minimal öykü denemeleri #3

Üstümü başımı kontrol edemeden evden çıktım. Ne oldu yine bizimkine? Bir de bize derler belli dönemlerde bir hallere giriyoruz diye. Ya erkekler girmiyor mu? Belki de hiç çıkamıyorlar o hallerden. Neye kızmış olabilir? Çocuğu bile öpmeden çıkıp gitti, onu hazırlayacağım diye geç kaldım. Servisi bu hafta üçüncü kaçırışım, artık beklemiyorlar bile. Otobüs durağı kalabalık, yine kaçamak bakışlar oramda buramda. Reklam panosunun camından kendimi süzüyorum. Bu takımı pazartesi de giymiştim. Kirliye koymamışım. Otobüste çantamı yine taciz dokunuşlarına karşı ne tam önümde ne tam arkamda tutmalıyım. Öyle bir kirik noktada, koltuk altımda. Yoksa bu sefer kapkaça da maruz kalabilirim. Ne çok şey düşünmek zorundayız biz? Biraz erken inip yürüsem mi ama bu topuklularla da yürünmüyor yahu. Otobüsün dolanıp durması iyice geciktiriyor beni. Ofise girdiğimde, gözetleme noktasından patron yine süzüyor baştan aşağı: bu kaçıncı gecikişin? Kafamla selamlayıp geçerken, aşağı inen gözlerinin orada kaldığını görüyorum, büyük ihtimalle arkamı dönüp gittiğimde de hala orada, duraktaki diğer gözlerin arasında kendine bir yer bulmuş durumda. Foucault muydu neydi o, üniversitede öğrendiğim adamın ismi? Gözetim toplumu. Önemsememeyi öğrendim. Ayşe'nin sıcak gülüşüyle kendime geldim. Neredesin kız? Valla bizimki bir hallerde yine, çocuğu hazırlayacağım diye geç kaldım. Aman boşver, hepsi aynı. Ayşe'nin bu boşvermişliği beni mutlu ediyor. Rahat haline sığınıyorum kendimi toplamak için. Kızkardeşlik kazanacak. Derken mavi bir dosya sağ yanımdan iniş yapıyor masaya. Benden ziyade gömleğime takılmış bir gözle soruyor, ne zamana biter? Yarım saat. Yuh, niye bu kadar iddialıyım, daha dünküleri göndermedim. Ayşe el atıyor hemen; durumun farkında, dosyanın yarısını alıyor. Ben de dünkü dosyayı açıp bilgisayardan hızlıca kontrol edip yolluyorum. İşimdeyim, gücümdeyim. Sorumluluklarımın farkındayım. Aferin. Yarın yine başarılarım değil başarısızlıklarım hatırlanır terfi zamanında. Kimseye yüz vermeme başarısızlığım mesela. Mesaj sesiyle irkiliyorum. Yemeğe çıkalım mı öğlen? Bu çocuk da havayı iyi kokluyor, hemen anlıyor sıkıntılı zamanlarımı. Ne yazsam? Ayşe ile yine göz göze geliyoruz bilgisayarların üstünden. Göz kırpıyor, ne oluyor dercesine. Yine mi o? Evet. Cevap vermiyorum. Derken, "yatağımdaki düşman" mesajda, öğlen yemekte konuşalım biraz. Haydaa. Çocuğun önünde mi konuşmak istemedi sabah.  Ayşe diyorum, öğlen yemeği beraber yiyelim, kurtar beni. Tabii tatlım, şurada yeni bir tostçu açılmış, neyli istersen var. Hayatımın sıkışıklığına uygun bir öneri. Ne istersen varlı tost. Biraz hasta çocuk, biraz şımarık koca, bolca iş rakibi, masum saydıkları tacizler ve parasızlık. İyice bastır ki erisin. Yedi bitirdi beni. Bu devran döner mi geri?  Yine mesaj: cevap vermeyecek misin. Ayşe ile yiyeceğim, hangisinin gönderdiğine bile bakmadan cevapladım. Kendi tostumun kadınıyım, kimseye yedirmeyeceğim dertlerimi. Gönder dedim ve gitti dosyalar. Diğer bazı şeyleri de aynı kolaylıkta yapsalar...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

41'den

Annemsiz ilk doğum günü