Modern Hayat Yerle Bir Oldu

 Ankara'da herhangi bir statta maç izledikten sonra sağda solda takılıp, belki ayran-simit ya da ciğer-kebap, devamında Sakarya diye devam eden hafta sonları... Güneşli öğleden sonraları, zaman: bahar. Kış ise içlik altta. Sonra fermente sıvılar; sarı, kırmızı, beyaz. Bir daha, bir daha... Günler boyunca, bir daha. Dostlar, kızgınlıklar, kırgınlıklar, aşklar. Kadınlar ve erkekler. Biz. Beraber, birlikte ve dip dibe, diz dize. Biz ve onlar. On yıl sonra burada yine buluşalım, olur mu? Olmaz.  On beş, yirmi, yeniden... Hadi eyvallah.

İnsanların içinden, kalabalıkların içinden kaçıp geldiğim bu sığınakta, ilmik ilmik işlenmiş bir el sanatının karşında oturuyorum. Ilgıt ılgıt gelen geçmiş rüzgarların ısıttığı yüzümün tanıklığında.... Islık ıslık öttürülmüş bir geçmiş; bir melodi, bir ezgi. Eskidi. Elden geçirilmesi gerekli.  

Anılarımı elden geçirip birer sanat eserine aktarmak istediğimde, bu konuda eğitimsiz ama hevesliydim. Belki uygun bir yer, uygun zaman, koşullar, para... ayarlayabilirsem! Yani bir hayat kurabilirsem...  Daha iyi bir alternatif için önce ölmek; toprağa karışmak, protein olmak ve yeniden kana karışmak mı gerekli? Ama ya şimdi ne yapacağız? Doğrudan ve somut bir cevap: Yaşa. 

Uzaklara gitmek çok popülerdi ama herkesin yaptığı işlerden hep kaçtım. O yüzden yakında bir yerde; bir köy evinde kendime bir atölye ayarladım. Buralardan geliyorum aslında diye düşündüm kenarda duvara yaslanmış dururken; şehre yakın bir köy. Her türlü hayat deneyimi var bende. Çamurlu ayakkabılarımı saklamak istediğim pembe paltolu komutan kızı, arkadaşımdı; okulu münazara yarışmasında birlikte temsil ettiğimiz iş adamının oğlu, sırdaşım. Kaçak köçek içilen sigaralar, ilk öpücüğün heyecanı bu farklı dünyalar arasındaki gitgelli yollarda yaşandı. Benimki modernleşmeye çalışan bir ülkenin hikayesiydi. Sonra üniversite yıllarında ışıklar, renkler, sahne önü ve arkası, gürültü ve kulak uğultusu. Sanat, edebiyat, yeni bir hayat! Bitti.

Maçlarda sayıp sövdüğüm, konser coşup güldüğüm, aşık olup düşüp kalktığım insanlar... Bağrış çağrış duyuluyor merak etmeyin, sesleriniz geliyor ve beni yakalıyor. Sizden kaçmak mümkün değil. Kaçacak bir yerim de yok. Duvara yaslandım, duruyorum. Duvarın bir figürü oluyorum belki de yavaşça. Duvarın bir tuğlası. Beni burada karanlığa gömdüğünüz yetmiyor gibi bir de duvarın içine itiyorsunuz. Acımasızsınız. Yine de biliyorum nereden geldiğimi ve oralarda neler olduğunu. Kulak uğultusu değil yanı başımdaki; anıların uğultusu içimde. Zaten modern hayat yerle bir oldu; en iyisi öze dönmek, değil mi?

Bu atölyede kendi içimden çıkıp, suyun dibinden yüzeye, derin derin nefes alıp  hayatta kalmaya alışmaya çalıştım. İyi kötü bugüne kadar başarılıyım ve keyifli yanlarım da yok değil.  Kendimi düşünmek değil, üretmek istiyorum artık. Sürekli eski benler üretip, ama aslında şöyleydi diye kendimi avutup, yeni yollara gireceğim; her bir çizgide, mimikte, renkte... 

Pencereden görünen yollar geçmişime gidiyor. Yakın bir yer, uzakta değil. Çok kaçmadım; içinizde olmasam da yakınınızdayım. Beni unuttunuz biliyorum. Kim bilir belki kendinizi görürsünüz eserlerimde, benim yaptığım gibi. Sonrasında da beni buradan eller üstünde çıkarırsınız dışarı. Kelimenin her anlamıyla...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annemsiz ilk doğum günü

Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?

Öyküler