minimal öykü denemeleri #5

Selanik Caddesi ile Kızılırmak Sokak'ın kesiştiği yerde buluştuk. Nepal'den ithal garip desenli uzun eteği ile Hindistan'dan gelmiş heybe tipi kırmızılı siyahlı çantasıyla Uzak Asya ıtırlı kokularını bünyesinde taşıyordu. Saçlarının birazını rastalı gibi ördürmüş, böylece Latin Amerika'ya geçiş yapmıştı; kulaklığından dinlediği müzik yayılıyordu; Kuzey Avrupa cazı. Bütün dünyayı bünyesinde toplamış Miss Universe. Bense buram buram tarhana kokan Anadolulu: Babamdan kalmış gömlek ve hırka ile kuzenin ikinci el kotu. Neyse o Lee Cooper'dı; iyi kötü dünyayla bağlantım vardı. Karşıdaki kafe yerine, kahveleri pahalı diye girmeye çekinsek de çaldığı müzikler hep ilgimizi çekerdi; ilk buluştuğumuz yere, Orta Dünya Cafe'ye gittik. Dünyalar arası bir diplomasi krizi olacağı belliydi sessizliğinden; en son messenger'da buluşmak için yazıştığımızda anlamıştım bir şeyler olduğunu, iletisinde bana çakmış gibi gelmişti. Burada kitap değiş tokuşu yapmıştık, ikimiz de İmge'den almışız tesadüf. O ıhlamur söyledi, ben tavuklu sandviç. Şimdi yersem, akşama kadar bir şey yemem diye düşünmüştüm.

- Böyle planlı programlı olman gıcık ediyor beni, dedi.
- Niye?
- Hep böyle kontrollü olmak zorunda mısın?
- Öyle miyim?
- Yediğini içtiğini bile hesaplıyorsun, biraz rahat ol.

Hadi gidip sevişelim desem rahat değil sapık olurdum.

- Bana böyle şeyler söyleme hakkını nereden buluyorsun peki, dedim. Sevgili değiliz biz.
- Yazdıklarından çok farklı birisin. Beni hayal kırıklığına uğrattın.

Sorumun cevabı bu değildi. Ihlamurun verdiği rahatlıkla saldırıya devam etti:

- Kişilik bunalımın mı vardır nedir bilemiyorum bir öylesin bir böyle. Sürekli diken üstünde gibisin.
- Doğrudur; hayat, zor.
- Böyle geçiştirip kurtulamazsın...

Ihlamur bünyesini ısıtmış olsa gerek, o sıcaklıkla ejderha moduna bağlamıştı; alev fışkırıyordu ağzından; yanıp tutuşmayı daha farklı şekilde isterdim:

- Bir daha görüşmek istemiyorum seninle. Engelleyeceğim icq'dan falan da... Haber vereyim dedim, kırılma sonra. Zaten İstanbul'a gidiyorum Osman'la.
- Güzel, mutluluklar; oradan da Avrupa'ya geçersiniz.
- Evet, Prag'a gideceğiz Temmuz'da.
- Oo tam mevsimi... Güzel biraları var oraların.
- Ne gıcıksın ya!

Tavuklu sandviçimi bitirip, peçeteyle ağzımın kenarındaki ketçapları sildim. Calve kutusundaydı ama aslında ucuz markanın içine doldurulmuş haliydi. Peçeteyi bir güzel buruşturup tabağın kenarına sıkıştırdım. Bu kadar sembolizm yeterdi, mesajı almış mıydı?

- Bence sen beni istediğin kıvama getiremedin diye bana kızgınsın, dedim. Osman'a yaptıklarını bana da yapmaktan istedin sanırım. Parmağında oynatmak. Senin de iktidar gibi bir sorunun var. Kontrol edemediğin alanlara giremiyorsun; uzaktan saldırmak daha kolay.

Çantasını aldığı gibi yerinden kalktı. Ihlamur'un fiyatına bakmamıştım ama böyle antik kuntik şeyler hep pahalı olurdu, bana kalmıştı hesap. Hızlıca kasaya gidip ödedim. O sırada çoktan Kocatepe tarafında dönmüştü, Mithatpaşa'dan aşağı inerken yakaladım.

- Durağa kadar yürüyelim bari, dedim.
- Git başımdan.
- Tamam gideceğim zaten, daha doğrusu sen gidecekmişsin.
- Evet, senden kurtulduğum için çok mutluyum.
- Aşk ile nefret arasında kısa bir yol varmış, dedim.
- Bu klişelerinden kurtulduğum için de çok mutluyum.
- Seni bir şekilde mutlu etmek beni de mutlu ediyor, dedim.

Otobüs geldi. Belediye'nin yeni otobüsleri, genelde kimsenin binmediği zamanlarda trafiğe çıkıyordu. Sabah ve akşam kalabalığında ise homurdayan Ikaruslara devam... Kartını okutup arkaya doğru ilerledi; Batı'ya giden bir otobüste Doğu'ya doğru yürüyordu. Bu ne çelişki dedim. Dön dolaş aynı yerdeyim.

Aşağı Sakarya'ya doğru sallandım; büfeden bi sigara mı alsam diye düşündüm; ona da üşendim, en iyisi Nihayet'e gidip ortamdaki dumanlı havadan faydalanmak; öğleden sonra birası ve ardından bir çorbayla akşamı tamamlamak... Gece için yeni planlar yapmalıyım; ama önce eve gidip onun hikayesini yazmalıyım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

41'den

Annemsiz ilk doğum günü