Kayıtlar

Temmuz, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

sorrow's a girl inside my cave

sorrow found me when i was young sorrow waited, sorrow won sorrow they put me on the pill it's in my honey, it's in my milk don't leave my hyper heart alone on the water cover me in rag and bone sympathy 'cos i don't wanna get over you i don't wanna get over you sorrow's my body on the waves sorrow's a girl inside my cave i live in a city sorrow built it's in my honey, it's in my milk don't leave my hyper heart alone on the water cover me in rag and bone sympathy 'cos i don't wanna get over you i don't wanna get over you (The National/Sorrow/High Violet) Dinle

bizim oralar

http://www.youtube.com/watch?v=irvu77qjZAQ http://www.youtube.com/watch?v=IwzAgE5dr4M

dağ bayır, bağ bahçe

dağ bayır, bağ bahçe dolaşmanın rahatlatıcı yanı olsa da çocukluktan kalma tortular, ayağınızı toprağa bassanız da akıp gitmiyor. gücümüz nefesimiz yetmezken işe koşturanlar ama beğenmeyenler, şimdi kemale ererken, otur sen tatile geldin diye bizi kenara koyuyor. kenardan köşeden olup bitenleri seyrederken, 1 yıl içinde ne çok şeyin değiştiğini düşündüm. olabileceklerin ihtimali beni korkutuyor. kendimden korkuyorum. film gibi hayatımı, bitmeyen devam filmleri geliyor. neyse ki sinema dilim, korkudan uzak. dizi olarak tv'ye geçme tekliflerini ise sanatsal duruşumu bozmamak için şimdilik geri çeviriyorum. her şeye yeni baştan başladıktan sonra, hiç durmadan gezmek istiyorum. böylece unutulmaya yüz tutmuş serinin ilk filmlerini de yeni bir yorumla ele alabilirim. bu yaz henüz dondurma yemedim, tuzlu suya dokunmadığım gibi...

arı

Resim

yolda#2

"Dışarıda bir hayalet belirdi-- keçi sakallı, 16 yaşında bir çocuk, elinde trompet çantasıyla. Çöp gibi zayıf, deli deli bakan bu çocuk, gruba katılıp onlarla beraber çalmak istiyordu. Gruptaki elemanlar onu önceden tanıyor, onunla uğraşmak istemiyorlardı. Çocuk sessizce bara girdi, trompetini çaktırmadan çıkarıp dudaklarına götürdü. Kimsenin umrunda olmadı. Kimse ona bakmadı. Grup çalmayı bitirdi, toparlandı ve başka bir barın yolunu tuttu. Gitmişlerdi. Çocuk trompetini çıkarmış, kurmuş, zilini parlatmıştı ve bu kimsenin umrunda değildi. Zayıf Chicago'lu genç çalmak istiyordu işte. Koyu renk gözlüklerini taktı, trompeti dudaklarına götürdü tek başına ve "Bauuv!" diye başladı. Sonra öbürlerinin peşinden koşturdu. Kendilerine katılmasını istemiyorlardı, tıpkı benzin deposunun arkasında kurduğunuz mahalle takımına almadığınız çocuk gibi. "Bu heriflerin hepsi, tıpkı Jim Holmes gibi, bizim alto Alen Gingsberg gibi, büyükannesiyle yaşıyor" dedi Neal. Ekibin peşi...

günebakan

Resim
"günebakan düşlerimiz, yağmur sesiyle çoğalsın" evimizi günebakanlar koruyor; adamın birinin düşlerini çoğalttıkça çoğaltıyor.

