Kayıtlar

Kasım, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

mevsim

Kent, ruhuna uygun mevsime erişti. Artık anlatmak istediğini daha rahat anlatıyor. Arada bir kısa güneşle birden ısıttığı bünyeleri, griyle soğutuyor hızlıca. Kendiyle derdi olanları, dünya dertleriyle daha kolay buluşturuyor böylece. Battaniye altı düşler, uzun kollu hasretlere bırakıyor yerini. Yağacak ilk karla taçlanacak bu süreç. Sonra atılacak adımlar daha dikkatli olmak zorunda, hüzün yerini derde; geçmiş-gelecek yolculukları bugünün gerçeğine bırakacak. Kent yürüyüşleri zorlu, sokaklar itici ve kalorifer daha bir işe yaramaz olacak. Bu kenti sevmek için kişisel nedenler lazım. Bu nedenlerden biri de sonbahar belki de. Tıpkı kısa süren "ilk"i gibi sonuncusu da kısa, keyif alamayacak kadar geçici. Geçiciliklerin verdiği bir parmak bal...

Kendi kendinin...

Farkında vardığında korktuğun tarafların, seni sen yapan yanların: mutluluk bünyeye çok da yerleşik bir hal olamıyor çoğunlukla; bir yabancı gibi selam verip geçiyor. "Mutlu olmak, korku duymaksızın kendi kendinin farkına varabilmektir"-W.Benjamin

"ve bir can sıkıntısı, herşeyi ama herşeyi silen"

"Bizler küçük, yalnız bir tren yolunun yavan bir istasyonunda oturuyoruz. Sonraki trenin gelmesine daha dört saat var. Çantamızda bir kitabımız var, yine de okuyacak mıyız? Hayır. Ya da bir sorun dolayısıyla bir takım sorular düşünecek miyiz? Bunu yapamayacağız. Oradaki tarifeleri ya da bu istasyonlara uzaklıkları veren tarifeyi okuruz. saate bakarız, yalnızca onbeş dakika geçmiştir. Sonra ana caddeye çıkarız, bir yukarı bir aşağı yürürüz, sanki yapacak bir şeyimiz varmış gibi. Ama bunun hiçbir faydası yok. (...) Bu bırakılmışlık veya terk edilmişlik, çevremizdekilerin bize kayıtsız kaldığı, aynı zamanda bizim hiçbir eyleme geçme olanağımızın bulunmadığı ve bizim onlardan kendimizi kurtaramadığımız can sıkıntısının temel deneyimidir. Canı sıkılan insan, kendisini hayvan esaretine 'en yakın yakınlığın' içinde bulur. İkisi de en düzgün halleriyle yakınlığa açıktır, ikisi de inatla kendini reddeden birşeye bütünüyle teslim olurlar." (Heidegger-Agamben)

döngüsel zamanın içinde...

Sanırım Proust gibi bir şeylerin peşinde olsaydım, kendi kuyruğumun peşinde olurdum; acaba oturup bu zaman-mekan mefhumunu yazsam onun gibi ciltlerce...diye düşünmedim değil kiminin "mutlu saatler"ini terennüm ettiği salonda kuru fasulye-pilav yerken. Dönüp dolaşıp bir şekilde aynı mekanlara girip çıktığımız, aynı durumları yakaladığımız yıldönümlerinde, belki başka biçim ve içeriklerde ama olsun "içim var içim değilmez" derken... Her ne kadar o iç, zaman ve mekan dönüp dolaşırken, aynı hataları yapıp aynı sonuçlarla karşılaşma klişesini aşamamış ve bunu bir aptallık beratı olarak iç cebine iliklemişse de... Sonra o binadan çıkarken, tam bir yıl önce, dünyanın 365 kere ekseni etrafında dönmesindem önce, o sokaktan yürüyüşümü hatırladım ki, bir film sahnesi gibi kendimi başka açılardan çekip sakladım zihnimde. Evet o gün de yağmurluydu. Böyle sinematografik kareler işte! Ama o günün buzdan yüz ifadesine karşı garip bi gülümseme vardı tabii yüzümde, dön dolaş ay...

tehlikeli oyunlar

"(...)Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekonduma oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum albayım, ölmek. Bir yandan da ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım. 'Canım bugün üzgün görünüyorsun' demek istemiyorum. 'İstemiyorsan buluşmayalım' dedi geçen gün. Buyrun bakalım. Ben de çekilmez huysuzluklar etmiştim; bu sonuca katlanmalıydım. Ben ne yaptım? Neyse geçelim albayım. Fakat beni anlıyor. Bütün geçmişimi anlattım ona, hep haklı çıktım. İşte böyle anlarda çileden çıkıyorum albayım...

misunderstood

waiting in the calm of desolation wanting to break from this circle of confusion sleeping in the depths of isolation trying to wake from this daydream of illusion how can i feel abandoned even when the world surrounds me how can i bite the hand that feeds the strangers all around me how can i know so many never really knowing anyone if i seem superhuman i have been misunderstood it challenges the essence of my soul and leaves me in a state of disconnection as i navigate the maze of self control playing a lion being led to a cage i turn from a thief to a beggar from a god to god save me playing a lion being led to a cage i turn from surreal to seclusion from love to disdain from belief to delusion from a thief to a beggar from a god to god save me how can i feel abandoned even when the world surrounds me how can i bite the hand that feeds the strangers all around me how can i know so many never really knowing anyone if i seem superhuman i have bee...

Siren

Yine sirenler çaldı kafamın içinde, dışarı taştı kulaklarımı tırmaladı sesi, bugünü ve geçmişi, ölümü ve doğumu, gideni ve kalanı hatırlattı; kafamın uğultusu kendi seslerimi duyulmaz yaptı. O sağırlık esnasında, görüntüler de sabit kaldı. Duyum azalınca hissiyat arttı. Ağlattı ve ağladı; böylece dünyanın su dengesi yerinde kaldı.

izin vermedi yalnızlık

Yeni yaşın şarkısı bu olsun, feci şekilde alıştığım ve içinden çıkamadığım tuzak-kendim kurdum-kendim düştüm-artık kuralları o koyuyor. Kaptansız gemi 'ye daha önce yer verdiğim için bu sayfada, bunu seçtim: izin vermedi yalnızlık. bir canım var zaten, bilmem kaç sıkımlık. vapurlar kalktı iskelelerden ben seni düşündüm zaten bunaltıyordu nem. umutsuzluk yasak- ikinci bir emre kadar. üç gündür sular yok, sakalım keyfe keder. sıvılar atıldı bedenlerden, ben seni düşündüm, zaten tutmuyor fren, delirdik bazen, sırf bu yüzden dönemem. başladık beraber geriye sayımlara uyarılmıştık zaten, boş laflara karşı karşıya durunca gördük ki sonunda konuşmamak gerek aynı anda. anlatmaya çalıştım, yarın çok uzak. zor geçtim yollardan, etraf dolu tuzak. ne hayaller kırıldı gözlerden ırak, ben seni düşündüm, zaten çok vakit alır dünyaya dönmem, sırf bu yüzden dönemem. ahmet'i hiç görmedim, evlenmiş duydum. hayır, öbür kızla hani öğretmen olan –oldu ekildi sinirler, biçildi tütünler; hoş gelindi, ...