Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

muhasebe #17

havaalanında polisin pasaportuma el koyması dışında iyi bir yıldı asılında, demek isterdim ama değil tabii ki o dip noktaydı belki ya da zirveydi, du bakalım daha neler olacak sorusu sormaya mecalim kalmamıştı çünkü. savcı odası da sıkça girdiğimiz bir yer değil. geri aldık küçük kitapçığı ama artık daha yaşlıydım. küçük kitapta daha neler yazılıydı? rüya'nın krizleri, dertleriyle beraber kendimizinkini pek önemseyemediğimiz zamanlardı. yorulduk. kızdık ve sıkıldık. daha da yorulabiliriz. alıştık mı? hayata ne kadar alıştıysak... çocuk şaşkınlığını kaydedip olan bitene şaşırmaktan ziyade onları kanıksadığımız için büyümüş sayılıyoruz. kötülüğün çocuksu değil bildiğin yetişmiş bir hal almasıyla karşılaşıyorsun. bu kadar yoğun saldırı altında başka bir dünya hayali de kurulmuyor. sadece savunma yapabiliyorsun. omuzlar da omuzmuş ha; yüklendikçe yüklendi, dizler titriyor altta. korkudan ve mecalsizlikten. uzun bir yaz tatilinde kendimi dinlerken, sıcaktan patlarken, rüyayı uyutmak içi...

yapabileceğim bunlar

İte kaka ilerlettiğim hayat, tu kaka edilmeyecek kadar değerli. Kendime kızsam da, bana kızsalar da en nihayetinde olan bu. Olduğu kadar. En iyi değil ama kötü de değil bence. Olabildiğince, olasılıklar dahilinde, bu kadar. Belki istediğim genişlikte değil, oldukça dar, ama görece başarılı. Kendimi savunmam gerek. Kendimi ayakta tutmam... Yapabileceğim bunlar. En iyisi için mücadele etsem de, Spinozacı bir çaba ile somut durumun gerçekleri arasında diyalektik bir gerilim var. Duvarlar sağlam, yıkmak zor. Omuz veriyorum hala. Karşı tarafın yıkması da zor o yüzden. Nasırlaşmış yerlerimi ovalayıp, kremleyip, ah uh içinde yola devam. Berabere. Kazanamadım ama kaybetmedim de. Kendin gibi olmakla başkalarına kendini sevdirmek arasında uçurum varsa, kendimi tercih ediyorum. Bencillik. En nihayetinde bir tane ben var. Bu kadar.

ruhu beslemek

İyice bünyeye yerleşen tedirginlik hali ruhu içten içe kemirse de beslendiğim anlar da yok değil. Vega'nın albümü, Pinhani konseri, kısa bir Bursa ziyareti, yolda bolca müzik, dönünce Rüya'nın gülüşü ve buna benzer ufak tefek mutluluklarla yola devam. Pinhani, kentteki bugüne kadarki tek eğlencemiz oldu belki de. Unutmuşuz ayakta konser izlemeyi. Daha doğrusu canlı performansın güzelliğini. Çıkışta bir iki kelime sıkıştırarak uğurladık elemanları. Eski günlerdeki kulis önünde bekleme tribim aklıma geldi. Her konserde illa ki arkaya geçilecekti. Vega'nın yeni albümünü dinlerken de eskiye gittim tabii; adeta ışınlayıcı güce sahip. Gerçi Rüya'nın o anki vızvızları hızla beni geri getirdi. Hızla büyüyen kız çocuklarına atıf yapılınca albümde, sesimi çıkaramadım. Umarım dinler o da bunları ileride. Bizim önerilere ne derecede kulak verir bilemiyorum tabii. Sırada Kesmeşeker'in yeni albümü var.