yolda

"tek istediğim, Neal'in tek istediği ve herkesin tek istediği, şeylerin kalbine duhul edip, orada rahimdeymiş gibi kıvrılıp, Burroughs'un damardan sağlam bir M vuruşuyla, reklam yöneticilerinin sonunda Winchester'a giden ayyaş trenine kendilerini atmadan önce, Stouffers'ta içtikleri on iki scotch ve sodayla deneyimledikleri o vect uykusunu uyumaktı- ama herhangi bir akşamdan kalmalık hissi yaşamadan. Ve o zamanlar romantik düşüncelerim vardı; yıldızıma bakıp iç çektim. İşin aslı ölüyoruz, tek yaptığımız ölmek ve fakat yaşıyoruz, evet yaşıyoruz ve bu bir Harvard martavalı değil. (...) Güzel bir yuvaya, makul ve sağlıklı yaşamaya, iyi yemeğe, güzel zamanlara, işe, inanca ve ümide inanıyordum. Bunlara hep inandım. Biraz da hayret ederek fark ettim ki, böyle şeylere tutup içinden ruhsuz bir burjuva felsefesi çıkarmadan gerçekten inanan az sayıda insandan biriydim bu dünyadaki." (Jack Kerouac/Yolda/ s.225-226)

mahsul

Resim
dalından koparılmadan önce son kareler:

toros

Torosidis hemşehrimiz olabilir mi? Doğu olmasa bile Batı Torosların tepesinden Mora'ya geçmiş/geçirilmiştir belki... Bizim hemşehrilerin bir ucu da Kafdağı'na doğru yol almışlar zamanında; oraya ulaşamasalar da Ararat'a takıldıkları belli... Uzaklarda, taa buralarda, burnumuzun dibinde, burnumuzun direğini sızlatan hikayeleri barındıran, sırtını sarı bozkıra dayamış, onu ittikçe iten, tek renge mahrum eden, geçenler hemen denizi görüversin diye pek büyümeyen makilerin evsahibi, koca koca çamların serinliğiyle medeniyetin arttıkça artan canavarsı sıcağına direnen Toroslar... Firengürüs (firengülüs?), Manaz, Namrun vb nerden uydurulduğu belli olmayan eski isimlere bir göz atmak da dönünce ev ödevim olsun.

conversation 16

... it's a hollywood summer you never believe the shitty thoughts i think we had friends out for dinner when i said what i said i didn't mean anything we belong in a movie try to hold it together till our friends are gone we should swim in a fountain i do not want to disappoint anyone now we'll leave the silver city cause all the silver girls gave us black dreams leave the silver city to all the silver girls everything means everything i was afraid i'd eat your brains i was afraid i'd eat your brains cause i'm evil cause i'm evil ... (The National/Conversation 16/High Violet) dinle: http://fizy.com/#s/1j1fl5 izle: http://www.youtube.com/watch?v=lnQC-O7pq4U

iyi ki doğdun...

"make a move with what you can, dead waters rise higher than your mind. disappointment is a feather in your cap , you want the truth so you can crush it in your hand. there’s no map, i can tell you where you are, you’re in between things that only go half way, your tangled brain, a tired old refrain, you’d be singing it in the tired old silence. you want the best, you want contest, my eyes are filled with prizes you’ve been showin’. disappointment is the card up your sleeve, place your bets at the door before you leave." (Beck/Feather In Your Cap) Gezdin, tozdun; kart oldun döndün; defter oldun yazıldın; bıyık oldun uzadın; sakal oldun kesildin; "anne koş entelektüel oldum"; müzik oldun, döndün durdun; ışık oldun göz aldın; iyi ki doğdun, iyi ki buradasın.

faaliyet raporu

* ASF İzlenimleri; 350 Gram'da... * Avrupa Sosyal Forumu Üzerine Düşünceler , Birikim, sayı 255. * Başka Bir Dünya Kupası: Mondiali Antirazzisti , Cogito, Yaz 2010.

Alışkanlıklar, iyidir

Alışkanlıklar, iyidir. Onları arada bir terk edip geri dönmek de... Döndüğünde orada olmaları da... İzolasyondan kargaşaya geçişin ve aynen geri dönüşün bu kadar sert olması da; dengeyi yitirmek ve geri toplamak da. İstanbul'da neden yaşanmaz ve neden yaşanır sorularının cevabı aynı: İki farklı ucu, hatta milyonlarca farklı ucu bir arada tuttuğu için. Hareketin ve zamanın çivisini yerinden çıkardığı için. Çünkü "elinde çekiç varsa, herkesi çivi olarak görürsün". "İyidir, iyi; deplasman galibi olarak yazsın tarih bizi".