minimal öykü denemeleri #4

Geniş, gepgeniş bir alan; yemyeşil otlar uzanıyor karşıdaki çayırda ve yukarı yamaca doğru koyulukları artıyor. Aralarında beyazlı siyahlı koyunlar. Benim koyunlarım. Gözetimim altında. Altımda kocaman bir kaya. Elimde sopa, çok mistik. Dünyayı yönetiyorum bu kayada, eski büyücüler, şamanlar, kabile şefleri gibi. Masa başı işi yapmak istemiyorum diye çıktığım ergenlikten kayabaşı işi yaptığım olgunluk günlerime... Okul bitip eve dönünce ne çıktın sen şimdi diye sordu büyük ninem. Adam olup çıktım dedim, adam. İlk insan ben değildim bu yola giren, sonuncu da olmam elbet.

Sınavdı, başvuruydu, şehre geri dönsem mi derken elime sopayı tutuşturdular, gençlere kredi veriyormuş devlet. Çoban kalmamış köyde. Zaten sen insanları yönetmek isterdin hep, önce hayvanları yönet. Stajımı çoban olarak yapıyorum. Bu eşsiz manzarada Hasan Ali Toptaş tasvirleri yapmak mümkün ama olmuyor. Ne çiçeğin üstündeki arı, gezip dolaştığı yerler hakkında bana bilgece nasihatlar veriyor, ne yamacın ucundaki tek başına kalan ağaçta beyazımsı bir duman yükselip huriler içinde dans ediyor. Koyunlarım da geviş getirirken, sadece koyun gibi bakıyor. Birden söze girecek dedeler gibi değil. Ne bulutların sallanışı şarkı sözü yazdırıyor, ne ufukta gürleyen siyah bulutlar ağıt yaktırıyor. Sadece bu koca taşın başında çömelmiş duruyorum. Bacağım ağrıyor.

48 koyunumun sesini, kokusunu, mimiklerini henüz öğrenemedim. Ne isim verdim her birine ne de elime doğdular. Yaşlanıp elden ayaktan düşen Duran Emmi ile Fazlı Emmi'nin koyunlarını birleştirip düzdüler önüme. Kafalarını kaldırdıklarında bışşşşrrt de, çok dağıldıklarında füytfüytfüyt de, onlar anlar. Anlamadılar. Ama ben yürüyünce bir iki ıslık denemesiyle peşimden getirebiliyorum. Vurmak da istemiyorum hayvanlara. Bir gören olur eski arkadaşlardan falan... Kim görecek beni dağın başında, internet de çekmiyor zaten. Bir iki foto gönderdim arkadaşlara, feylesof çoban, diplomalı çoban diye haber yaptıralım muhalif kanallara dediler. Aman dedim. Rezil etmeyin beni ele güne.

Arkamdaki yoldan gelen datdatdat korna sesleri ile gerçeğin çayırına döndüm. Duran Emmi'nin şoför oğlu iyi bak koyunlarımıza demek istemiş olabilir. Dolmuşu ağzına kadar dolu, köyden şehre adam çekip duruyor. Karşıdan gelen arabayı görünce bana işaret çakmadığını anladım, kayınçosuymuş, görmeyen tek gözüne benzer yana yatmış station wagon eski Renault'suyla s çize çize gidiyor ince yolda. Napıyon diye uyandırmaya çalışmış olabilir akşamcı arkadaşını. Görmeyen gözüne bir de akşamdan kalmalık mı eklendi acaba. Benim koyunlarda bir hareketlilik oldu o sırada bana doğru koşturmaya başladılar. Hah dedim, işte oturduğum yerden bile yönetebiliyorum artık, sessizliğimle idare ediyorum onları. Bir kaçının bağırışları kurbanlık koyun noktasına ulaşınca kayanın başında ayağa kalktım. Çayır o sırada yarılmaya,  içinde bir şeyler uçuşmaya başladı. Bizim tek gözlü Renault yoldan çıkıp taklalar atmaya başlamıştı. Kayadan atladım o yana doğru koştum. Bir yandan da koyunlar yola çıkar diye korktum. Telefonuma baktım yine çekmiyordu. Dizlerimi yukarı çeke çeke otları aştım. Arabada alet edevat ne varsa dağılmıştı koca araziye, bir iki çanta ve onun içinde de eşyalar sağa sola yayılmıştı. Defolu kıyafetler satıyordu, şehirden alıp köy pazarında. Bizim köpek benden önce gelmişti, yüzünü yalayıp uyandırmaya çalışıyordu kayınçoyu. Arabayı görmesem çayıra şöyle bir uzandığını zannederdim. Gören tek gözünü kırpıştıra kırpıştıra açtı. Abi iyi misin abi! Pek kan man yoktu ortalıkta, yumuşak çayır korumuş gibiydi sanki. Bizimki homurdandı, kımıldadı ama doğrulamadı. Yine de konuşmaya çalıştı: Topraktan geldik toprağa gideceğiz be oğlum, dert etme. Uzaktan koyunlarım meledi. Rüzgar esti, çayır hışırdadı. Karşıdan gelen arabaya el ettim yavaşlasın diye. Pastoral maceramın ilk mistik anısını yaşamıştım işte; eve gidince çobanlık günlüğüme yazacak yeni bir şeyim vardı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annemsiz ilk doğum günü

Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?

Öyküler