dream theater istanbul'da çalıyor ve ben de evimde oturuyorum

dream theater istanbul'da çalıyor ve ben de evimde oturuyorum. home where i belong. ait olduğum yer, neresi. yorgun argın okuldan geldim. under peruvian değil anatolian sky. gençlikten kopup orta yaşa merdiven dayamışken, gençliğimin çoktan bittiğini kabul etmem gerektiğini hatırlarken... scenes from a memory. yaşananlar yaşandı, düşler kabus oldu, aç gözünü. tiyatroda başrol beklerken arkada bekleyen ağaç oldum. uyandım. işte bu fatal tragedy. anılar, isimler, yerler; uzayda kaybolup gittiler. yaşamayı öğrendim. kindness, beauty, truth bana hayalkırıklığı yaşattı. lines in the sand. sessiz adam taşrada. poor vanessa.
Yaz bitti ve tempo yeniden başladı. Bir kişinin kulağına kar suyu kaçırır mıyız acaba diye başladığımız dönemler, kar yığınlarının altında kalmakla sonuçlandı hep. Neyse ki çığların altından çıkabildim el yordamıyla. Ama yorgunluk kalıyor tabii geriye. Karda yürüyüp izini belli etmemek zor. Karda uyuduğunu sanıp ölüme doğru kaydığını fark etmemek de... Kar metaforlu bu açıklamalar içimdeki soğukluğu yeteri kadar ifade ediyor. Ateşler söndü ve geriye donmamak için bir mücadele başladı. Metaforlar da bitti. Gerçeklik kaldı. Bu kadar gerçek bir hayata koşar adım gittiğimi bilmiyordum hayallere dalıp yürüdüğüm günlerde. Daha iyisini hak ediyordum bence. Ama nedense olmadı. Sıradan bir taşra bitkisi haline geldim. Nadiren yeşillenip çoğunlukla can sıkıcı bir sıradanlıkta. Kar beyazlığıyla başlayıp bozkır sarısına dönüşmek içimdeki boğuculuğu yeteri kadar ifade ediyor. Sarılar boza, kahverengiler mora dönüştü. Olan biten, sonuçta, iki satır yazı yazmanın mutluluğu olarak kaldı. Bari çocuğum ...

temmuz-eylül okumaları

Bu yazın en iyi yanı, uzun süredir uzak kaldığım çeviri edebiyata koşar adım atlamamdı. Ayrıntı  ve Metis'teki indirimli kitaplar bunda yardımcı oldu. Liste ve puanlarım şu: Julian Barnes - Bir Son Duygusu (3,5/5) Julian Barnes - Benimle Tanışmadan Önce (3/5) Andrew McGahan- Beyaz Dünya (2,5/5) David Lodge - Düşünce Balonları (3/5) David Lodge - Ne Kadar İleri Gidebilirsin? (devam ediyor) Arthur Phillips - Mısır Kaşifi (3,5/5) Arthur Phillips - Prag (3/5) Stephan Zweig - Satranç (3,5/5) Stephan Zweig - Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (2,5/5) Georges Perec - Şeyler (3/5) Georges Perec - Uyuyan Adam (3/5) Georges Perec - Kayboluş (2/5)

Yaz kitaplarına devam

Yaz okumalarında Julian Barnes ve David Lodge'tan sonra George Perec (aşağıdaki alıntılarda görüldüğü üzere) ve Arthur Phillips'ten Prag ve Mısır Kaşifi ağustos sıcağına eşlik etti. Her ikisi de fazladan neredeyse 100 sayfası olan, bol karakterli, bol yan hikayeli, katmanlı romanlardı. Jazz müzisyenliğinin etkisini fazlaca göstermiş, emprovize anlarla dolu gidişata sahiplerdi sanki. Akıp giderken bazen kopuyorsunuz. Sonra uzun otobüs yolculuklarında, Saramago'dan Filin Yolculuğu.  Kendi fil terbiyecimin yardımına ihtiyaç duyduğum günlerde... Sırada yeniden Perec, Kayboluş var. Daha önce tanışsam etkilenme derecem daha çok olurdu sanki. Tutkuyla bağlandığım şeyler azalıyor. Okuma aşkı, belki geri dönebilmek için işe yarar.

