ekim
Ekim aylarını severdim eskiden; yaşlandıkça bu nostaljik romantizmler zamanı gelmiş oluyor. Hatırlayalım, unutmayalım, başlayalım:
Üniversite yıllarında evden Ankara'ya gidiş/kaçış zamanıydı. Gecikmiş bir kaçış; İstanbullular, Odtülüler, hukukçular önceden giderdi, bizim Hacettepe'nin yaz okulu sevdası nedeniyle okul geç açılırdı. Eylül'ün sonu geçmek bilmezdi; yazın birikmiş dertlerine ve bıkkınlığına, bitmek bilmeyen bir sıcak da eklenirdi. Ankara'ya gidiş, buz gibi bir sabahla yolculuğu bitirmek, Kızılay'dan Akay Caddesi'ne yürümek, Atatürk Bulvarı'nın kocaman ağaçları, sonra okul başlamadan önceki bir kaç gün bütün yaz içilemeyen biraları içmek...
Bazen iş güç arayışları ve sağda solda çalışmayla geçen zaman. Birinde sandviççide çalışmıştım, garip bir adam çalıştırıyordu. Yönetim bilimi derslerinde gördüğüm podscorb prensipleriyle çeşitli önerilerde bulunmuştum ama tabii ben elimi attığım için batmıştı sonradan. Analizlerimin tutmayacağı o zamanda belliymiş. Dershanede sınav görevlisi, konserde bira satışı, bir kaç pazarlama işi, broşür dağıtımı, anket vs derken dersler çok yoğun bırakayım bu işleri derdim. Gelecek Ekim'de yeniden başlamak üzere... Parayla derdim hiç bitmedi. Sonra İzmir'e kaçışlar vizelerden önce, yeniden bir sıcaklık içeride ve dışarıda. Bir seferinde de İstanbul'a gitmiştim, hayalkırıklığıyla dönüş. Arada başka şehirlere gidiş gelişler de oldu; Ankara gerçekten başkentti, dönüp dolaşıp kendi başıma kaldığım.
Eylül-ekim-kasım, kısaca sonbahar, cuma-cumartesi-pazar üçlüsü kadar önemli benim için. Eylül'deki kritik doğum günlerine kızımınki eklendi; Ekim'in özelliğine evlilik, çok daha önceki bir Kasım'a işe başlamak. O Kasım'dan yıllar sonra başka bir Eylül'de geri dönüp taşraya demir atarken bir kaç Ekim sonra yeniden bir ev değişikliği. Her Kasım'da sayacın bir tık daha ilerlemesi de cabası...
Şimdi üniversite için evden kaçamayan gençlerin dertlerini çok iyi hissediyorum.
Yorumlar