Kayıtlar

Mart, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

balık

Balık yemenin zihin açıcı bir yönü var mıdır? Ya da açılan zihin, seçmen davranışlarını etkiler mi? Seçim haritasına bakınca, sosyal demokrasinin deniz kıyısına sıkıştığını görüyoruz. Hani en taze balığı Ankara yerdi? Gelen balıkların hepsi Çankayalılarca mı tüketiliyor? Geçen hafta içi çupra yemiştim, acaba il genel meclisi tercihimde etkili oldu mu? En güzel çuprayı Foça'da yemiştim; hayatımın geri kalanını etkiledi mi bu güzellik? Ya da Çin lokantasının üzerimdeki etkisi ne oldu?

okyanusta damla

Dün gece ev kalabalıktı, pek alışık olmadık şekilde; sonra sabah kalkıp oy vermeye dağıldık usul usul. Bu kentte ikinci oy verişim; geçen yerel seçimlerde katılım oranını düşürmekten başka bir şey yapamadım. Şimdilik takip ettiğim kadarıyla katılımım da çok birşey değiştirmiyor. Yolda hala "il genel meclisinde ne yapsam" diyordum... Okyanusta damla. Bu kente dair hissiyatı, Cemal Süreya özetliyor; "Adını titizce saklayan bir sokak buldum Şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında, Oradan geçerken hep seni düşünüyorum, Belki de oralarda bir yerdesin, Sen tavşan aralığı, Sen ağzımın tadı, Bir buluş gibisin! - Ağır ol Bay Düzyazı, Sen ancak uçağa binebilirsin! Ankara Ankara. Ey iyi kalpli üvey ana!" (Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir'den)

golün şaşkınlığını mı yaşıyoruz

bu yazı öncesi, kahve ve sigara eşliğinde, şu dinlendi: " the spinning top made a sound like a train across the valley  fading, oh so quiet but constant 'til it passed over the ridge into the distances written on your ticket to remind you where to stop and when to get off " Kings of Convenence - The Build Up bir şeyleri ıskaladık mı yoksa tam da gelişine vurup doksana mı taktık-ve golün şaşkınlığını mı yaşıyoruz? istediğimiz hayatı yaşamanın verdiği durgunluk. bir de güzel bir tatil olsaydı-iki yıldır uzak kaldığım; bu şarkı bana hep onu hatırlattı; ılık bir yaz öğleden sonrası, çakırkeyf, müşkülpesent, keyfekeder, ayakları uzatıp kendini dinlemek; vadilerden akıp giden trenin sesini hissetmek; sonra çekip giden güneşin serinliği... sakince, karanlık yatağına sızarken, hala hayatta olduğun için mutluluk. ha O da olsaydı fena mı olurdu. Olmazdı elbet. Geçip giden neyse, geride bıraktığın neyse, şimdi burada olmak. Toprağa girmeden önce... Bu da bitecek; önemli olan

sath-ı mahal

Eski mahalleye gidip seçmen kağıdını aldım. Hafiften yağan yağmur altında, dana gözü gibi olmuş ayaktaki yaralarla. Mızmızlanacak kimse yoktu. Eski sokaklar, eski anıları canlandırdı ama görmezlikten geldim. Seçimleri düşündüm, sosyal demokratlara kadar kaydık dedim kendime; vatandaşa kulak kesildim, muhtarla ayak üstü konuştum. Okula geldim, ordakilere sordum. Seçim sath-ı mahaline girmenin verdiği keyfi yaşamak istedim. Pek başarılı olamadım. Teori-pratik çatışması falan... Garip bir eğlence gibi geldi sonra, bayram türü bir şey, gelince heyecanlanılan, insanların belli yerlere toplaştığı, farklı davrandığı... Kahvaltı yaparken Erkan Tan'ın programında adayları görüp gülüyorum, onlar da bayram çocuğu gibi-bir neşeli-bir konuşkan... Yoruluyorum o kadar enerjiden. Canı tez biriyim oysa ama onlarınki bir başka. Vatandaşın aslında her şeyi anladığı ile hiç bir şey anlamadığı arasında salındım. Sıradan vatandaş olmanın mutluluğunu duyacağım pazar günü, dedim; sıraya girip herkes gibi

cigarettes and chocolate milk

Geçen yıl İstanbul'da Aya İrini'de çalmış bu abimiz; Rufus Wainwright, vay be... Pazar günü için güzel bir şarkı:  https://youtu.be/d5CLmflrwIA cigarettes and chocolate milk these are just a couple of my cravings everything it seems i like's a little bit stronger a little bit thicker, a little bit harmful for me if i should buy jellybeans have to eat them all in just one sitting everything it seems i like's a little bit sweeter a little bit fatter, a little bit harmful for me and then there's those other things which for several reasons we won't mention everything about 'em is a little bit stranger, a little bit harder a little bit deadly it isn't very smart tends to make one part so brokenhearted sitting here remembering me always been a shoe made for the city go ahead accuse me of just singing about places with scrappy boys faces have general run of the town playing with prodigal sons take a lot of sentimental valiums can&

müzikal savruluş (ya da homesick)

