biraz daha uzun öykü denemeleri #7
Deniz kenarında yürüyorum soğuk havada, kendi kendime konuşuyorum sanmasınlar diye kimsenin duymayacağı mekanlar seçiyorum. Ses kayıt cihazımı açtım; konuşuyorum:
"el yordamıyla yaşamaya alışmıştık yıllarca, şimdi biraz daha açıldı sanki gözümüze ışık geliyor yavaştan, insanlar insanlar her yerdeler parlıyorlar çarpa çarpa büyüdük onlara gözümüzü aldılar, yerine ne verdiler, organlar, birbirinin yerine geçiyor belki de iyi kötü yolumuzu buluyoruz, hayır kötü manada değil, bir yol buluruz ya da gerekirse açarız manasında, yollar tıkanınca yine de bir şekilde nefes almaya devam ettik, ışıklar yoktan geldi ve bizi buldu, şimdi bizim gibi birileri bizden habersiz içeride kıyıda köşede büyümeye devam ediyor. yine elimizi koyuyoruz orada mı acaba diye, hala hayat var mı diye, yüksek ses dalgalarının etkisini göstermeyen elimizin sıcaklığını hissedecek mi diye. elimizi kolumuzu bağlayan kaderin kafasının dikine gitmesine inat hala ayaklarımızı kullanalım, dikelelim ve kendi hayatımızı kuralım diyedir umudumuz."
Yeni bir yaşama alışmak ne zor. Yeni bir hayatı yaratmak... Kendi çocuğumu büyütürken yaşadığım sıkıntılar aslında hayatımın özeti. Onu kendi ellerinle şekillendirmek, ellerin senin kontrolünde mi? Kendi yalnızlığından çıkmak istemeyen birinin, başkalarıyla kurduğu sorunlu ilişkisini anlatan bir roman tasarlıyorum.
"Aman ne orijinal!" diyor içimdeki editör hanım, "bıkmadınız mı bu laflardan. Hem seks satar, yalnızlık değil." Önceki kitaplarıma pek ilgi gösterilmemesini düşününce, haklı olabilir. E ne yapmalı peki. Aldığım notları karıştırıyorum, nemli banka oturup. Bazen sesli, bazen yazılı notlar; kafamın içi gibi karmançorman. Benim için önemli ve harika görünen noktaların başkaları için bir anlam ifade etmemesi, ne acı, ne garip.
"Kafanı kaldır da etrafa bak biraz, kendi içinden çık". Peki, tamam. Şuradaki kadın, sanki bir ritm tutturuyor gibi elleri paltosunun cebinde bir o yana bir bu yana sallanır gibi, yerde bir şey arıyor gibi bir yandan da; geçen gün de görmüştüm. Bu soğukta hangi dert getirmişse onu buraya? "Gidip konuşsana be adam!"
Geçiyormuşdauğramış gibi mi yapmalı yoksa zaten buranın müdavimi gibi mi?
-Merhaba.
-??
-Hava soğuk değil mi?
-!!
Ufaktan uzaklaşıyor.
-Buraya düzenli gelirim, sizi görüyorum her seferinde, bir selam vermek istedim.
-Teşekkürler. Evet, gelirim buraya.
-Konuşmak isterseniz, konuşabiliriz.
-Biliyorum, konuşma yeteneğim var.
-Yok yani, öyle söylemek istemedim. Heh, evet biraz garip bir cümle oldu.
-Ses kaydı yapıyorsunuz galiba, ben de sizi gördüm.
-Evet, evde sıkıldım, bir şeyler yazıyordum, buraya gelmek istedim. Kafamdakileri kağıda dökemiyorum, belki dijital hale getirince daha iyi olabilir dedim.
-Ne yazıyorsunuz?
-Roman, gibi bir şey.
-Bir ara herkes şairdi, şimdi de romancı oldu.
-...
-Kusura bakmayın. Yani herkes bir şeyler yazıyor bu aralar, müthiş bir özgüven var. Yazdıklarının da harika olduğunu düşünüyor bir yandan. İyiyle kötü arasında, güzelle çirkin arasında bir sınır kalmadı.
