döngüsel zamanın içinde...

Sanırım Proust gibi bir şeylerin peşinde olsaydım, kendi kuyruğumun peşinde olurdum; acaba oturup bu zaman-mekan mefhumunu yazsam onun gibi ciltlerce...diye düşünmedim değil kiminin "mutlu saatler"ini terennüm ettiği salonda kuru fasulye-pilav yerken. Dönüp dolaşıp bir şekilde aynı mekanlara girip çıktığımız, aynı durumları yakaladığımız yıldönümlerinde, belki başka biçim ve içeriklerde ama olsun "içim var içim değilmez" derken...

Her ne kadar o iç, zaman ve mekan dönüp dolaşırken, aynı hataları yapıp aynı sonuçlarla karşılaşma klişesini aşamamış ve bunu bir aptallık beratı olarak iç cebine iliklemişse de...

Sonra o binadan çıkarken, tam bir yıl önce, dünyanın 365 kere ekseni etrafında dönmesindem önce, o sokaktan yürüyüşümü hatırladım ki, bir film sahnesi gibi kendimi başka açılardan çekip sakladım zihnimde. Evet o gün de yağmurluydu. Böyle sinematografik kareler işte!

Ama o günün buzdan yüz ifadesine karşı garip bi gülümseme vardı tabii yüzümde, dön dolaş aynı yerdesin şiirimi okurken, buğulu minibüs camından nelerden geçiyorum yahu ben ben diye boyun bükerken gidişata... Neyse ki artık her şey farklı ve yerli yerinde (Hadi canım!).

Sonra film demişken, Üç Maymun'a gittim akşam. Tren sesi, olan biteni-bu karmaşayı ve sıkışmayı en iyi efekt olsa gerek!

Sonra da aile işte. Tıpkı geçen yılki gibi...Devam...Oku-oku-adam ol.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

41'den

Annemsiz ilk doğum günü