilk adımıydı. Yaz şenliklerinde sahnede olma isteğim, bir enstrüman çalma isteğimi gittikçe artırmıştı. Bir bayram öncesi eve dönerken o kazadan sonra ölmeyip hayatta kalmam, hayata tutunmam için siyah-beyaz aletin sembollerine yaklaşmamı sağladı belki de... Arada bir temas edilen siyahlar, sesleri inceltip kalınlaştıran adımlar, her bir dokunuşumun bir yeni sese dönüşmesiyle piyano sevgim arttı. Yavaş yavaş hızlanıp yükselen, düşüp yeniden yoğunlaşan melodiler... Hayatımı sese döküyorum diye klişe bir laf kullanmak istemesem de yine tuşların siyah-beyazına dair sembolik göndermeler beni motive ediyor. Yaşadım ve çaldım; aslında işin özeti bu. 

Şu yanı başımda duran aletin hayallerimi gerçeğe dönüştüreceğini, beni başka diyarlara götüreceğini, yani gerçek anlamda söylüyorum bunu; bambaşka ülkeleri gezeceğimi ve farklı dillere sahip kişileri aynı alkış tufanında buluşturacağını gerçekten çocukken hesaplayamazdım. Çocuk hayallerimin sınırı o kadar uzak değildi. Ben sadece o sıkıcı hayatımızdan kaçmak olarak görmüştüm arkadaşlarımın enstrümanlarını. Hayatın böyle noktalara getireceğini, tabii çalıştım çabaladım onu es geçemeyiz ama yine de tahmin etmek zordu. Hayat gerçekten de müziğin, notaların sonsuz kombinasyonu gibi mucizelerle dolu. Sokrates'in geometri öğrettiği köle gibi hissediyorum kendimi bazen. Bu tuşlar da bana içimdeki derinliği gösterdi; bambaşka birine çevirdi.

Evet, aslında piyano beni yeniden doğurdu. Ben de ona olan saygımı gösteriyorum her bir eserimde. Onun içindeki sesleri çıkarıyorum dışarı; onun beni içimden dışarı çıkarması gibi... Birlikte bir hikayeyi tamamlıyoruz sanki.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annemsiz ilk doğum günü

Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?

Öyküler