aalborg notları #2

Aalborg'ta ikinci gün, üniversitede geçti çoğunlukla. Erken yattığım için erken uyandım, kent karanlık ve sesiz olduğu için uyandıracak dış etken oldukça az. Saat 8.30'da duraktaydım ama hala her yer karanlıktı, 9'a doğru aydınlandı. Kar hafif hafif başlamıştı. Durakta otobüsün kaçta geleceğine dair liste var ve saniye şaşmıyor. Şehrin dışına doğru çıktıkça kuzeye özgü sivri ya da dik çatılı mütevazi müstakil evler çoğaldı. Şehir içinde de öyle apartman yoğunluğu yoktu gerçi en yükseği 5 katlı birbirine benzeyen evler vardı. Bazı yerlerde lojman benzeri daha tektipleşmiş evler vardı, öğrencilerin ya da göçmenlerin oturduğuna dair izlenime kapıldım. Tabii ki her yerde -o soğuk havada- sabah koşusu yapan ve bisiklete binenler vardı. Yolun yanında, kaldırımla yol arasında özel bisiklet yolları bütün şehre yayılmış durumda. Hatta bisikletler özgü trafik lambaları bile var.

Üniversite kampüsü yine yatay bir şekilde organize edilmiş, kampüs girişi diye birşey yok zaten; kentin bir parçası. Okul binaları, çalışma alanı gibi değil de yaşam alanı gibi, Orada olmak insanı mutlu ediyor.

Konferans Barbara Falk'un konuşmasıyla başladı; gayet samimi bir ortam vardı, yaş ortalaması düşüktü, takım elbise gimiş kimse yoktu. Tabii ingilizce akademik konuşmaları anlamak konusunda ıknıtı çektiğimi itiraf etmeliyim; okuma konusunda gelişsek de konuşma ve anlama noktasında hala çok eksiğim. Bu tip temasların artması gerektiğini hissettim. Benim konuşmam günün son konuşmasıydı; bunun ilk uluslararası konferansım olduğunu ve heyecanlı olduğumu söyleyerek başladım. Sonunda bir iki soru geldi. Asıl korktuğum kısım soruları anlamamaktı, sorun olmadı.

Akşam kente dönerken karın etkisi artmıştı. Yemek için biraz daha dışarıda kalmam gerekiyordu ama dünkü gibi fazla yürümek ya da aramak istemiyordum. Dünden gözüme kestirdiğim Irish Pub'a gittim ve sunumu birkaç Guiness'le kutladım. Yanına söylediğim atıştırmalık pek yemek cinsinden değildi ama yine de tok tuttu diyebilirim. Çıkmaya yakın, büyük ekranda Danimarka'nın hentbol maçını yayınlamaya başladıkları için biraz daha kaldım.

Kar etkisini artırdığı için bir başka mekana gitme planımı geri çektim ve otele döndüm. Tabii çantamdaki gofret, krakerler iyi geldi akşam her yer erkenden kapandığı için yiyecek bir şeyler bulmak çok zor.

Ertesi gün, daha çok kar ve biraz daha soğuktu. Konferansta öğle yemeği daha samimiydi. Ancak tüm yiyecekler az pişmiş ve genelde salata türü olduğu için hayalkırıklığına uğramadım değil. O yüzden akşam ne yesem planlarımı öğlenden başlatmam gerekti. Öğleden sonraki oturumlara girmeyip müzeye gitmek için erken çıktım. Ama 5 dk. ile kaçırdım, kapanmıştı; karın etkisi, arada bir esen rüzgar, haritada yer bulmamı zorlaştırıyordu, iki de bir durup şurada da fotoğraf çekeyim demem ve o arada eldivenimi düşürüp geri dönmem de geç kalmamda etkili olabilir! O saatten sonra yine açık yer bulmak zor olduğu için, dışarıdan pek alışveriş merkezine benzemeyen ama öyle olduğunu girince anladığım Salling isimli mekanda biraz hediyelik eşya aradım. Hava soğuk olunca böyle yerler kalabalık oluyor. Aalborg'a ya da Danimarka'ya özgü bir şeyler bulmakta zorlandım. Birkaç görevliye sormama rağmen onlar da net bir şeyler öneremedi. Kentin turistik bir yer olmadığının kanıtı sanırım. Kahve ve bardak aldıktan sonra AVM'nin kafesinde büyükçe bir sandviçle günü karnımı doyurdum.

Akşam gittiğim bar -Søgaards Bryghus- aslında iki gündür arandığım ama bir türlü bulamadığım bir yerdi; yine kar fırtınasının içinde zar zor buldum. Mekan, konferanstakilerin de sözleştiği mekanmış. Bir süre sonra uzun bir masa oluşturduk. Mekanın menüsünde 5 sayfa bira çeşidi vardı! Kendi yaptıkları ve şişeledikleri bira da varmış. Burada da birkaç tane farklı bira denedim. Masada bir yanımda Norveçli, bir yanımda Polonyalı, karşımda İtalyanla karmançorman bir muhabbeti ve tabii birayla gevşeyen ortamı biraz erken terk edip gacırt gucurt karın içinden otele döndüm.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

41'den

Annemsiz ilk doğum günü