"pazartesi ya da salı"
"Balıkçıl miskin, kayıtsız, yolundan emin, knatlarını boşlukta kolayca çırpa çırpa aşağılarda uzanan kilisenin üzerinden süzülüyor. Beyaz ve uzak, kendi içinde yitmiş,uçsuz bucaksız örtüyor gök her yeri ve açıyor, bir hareketlenip bir duruyor. Bir göl mü? Kıyılarını karalayın! Bir dağ mı? Ah, harika, eteklerinde güneşin altın ışıltısı. Oradan aağı dökülüyor. Derken eğreltiotları ya da beyaz tüyler, sonsuza, ta sonsuza uzanan-
Hakikati istemek, onu beklemek, bıkmadan usanmadan kelime kelime damıtarak sonsuza dek istemek-(soldan bir çığlık, bir çığlık da sağdan. Tekerlekler ayrı yönlere vurmuş. otobüsler karışık bir halde kümelenmiş) -sonsuza dek istemek- (belirgin vuruşla tekrar tekrar öğlen olduğunu duyuruyor; ışık altın pullar yayıyor; çocuklar fıkır fıkır) -hakikate duyulan o sonsuz istek. Kubbe kırmızı; çil çil paralar sallanmada ağaçlarda; bacalardan duman süzülmede; bağırışlar, çığlıklar, "Demir satarım" sesleri- ya hakikat?
Kadınların, erkeklerin ayakları, kimi gölgede, kimi altın ışıltılar içinde, bir noktaya ışınlanmış gidiyor- (Bu sisli hava-Şeker? Hayır, teşekkürler-Gelecek güzel günler)- ateşin yalımları ok ok daüılıp odayı, siyah siluetler ve onların parlak gözleri dışında, kızıla boyuyor, dışarıdaysa bir kamyonet yükünü boşaltıyor. Bayan Falanca masasında çayını yudumluyor, vitrin kürk mantoları koruyor-
Köşelerde ayrılış, kibirli, yapraklar denli hafif, tekerlekler boyunca sürüklenmek gümüş ışıltılarla, eve mi değil mi, birarada, ayrı ama hep harcanmış, canından bezmiş, bitik, paramparça, batmış, birlik olmuş- ya hakikat?
Artık doğru ateşin yanına, mermerin beyaz karesinde hatırlamaya. Fildişi derinliklerden çıkıp gelen kelimeler karalıklardan silkinip çiçeğe duruyor, içine işliyor insanın. Kitap düşüyor; ateşe, küllerin içine, anlık kıvılcımlara- ya da gezinmek şu an, altta kare mermer, minareler ve Hint denizleri, gökler maviye dönmüş yıldızlar parlamada iken - ya hakikat? Yoksa şu an yakın olmak mı yetiyor?
Balıkçıl miskin, kayıtsız geri dönüyor. Gökyüzü yıldızlarını örtüyor; sonra döküyor ortaya."
Virgina Woolf
Hakikati istemek, onu beklemek, bıkmadan usanmadan kelime kelime damıtarak sonsuza dek istemek-(soldan bir çığlık, bir çığlık da sağdan. Tekerlekler ayrı yönlere vurmuş. otobüsler karışık bir halde kümelenmiş) -sonsuza dek istemek- (belirgin vuruşla tekrar tekrar öğlen olduğunu duyuruyor; ışık altın pullar yayıyor; çocuklar fıkır fıkır) -hakikate duyulan o sonsuz istek. Kubbe kırmızı; çil çil paralar sallanmada ağaçlarda; bacalardan duman süzülmede; bağırışlar, çığlıklar, "Demir satarım" sesleri- ya hakikat?
Kadınların, erkeklerin ayakları, kimi gölgede, kimi altın ışıltılar içinde, bir noktaya ışınlanmış gidiyor- (Bu sisli hava-Şeker? Hayır, teşekkürler-Gelecek güzel günler)- ateşin yalımları ok ok daüılıp odayı, siyah siluetler ve onların parlak gözleri dışında, kızıla boyuyor, dışarıdaysa bir kamyonet yükünü boşaltıyor. Bayan Falanca masasında çayını yudumluyor, vitrin kürk mantoları koruyor-
Köşelerde ayrılış, kibirli, yapraklar denli hafif, tekerlekler boyunca sürüklenmek gümüş ışıltılarla, eve mi değil mi, birarada, ayrı ama hep harcanmış, canından bezmiş, bitik, paramparça, batmış, birlik olmuş- ya hakikat?
Artık doğru ateşin yanına, mermerin beyaz karesinde hatırlamaya. Fildişi derinliklerden çıkıp gelen kelimeler karalıklardan silkinip çiçeğe duruyor, içine işliyor insanın. Kitap düşüyor; ateşe, küllerin içine, anlık kıvılcımlara- ya da gezinmek şu an, altta kare mermer, minareler ve Hint denizleri, gökler maviye dönmüş yıldızlar parlamada iken - ya hakikat? Yoksa şu an yakın olmak mı yetiyor?
Balıkçıl miskin, kayıtsız geri dönüyor. Gökyüzü yıldızlarını örtüyor; sonra döküyor ortaya."
Virgina Woolf
Yorumlar