Geçen gün hüngür hüngür ağladım
Geçen gün hüngür hüngür ağladım. Nedeni, üzüntü değil sinirdi. Hayatımızın çok rahat olduğu gerçeği...
B.K.'nin yeni mağazalarından birinde sipariş vermiş, bekliyorduk. Yanımızda çocuk-irisi bir ergen vardı; kasiyer biraz umursamaz, biraz gergin, belli ki yorgundu, belki de oruçtu. Kaşları kalemle çizilmişti. (Dikkat çekici bir biçimde.) Buzsuz kolalarımızı ve sarımsaklı mayonezimizi üşene üşene getirdi. Restoranda bir yoğunluk yoktu. O sırada arkadan birisi geldi ve çocuk-irisi ergene çarptı. Bizimki hiç istifini bozmadı, hatta bana kim çarptı diye dönüp bile bakmadı. Ama ben baktım. Çocuğuyla restorana gelmiş bir görme engelli adam. Önündeki şeyin çekilmediğini sopasıyla bir iki kere dürterek anladıktan sonra, daha öte yandaki kasaya geçti. Ama tek kasiyer çalıştığı için de onunla -lütfen- bizim kalemkaşlı kasiyer ilgilendi. Ama adam lafları eveleyip geveliyordu; daha doğrusu B.K'nin ne menem bir yer olduğunu, seçimlerimizle var olduğumuzu, istediğimiz gibi olduğunu, istediğimiz gibi yediğimizi falan bilmiyordu büyük ihtimalle. Çocuğu ısrar ettiği için, belki kapısının önünden geçerken uğramış olabilirlerdi. Onun "istediği gibi" olan, diğerlerinden farklıydı. Abi lafları yutmaya devam ediyordu ama ne onunla kasiyerin temasını engelleyen çocuk-irisi aradan çekilip bir şey yapıyordu, ne de umarsız kasiyer ona yardımcı olacak bir şeyler söylüyordu. Neden sonra, kasiyerle arka taraf arasında bağ kuran kirli şapkalı ve terli abi, belki kasiyerin bir üstü, "çocuk menüsü yaz" diyebildi. Baba, çocuğuna zar zor içecek seçimi de yaptırdıktan sonra -çünkü adam sürekli ne var yiyecek, ne var içecek gibi temel sorular soruyordu/menülerden ve karşısındaki hayat ışığı saçan menü tablolarından habersiz- kasiyerin onayını aldı. Ama tek menü seçilmişti. Adam utangaç biçimde sordu: "Bana ne yazdınız?" Bütün bu çileli sürecin baştan başlayacağı belliydi. O sırada bizim siparişler geldi ve yukarı çıktık. Ama benim sinirlerim bozulmuştu bir kere. Adamın durumuna odaklanıp kalmıştım ve onun bütün sıkıntısını içime kaydetmiştim. O an kasiyere uçarak saldırabilir ve "bir şeyler yap artık şu adamın derdini çöz" diyebilirdim. Diyemedim. Birkaç dakika sonra yukarıdan adamın mayonezini bitiresiye patatesine yüklendiğini gördüm. ve boğazımdan yükselen şeyi durduramayıp ağladım. Evet, hayatımız çok kolaydı; lanet olasıca seçimlerimizi zırt diye yapıyorduk ve bunun için kasiyerin lütfuna muhtaç değildik. Ne kaldırımdaki ufak bir engel bizi yolumuzdan alıkoyuyordu ne de ışıklı tabelalar kör kuyuydu. Öylece yaşayıp gidiyor ve bunu anlamlandırmak için çokça taklalar atıyorduk.
Tüm bu hissettiklerimi yeniden ağlamamak için mustafa'ya anlatmadım.
B.K.'nin yeni mağazalarından birinde sipariş vermiş, bekliyorduk. Yanımızda çocuk-irisi bir ergen vardı; kasiyer biraz umursamaz, biraz gergin, belli ki yorgundu, belki de oruçtu. Kaşları kalemle çizilmişti. (Dikkat çekici bir biçimde.) Buzsuz kolalarımızı ve sarımsaklı mayonezimizi üşene üşene getirdi. Restoranda bir yoğunluk yoktu. O sırada arkadan birisi geldi ve çocuk-irisi ergene çarptı. Bizimki hiç istifini bozmadı, hatta bana kim çarptı diye dönüp bile bakmadı. Ama ben baktım. Çocuğuyla restorana gelmiş bir görme engelli adam. Önündeki şeyin çekilmediğini sopasıyla bir iki kere dürterek anladıktan sonra, daha öte yandaki kasaya geçti. Ama tek kasiyer çalıştığı için de onunla -lütfen- bizim kalemkaşlı kasiyer ilgilendi. Ama adam lafları eveleyip geveliyordu; daha doğrusu B.K'nin ne menem bir yer olduğunu, seçimlerimizle var olduğumuzu, istediğimiz gibi olduğunu, istediğimiz gibi yediğimizi falan bilmiyordu büyük ihtimalle. Çocuğu ısrar ettiği için, belki kapısının önünden geçerken uğramış olabilirlerdi. Onun "istediği gibi" olan, diğerlerinden farklıydı. Abi lafları yutmaya devam ediyordu ama ne onunla kasiyerin temasını engelleyen çocuk-irisi aradan çekilip bir şey yapıyordu, ne de umarsız kasiyer ona yardımcı olacak bir şeyler söylüyordu. Neden sonra, kasiyerle arka taraf arasında bağ kuran kirli şapkalı ve terli abi, belki kasiyerin bir üstü, "çocuk menüsü yaz" diyebildi. Baba, çocuğuna zar zor içecek seçimi de yaptırdıktan sonra -çünkü adam sürekli ne var yiyecek, ne var içecek gibi temel sorular soruyordu/menülerden ve karşısındaki hayat ışığı saçan menü tablolarından habersiz- kasiyerin onayını aldı. Ama tek menü seçilmişti. Adam utangaç biçimde sordu: "Bana ne yazdınız?" Bütün bu çileli sürecin baştan başlayacağı belliydi. O sırada bizim siparişler geldi ve yukarı çıktık. Ama benim sinirlerim bozulmuştu bir kere. Adamın durumuna odaklanıp kalmıştım ve onun bütün sıkıntısını içime kaydetmiştim. O an kasiyere uçarak saldırabilir ve "bir şeyler yap artık şu adamın derdini çöz" diyebilirdim. Diyemedim. Birkaç dakika sonra yukarıdan adamın mayonezini bitiresiye patatesine yüklendiğini gördüm. ve boğazımdan yükselen şeyi durduramayıp ağladım. Evet, hayatımız çok kolaydı; lanet olasıca seçimlerimizi zırt diye yapıyorduk ve bunun için kasiyerin lütfuna muhtaç değildik. Ne kaldırımdaki ufak bir engel bizi yolumuzdan alıkoyuyordu ne de ışıklı tabelalar kör kuyuydu. Öylece yaşayıp gidiyor ve bunu anlamlandırmak için çokça taklalar atıyorduk.
Tüm bu hissettiklerimi yeniden ağlamamak için mustafa'ya anlatmadım.
Yorumlar