Pek çok konuda olduğu gibi, müzik açısından da farklı ve çeşitli şeyleri deneme-arama kaygısında değilimdir. Az ve öz sayıda şeyi sevme-onlarla hemhal olma-kendimi onlara adama tavrı, daha bana göre. Geniş müzik bir müzik arşivine sahip değilim. Sevdiğim grupları, kişileri, albüm bazında değerlendiriyorum; bir albümü seviyor veya sevmiyorum, tektük aradan şarkı seçmek zor geliyor. Eş dost-arkadaş önerileri de beni ayakta tutmaya yetiyor yeni tatlar konusunda... diskötek 'in 2 yaz önce verdiği CD'yi öğütmekteyim hala. İçinde The National'a takılıp kalma derecesinde bağlandığım CD... Diğerlerine de sıra geliyor. Kings of Convenience-Riots on Empty Street (I'd Rather Dance With You şarkılarının klibi de dönüyor tv'de) ile, Rufus Wainwright da Poses albümleri ile yeni favorilerim arasına giriyor bugünlerde. Pek bir değerli seçimler yapmış üstad! Tabii ki bu müzikal savruluş, ruh halinin ve kemale doğru giden yaşın etkisiyle yol almakta; yoksa kontrolsüz bir yuvarlanma

faaliyet raporu

Türkiye'de Yerel Düzeyde Demokratikleşme Hareketleri - Birikim, sayı 239. Üniversite Rejimi Değişirken... -22 Şubat '09, Radikal İKİ. Bir Fikir Jimnastiği Olarak Olimpiyat- Aratos, Kasım/Aralık 2008

deri mont ve kırmızı kazak

Çok büyük olmayan giysi dolabım (gardırop) başta ablam olmak üzere "kadınlar" tarafından çekip çevrildi bugüne kadar. Gidip de kendi başıma giysi alışverişi yapmışlığım çok azdır. Market alışverişini severim oysa... Bir de babadan ve akrabalardan kalan eşyalar vardır ki onlar da yadsınamaz çoklukta. En son bu yolla edindiğim deri mont ve kırmızı kazak, dolabın niteliğini önemli ölçüde etkiledi. İlk deri montum, bir kaç haftadır üzerimde; "bi boyatsaydın" önerilerine karşı, eskici duruşum sabit. Yllardır üzerimde havaları! Kırmızı ise renk skalamın çok ötesindeydi bugüne kadar; bir ara mora meyleden unsurlar eklendiydi. Benim kazakları-bereleri-atkılar yıkayıp kutusuna koyduğumdan dolayı, zengin ve biraz da snob kuzenden kalan kırmızı kazağı yük etmemek için bir kenara koyacaktım ki yeniden kar yağışı haberi, üzerime geçirmeme neden oldu. Genelde yeni kıyafetlere ısınmam zor olur, bir süre gıcıklaşırım kendileriyle ama bu seferkilerle iyi başladık diyebilirim.

yollar

İlk albümler genelde iyidir; Teoman'ınki de öyle... Birçokları gıcık olsa da ben garip bi şekilde seviyorum bu adamcağızı... İlk albümden, fazla öne çıkmayan ama iyi bir şarkı, yolda bolca kulağımdaydı: Yollar- Gözlerim kör karanlıkta Kör kuyunda Boğulursa Tenim benim olmadıysa Yitirilmiş Tutsak olmuş Düşman olmuş Milyon defa tekrarlanan Hayatımsa Gizli bağın çözüldüyse Yollar varsa Pahalıysa Uzun kısa ya da darsa Artık hiç farklı olmayan Sıkıldığın Hayatınsa Aslında yollar Yalanını görmez yaraları sarmaz Hiç bitmez Aslında yollar Daralıp açılmaz sonuna da varmaz Hem varsan da farketmez ki Oldum oldum çocuk kaldım Yüreğimden yaralandım Bir yer olsa Huzur sunsa Dizlerim üstünde çöksem Sonsuz yolu aydınlansa Günün ilk ışığında Son birkez nefes alsam Kaybolsam gözyaşında Ya da ilk kitabımda

"pazartesi ya da salı"