georges perec demiş ki:

"mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu. büyük bir dikkatle yaşamına, saatlerine, odana işledi, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi; direşken ve sabırlı, incecik, zorlu mutsuzluk, tavandaki çatlakları, çatlak aynadaki yüzünün kırışıklıklarını, dizilmiş oyun kâğıtlarını ele geçirip sahanlıktaki musluktan damlayan suyun içine girdi. .... Oysa sen, zavallı Dedalus, senin labirentin yoktu. sahte mahkum, senin kapın açıktı. ne kapının önünde nöbetçi duruyordu, ne dehlizin sonunda nöbetçi şefi, ne de bahçenin küçük kapısında Engizisyon Yargıcı." uyuyan adam/ syf. 78-100.

georges perec / uyuyan adam

dünyanın karşısında, kayıtsız kişi ne cahildir ne de düşman. Sağlığın okumazyazmazlığın sağlığa yararlı keyfini yeniden keşfetmek değil, okurken, okuduklarına hiçbir ayrıcalık tanımamaktır. niyetin çırılçıplak gezmek değil, ille de özenli ya da bakımsız olmak anlamına gelmeyecek bir şekilde giyinmektir; niyetin kendini açıkltan öldürmek değil, sadece beslenmektir. Bu hareketleri alabildiğine masum bir tavırla harfiyen yerine getirmek değil istediğin - çünkü masumluk çok kuvvetli bir terimdir - sadece en basitinden, bu "en basitinnden"in bir anlamı olabilirse eğer, istediğin şey bu hareketleri yansız, apaçık, her tür değerden özellikle de işlevsellikten kurtulmuş -çünkü işlevsellik değerlerin en kötüsü, en sinsisi, en tehlikelisidir- aşikar, gerçek, değiştirilmez bir yere bırakmaktır. okuyorsun, giyiniksin, yiyiyorsun, uyuyorsun, yürüyorsun demek dışında birer hareket olmasın; birer kanıt, birer değiş tokuş aracı değil. uyuyan adam / syf 48

yaz kitapları

kafa dağıtayım ve yaz moduna geçeyim diye pek yapmadığım kadar çok sayıda bilmediğim isimlerden kitaplar aldım. ah o eski üniversite günlerim. yazardan yazara zıplamayı pek özlemişim. gerçi tek bira içilmeyeceği gibi bir yazarın tek kitabını okumayı da sevmem; en az iki. metis ve ayrıntı'nın kendi sitelerindeki özel indirimler de yol gösterici oldu, hoyratça kitap seçtim ne çıkarsa bahtıma diye. ama daha ilk denemede, julian barnes beni fazlasıyla vurdu. yabancı yazar konusunda, klasikler dışında pek iyi değilim. çağdaş edebiyat ve çeviri konusunda biraz temkinliydim. bu adımlar iyi gelecek. edebiyatla bağımı koparmam diğerleri gibi bir insan olmamın ilk adımıydı. belki yeniden kendime gelebilirim; hala oradaysam. georges perec, david lodge ve arthur phillips'le beraber uzun ağustos başlayacak.

uçurumun kenarında

uçurumun kenarında dolaştığımın farkındaydım ama aşağı bakmamaya çalıştım, hiç içime bakacak halim yoktu, içim boştu. bu seferki uçurum, devlet, hukuk, pasaport, savcılık gibi hiç de romantik olmayan, laf salatasıyla doldurup atlayamayacağım gerçeklikteydi, yani can sıkıcı. karanlık ormanda seke seke gezinen kız çocuğu saflığında kalıyorum bu gerçeklik karşısında. gerçek hayata yaklaştığımı düşünsem de daha çok uzakmışım, iyice ittirdiler böylece dibine kadar. geri dönüş var mı buradan? yoksa hep düştüm düşeceğim kaygısıyla dengemi bulmaya çalışırken elimi kolumu mu sallayacağım? uzaktan geçen gemiler görürler mi bu el sallamaları? uzaktakiler kendi dertleriyle meşgul, gemi su alıyor. kenarda köşede olsak da hala ayaklarımız karada.

