Başkalarının monotonluğuna kendi monotonluğumla cevap veremiyorum. Çünkü aynı değil. Kendi sıkılganlığım, geçip gitsin diye beklediğim... Geçip giderken aynı yolları tüketmeyeyim diye başka yollara sapabildiğim. Yolları eskitmemek her seferinde başka parkelere basma hassasiyeti! Geçip giden hayatıma anlam katabilecek oyunlar üretme kabiliyeti, şansı. Kendi ürettiğim şans, tersine tersine yürürken birden herkesi sana eklemlenmesi... Kendi yolunmu çizerken, birden yolların kesişmesi. O yollardan bir monotonluk üretebilirim, haritalar yerlrinde duran şeyler nihayetinde. Kendi haritamı çıkarırken, dağlar tepeler kadar bazen geniş düzlüklere de geliyorum. Şimdiki de öyle elbet. Bu düzlükte gidip gitmediğimi bilemez gibi görünüyorum. Ulaşınca ileteceğim. Aslında monotonluğum, uçsuz bucaksızlığımdı diyeceğim.
41'den
20'li yaşların ortalarından beri devam ettiğim bu blogta hala ne yazabilirim bilmiyorum. Yaşıyorum ve ölüyorum. Her nefes beni sona yaklaştırıyor; o yüzden nefesimi tutuyorum. Denizin altında tabi, 20 bin fersah altında; bambaşka bir yerde, gidemediğim, olamadığım, bulamadığım herhangi bir yerde. Burada. Alıyorum ve veriyorum. Hayatta kalıyorum. Eski yazdıklarıma bakıyorum. Bugün olsa yine yazardım Elimde olsa 20'lerde kalırdım. O zamanlar 40'lar nasıl olur diye bir soru aklıma gelmiyordu. Ölümü ya da yaşlanmayı pek aklıma getirmiyordum. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, gördüğüm güzellikler daha önemliydi. Şimdi bakınca görüyorum ki anı yaşamışım. Sanki yaşamıyor gibiydim ama yaşamışım. Daha iyi günler özlemi hep vardı; demek ki yarın daha güzel bir günmüş. "hep yarın olsun." Bugün yeniden 20'lere dönseydim yine aynı şeyi yapardım, cebimdeki bozuklarla İmge'den kitap alıp, çok satış yapıyor zaten diye Dost'tan dergi çalardım. Yakalandım ama ols
Yorumlar