"Balıkçıl miskin, kayıtsız, yolundan emin, knatlarını boşlukta kolayca çırpa çırpa aşağılarda uzanan kilisenin üzerinden süzülüyor. Beyaz ve uzak, kendi içinde yitmiş,uçsuz bucaksız örtüyor gök her yeri ve açıyor, bir hareketlenip bir duruyor. Bir göl mü? Kıyılarını karalayın! Bir dağ mı? Ah, harika, eteklerinde güneşin altın ışıltısı. Oradan aağı dökülüyor. Derken eğreltiotları ya da beyaz tüyler, sonsuza, ta sonsuza uzanan- Hakikati istemek, onu beklemek, bıkmadan usanmadan kelime kelime damıtarak sonsuza dek istemek-(soldan bir çığlık, bir çığlık da sağdan. Tekerlekler ayrı yönlere vurmuş. otobüsler karışık bir halde kümelenmiş) -sonsuza dek istemek- (belirgin vuruşla tekrar tekrar öğlen olduğunu duyuruyor; ışık altın pullar yayıyor; çocuklar fıkır fıkır) -hakikate duyulan o sonsuz istek. Kubbe kırmızı; çil çil paralar sallanmada ağaçlarda; bacalardan duman süzülmede; bağırışlar, çığlıklar, "Demir satarım" sesleri- ya hakikat? Kadınların, erkeklerin ayakları, kimi

mavilik - edip cansever

beni uykudan uyandırır uyandırmaz dünyanın bütün huyları yüzünde ben bunlardan birini seviyorum en çok sana bir nar kesip uzatıyor ya doğa tutsam tanelerini sevincin gözyaşları derdim buna. bir süre bakışıyoruz karşılıklı ben uykudan uyanır uyanmaz benimle şiir gibidir bu tam karşımda ama yazılmamış durmadan bileniyor aklımda. seni unutarak baktığımda bile dünyanın her yerlerinden geçiyorsun yayılıyorsun kalabalıklara yalnız yayılmak mı aşkın en büyüğü, en dayanılmazı demeli buna. özlenirsin, alabildiğine varsın da daha da var oluyorsun gün günden olgun bir meyva gibi güleceksin zamanla bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin bir kuş olsa mavilik derdi buna. edip cansever

çök

kitapça'da çay içerken yan masalara kulak misafiri olmamam imkansızdı: biri ne kadar değiştiğini anlatıyordu. Hadi ordan! dedim, içimden; hiçbir şeyi değiştiremezsin; sadece çabalayabilirsin, şeyler isterse değişir... Birini değiştirmeyle ya da kendini değiştirmeyle de bir ilişki yürümez. Ayrıca değiştim, diyebilmek ne garip bir şeydir. Çaba vardır, su akar yatağını bulur. Yatak taşar veya seni kabul etmezse yapacak bir şey yoktur. Sevgilisine yemek hazırlayan kişi modeli ile bile bir yere kadar varılıyor; gerisi kendiliğindenliğin kozmik yapısında komikleşiyor. İttirme kaktırma ile sadece yorgunluk çöküyor insanın omzuna; sonra çöküntü ovaların arasında serinlemekten başka bir şey yapılamıyor. O serinliğin keyfini sürdüğümden biliyorum...

her gün pazar, her gün pazartesi...

Öz-disipline bağlı bir iş, "home office" çalışma, mesai saatleri yok, tatil ve iş günü algısı farklı... İnsanların hafta sonu meşgalelerini ve sokakları doldurmasını anlamak mümkün ama bu duruma ayak uydurma zorunda olmak yorucu. Kalabalıkların arasına dalmak, pek alışkanlık dahilimde değil. Pazar neşesini, pazartesi sıkıntısı da izlemiyor bu durumda; çünkü her gün pazar veya pazartesi olabilme şansında... Sanırım daha önce istediğim/beklediğim hayatı yaşadığımı itiraf etmiştim. Bu kısmi sefillik, nısbi özgürlük, hissi durgunluk ve sinsi yalnızlık. Günler de bu oyunun içinde, sadece değişen adlardan ibaret. Cumartesi, Ankara'da üçüncü kez basketbol maçına gittim. Çabaların bir sonucu daha... Sonra uzunca süredir görülmeyen dostlar... "Yeminliydik onlar gibi olmamaya, dostlarla zamanla solmamaya."

müdavim

Belli mekanlara sürekli gitmeyi-oranın müdavimi olmayı seviyorum. (Müdavim:Bir yere sürekli olarak giden (kimse), gedikli) Bir yere ait olma-oralı olmaya dair sorunlarım olduğundan belki, bu tür aidiyetleri geliştirmeye çalışıyorum. Oraya dair anılar biriktikçe, samimiyet oranı da artıyor, başka yerler bizi içine almaz gibi geliyor. Tanıdıklar, aynı simalar, selamlaşmalar vs... Öğrencilikten çıkma dönemleriyle, müdavimi olunan yerler de değişiyor; en az para harcamak merkezli yayılma stratejisi, biraz "tarz", biraz "tat" bileşenlerini arıyor zamanla... Bu yüzden hiç gidilmeyen-gidilmesi düşünülmeyen yerlere uğramak gerekli arada bir. Hazır, bir "çaba"nın içine girmişken. Maddi-manevi bizi çağırmayan mekanlara bir omuz atmak... Oradaki eskilerin, mekanına sızmak... Her halimizle oralı olmadığımıza bir tedirginlik yaymak ortama... Aslında önemli bir korkum, kabul etmek gerekli, uzun süredir rastlanmayan kişilere rastlamak böyle yerlerde. Niye aramıyors