İçerisi hala soğuk ve tek derdim kendimim.

Dışarıda hava ısınırken henüz duvarlardan içeri sıcak girmiyor. İçerisi hala soğuk. Beynimin buzları erimedi. İleride krater gölü olacak yerler hala dolu dolu, buz. Arada altları kaşınsa da yerleri sağlam. Verdikleri hasar hissedilir düzeyde. Müthiş bir telaş ve sorun çıkacak hissi. Kendimi kendime savunma verirken yakalıyorum kimi zaman, ya da uykusuzluk anlarında konu konuyu açarken nerelere gidiyorum bir bilsen. Dünya turu oluyor göz kapaklarım. Göz açtırmıyorum onlara. Tanımadan geçip gidiyorum eskileri. Yeni baştan açıp kapatıyorum defterleri. Yeni baskı yapıyor dertlerim. Yeni bir kapakla piyasaya sürüyorum kendimi. Her gün daha da kalınlaşan derimle koruyorum içimi. Gergedan derim güneş geçirmiyor. Buzullarım kraterleşiyor. Kendimi kendime yeniden satıyorum. Tek alıcım kendimim. Satmayan kitapların efendisi. Tek derdim kendimim. Kapanmayan dertlerin kederi.

herkesin açık olduğu bir pazar

"Özgürlüğün kırsal alanlarında,  ot bitmeyen yerleri ıslah ederken gülümsemenin hakim olduğu bir kızgınlıkla ne demiştin hatırladın mı? 'Herkes kendisi olsundu, başkası olmasındı'   Hep yollar olsundu, uzun olsundu, açık olsundu. Kapalı olmasındı, pazar olsundu. Herkesin açık olduğu bir pazar. Renkler koyu olabilir çünkü kendilerini bilirler. İnsansa ne açıktır ne koyu. Hem açıktır hem koyu. Hem hızlı hem yavaş, günden sonra gelen geceye, tümden sonra eksiğe aşina.  Bir ana yemek tuzu az ve biraz tatlı,  şekeri fazla. Bizse bin yıllık taşların özlediği bir doğaydık. Hem herkestik hem hic kimse. " Cenk Taner/Halkın Zevkine Meydan Okuyanlar Derneği/Özgür Olduğunda Marmara/syf. 31

boşluk

Bu kafamın boşluğu, yeni birikimler için mi yoksa her şey yerle bir olduğundan mı? Her iki ihtimalde de, kim uğraşacak şimdi doldurmakla... Bu boşluk beni çekip yutarsa ne yaparım ben. Boşluğun içinde yok olursam... Ayakta kalmalıyım, var olmalıyım. Nasıl?  Ne yapmalı? Hayatta kalmak için ne yapmalıyım?  Yazdım çizdim, bir şeyler yaptım. Olmadı. Yeni ilhamlar, yeni kitaplar, yeni heyecanlar olmalı. Yeni baştan... nefes almalıyım.  Madem baştan başlıyoruz. Bebek adımlarıyla, adım adım. "Kar yağdı yaktığım ateşlere, içimdeki korku bir isyan", elbet buluruz bir yolunu. Bu kar erir ve yeniden alev alır ortalık. Bu buz kırılır. Yeni bakteriler kıpırdar. Yeni bir hayat kımıldar. Kımıl kımıl bir canlı. Hareketlenir ortalık. Hayırlısı be gülüm. Hayırlısı...bu boşluk dolacak elbet. Damla damla, sabırla; toparlanmalıyım.