Haydaa, selam verdik, dayak yiyoruz.
-Evet, şu aylık dergilerin de etkisi oldu biraz, diyerek destek veriyorum. Benim de yayınlandı bir kaç kitabım.
-Ha öyle mi, tebrikler.
-Şimdi de bir çocuk büyütmekle ilgili bir şeyler yazıyorum, aslında kendimizi büyütüyoruz falan...
-Biraz klişe değil mi?
Aaa, içimdeki editör hanımmış bu!
-Yani, tabi hayat, klişe, geveliyorum bi şeyler... Sert bir rüzgar kelimeleri uçuruyor, Allahtan ulaşmıyor karşıya.
Sonra yine tokat. Rüzgar değil bu sefer, onun kelimeleri:
-Ben çocuğumu kaybettim, 3 yıl önce, büyütemedim yani, doğumdan gelen bir hastalıktı. Doğru kişiye selam verdiniz. Konularınızı seçerken, araştırma yapar mısınız?
- Ee şey yok aslında, kendimden... Başınız sağ olsun bu arada. Üzüldüm.
Bir adım daha yaklaşıyorum ister istemez ona.
-Sağolun.
Gerçek işte bu. Benim kurgulayamadığım gerçek.
-Şurada bir kahve içelim mi? Belki biraz duygularımı şekillendirmekte yardımcı olursunuz.
Uçuşan saçlarını toparlarken parmaklarıyla iyice çekiştirdiği paltosunu bileklerini bırakıyor. Bileklerindeki dövmeler görünüyor hafifçe. Çocuğunun ismi falan mı? Romanım şu anda kağıda basılıyor sanki , gürültüyü duyuyorum, yoksa kalbim mi çarpıyor. Vapurun sesine karışan sesi:
-Olur, bi şeylere katkım olsun isterim, pek başaramadım bu hayatta.
Hay allahım, yürüyen roman mı bu kadın. Hayat gibi kadın mı, gerçek kadar yakıcı mı, klişeler bu kadar soğuk mu?
-Evet ısınırız, biraz. Buyrun.
"el yordamıyla yaşamaya alışmıştık yıllarca, şimdi biraz daha açıldı sanki gözümüze ışık geliyor yavaştan, insanlar insanlar her yerdeler parlıyorlar çarpa çarpa büyüdük onlara gözümüzü aldılar, yerine ne verdiler, organlar, birbirinin yerine geçiyor belki de iyi kötü yolumuzu buluyoruz, hayır kötü manada değil, bir yol buluruz ya da gerekirse açarız manasında, yollar tıkanınca yine de bir şekilde nefes almaya devam ettik, ışıklar yoktan geldi ve bizi buldu, şimdi bizim gibi birileri bizden habersiz içeride kıyıda köşede büyümeye devam ediyor. yine elimizi koyuyoruz orada mı acaba diye, hala hayat var mı diye, yüksek ses dalgalarının etkisini göstermeyen elimizin sıcaklığını hissedecek mi diye. elimizi kolumuzu bağlayan kaderin kafasının dikine gitmesine inat hala ayaklarımızı kullanalım, dikelelim ve kendi hayatımızı kuralım diyedir umudumuz."
Yeni bir yaşama alışmak ne zor. Yeni bir hayatı yaratmak... Kendi çocuğumu büyütürken yaşadığım sıkıntılar aslında hayatımın özeti. Onu kendi ellerinle şekillendirmek, ellerin senin kontrolünde mi? Kendi yalnızlığından çıkmak istemeyen birinin, başkalarıyla kurduğu sorunlu ilişkisini anlatan bir roman tasarlıyorum.
"Aman ne orijinal!" diyor içimdeki editör hanım, "bıkmadınız mı bu laflardan. Hem seks satar, yalnızlık değil." Önceki kitaplarıma pek ilgi gösterilmemesini düşününce, haklı olabilir. E ne yapmalı peki. Aldığım notları karıştırıyorum, nemli banka oturup. Bazen sesli, bazen yazılı notlar; kafamın içi gibi karmançorman. Benim için önemli ve harika görünen noktaların başkaları için bir anlam ifade etmemesi, ne acı, ne garip.
