içerisi-dışarısı dengesini tutturduğum gibi, dilsel olarak akademi-blog dengesini de kollamaya çalışıyorum. orada başka bir dil, burada başka bir dil... hızlı geçişler soru yaratıyor. hangisini daha iyi yapabildiğimi bilemiyorum. ikisinde de birbirinden parçalar bulmak daha iyi olabilirdi. keyifli bir dil oluştrmak isterdim. sıkmayan, boğmayan, okutan, sevimli... pek konuşamadığım için, yazdığım gibi bir olmak daha olası görünüyor. daha iyi bir insan olmak için daha iyi yazmak; zaten yaşamak ve yazmaktan başka bir melekem, bir özelliğim yok. hayatta kalabildiğim kadar yazmayı düşünüyorum. her ikisini de pek abartmadan, tadında bırakarak, tadından yenemyecek kadar.
41'den
20'li yaşların ortalarından beri devam ettiğim bu blogta hala ne yazabilirim bilmiyorum. Yaşıyorum ve ölüyorum. Her nefes beni sona yaklaştırıyor; o yüzden nefesimi tutuyorum. Denizin altında tabi, 20 bin fersah altında; bambaşka bir yerde, gidemediğim, olamadığım, bulamadığım herhangi bir yerde. Burada. Alıyorum ve veriyorum. Hayatta kalıyorum. Eski yazdıklarıma bakıyorum. Bugün olsa yine yazardım Elimde olsa 20'lerde kalırdım. O zamanlar 40'lar nasıl olur diye bir soru aklıma gelmiyordu. Ölümü ya da yaşlanmayı pek aklıma getirmiyordum. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, gördüğüm güzellikler daha önemliydi. Şimdi bakınca görüyorum ki anı yaşamışım. Sanki yaşamıyor gibiydim ama yaşamışım. Daha iyi günler özlemi hep vardı; demek ki yarın daha güzel bir günmüş. "hep yarın olsun." Bugün yeniden 20'lere dönseydim yine aynı şeyi yapardım, cebimdeki bozuklarla İmge'den kitap alıp, çok satış yapıyor zaten diye Dost'tan dergi çalardım. Yakalandım ama ols
Yorumlar