"Kafanı kaldır da etrafa bak biraz, kendi içinden çık". Peki, tamam. Şuradaki kadın, sanki bir ritm tutturuyor gibi elleri paltosunun cebinde bir o yana bir bu yana sallanır gibi, yerde bir şey arıyor gibi bir yandan da; geçen gün de görmüştüm. Bu soğukta hangi dert getirmişse onu buraya? "Gidip konuşsana be adam!"
Geçiyormuşdauğramış gibi mi yapmalı yoksa zaten buranın müdavimi gibi mi?
-Merhaba.
-??
-Hava soğuk değil mi?
-!!
Ufaktan uzaklaşıyor.
-Buraya düzenli gelirim, sizi görüyorum her seferinde, bir selam vermek istedim.
-Teşekkürler. Evet, gelirim buraya.
-Konuşmak isterseniz, konuşabiliriz.
-Biliyorum, konuşma yeteneğim var.
-Yok yani, öyle söylemek istemedim. Heh, evet biraz garip bir cümle oldu.
-Ses kaydı yapıyorsunuz galiba, ben de sizi gördüm.
-Evet, evde sıkıldım, bir şeyler yazıyordum, buraya gelmek istedim. Kafamdakileri kağıda dökemiyorum, belki dijital hale getirince daha iyi olabilir dedim.
-Ne yazıyorsunuz?
-Roman, gibi bir şey.
-Bir ara herkes şairdi, şimdi de romancı oldu.
-...
-Kusura bakmayın. Yani herkes bir şeyler yazıyor bu aralar, müthiş bir özgüven var. Yazdıklarının da harika olduğunu düşünüyor bir yandan. İyiyle kötü arasında, güzelle çirkin arasında bir sınır kalmadı.
Haydaa, selam verdik, dayak yiyoruz.
-Evet, şu aylık dergilerin de etkisi oldu biraz, diyerek destek veriyorum. Benim de yayınlandı bir kaç kitabım.
-Ha öyle mi, tebrikler.
-Şimdi de bir çocuk büyütmekle ilgili bir şeyler yazıyorum, aslında kendimizi büyütüyoruz falan...
-Biraz klişe değil mi?
Aaa, içimdeki editör hanımmış bu!
-Yani, tabi hayat, klişe, geveliyorum bi şeyler... Sert bir rüzgar kelimeleri uçuruyor, Allahtan ulaşmıyor karşıya.
Sonra yine tokat. Rüzgar değil bu sefer, onun kelimeleri:
-Ben çocuğumu kaybettim, 3 yıl önce, büyütemedim yani, doğumdan gelen bir hastalıktı. Doğru kişiye selam verdiniz. Konularınızı seçerken, araştırma yapar mısınız?
- Ee şey yok aslında, kendimden... Başınız sağ olsun bu arada. Üzüldüm.
Bir adım daha yaklaşıyorum ister istemez ona.
-Sağolun.
Gerçek işte bu. Benim kurgulayamadığım gerçek.
-Şurada bir kahve içelim mi? Belki biraz duygularımı şekillendirmekte yardımcı olursunuz.
Uçuşan saçlarını toparlarken parmaklarıyla iyice çekiştirdiği paltosunu bileklerini bırakıyor. Bileklerindeki dövmeler görünüyor hafifçe. Çocuğunun ismi falan mı? Romanım şu anda kağıda basılıyor sanki , gürültüyü duyuyorum, yoksa kalbim mi çarpıyor. Vapurun sesine karışan sesi:
-Olur, bi şeylere katkım olsun isterim, pek başaramadım bu hayatta.
Hay allahım, yürüyen roman mı bu kadın. Hayat gibi kadın mı, gerçek kadar yakıcı mı, klişeler bu kadar soğuk mu?
-Evet ısınırız, biraz. Buyrun.
Yorumlar